Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Ekim '20

 
Kategori
Şiir
 

Ahmet Turan Kul ile Röportaj

Şair Ahmet Turan Kul Şiiri                                                                             Halil ERDEM

Halk şairi, Tekke şairi, Modern zamanların meddahı, Destanlar Ozanı Ahmet Turan Kul’u tanıtmak, söyleşimizi sizlerle paylaşmak istiyorum.

Ahmet Turan Kul, Muş’un Sungu köyünde 1954 yılında doğmuş. İlkokulu köyünde, Öğretmen Okulunu Samsun Ladik Akpınar, Sivas Yıldızeli Pamukpınar’da tamamladı. 1976 da öğretmenliğe başlayıp 41 yıl sonra emekli oldu. Antalya’da yaşayan A. Turan Kul ile tanışıklığım, dostluğum 20 yılı bulmuştur. Bu süre içinde hep şiirle yatıp kalktığına tanık oldum. Antalya’da Ahmet Turan Kul ile kültür sanat ortamlarında ve ANSAN’da birçok ortak projeye, sanat etkinliğine birlikte imza attık. Ahmet Turan Kul öğretmenliği günlük 8 saat yapıyorsa şiirini 24 saat düşünüp yazan bir şairdir. Saatin 01. 00 de arayıp can can can diye seslenişini duyarsın. “Al kalemini eline,” der. Başlar telin öbür ucunda şiirini fısıldamaya. Sonra “can can can,” diyerek ayrılır. O gerçekten şiirin kuludur. Türkçenin, Arapçanın ve Farsçanın kapısında bir hırka, bir lokma ile kul olan ozanlardandır. Batı Asya’nın medeniyet tarihini bilir. Şiirin rengini, sesini, tınısını hangi dilde yakalamışsa o dilin sözüyle şiirini kurmuştur. Ama aşırı tevazuluğu bu ülke için fazla lüks olanındandır.

Yayınladığı kitaplar: Şehname, Ahmet Harami Destanı, Manas Destanı gibi destanları Türkçeye manzum olarak çevirdi. Eğirdir Koçaklaması yayınladığı değerli çalışmalarından biridir. Meyvelerin Dili kitabında şiir ile meyveler hakkında çok değerli bilgileri çocuklara ulaştıran bir öğretmendir. Hoca’nın Eşeği hem metin hem şiirlerden oluşmuş bir çocuk kitabıdır. Bu kitabında da çocukları Nasrettin Hoca’nın mantığına, akıl dünyasına ortak eder.  Toplu Şiirleri Va yayınlarından çıkan, onun kendini ifade ettiği en önemli çalışmasıdır. Turan Kul’da biraz Nasrettin Hocalık, biraz Yunusluk vardır. O şiirin bilgesidir.  Her şiirinde okuru düşüncesiyle sarsar.

Yazı ve şiirleri Bahçe, Morca, Kar, Pınar, Aydınlık, Öğretmen Dünyası ve Türk Yolu gibi dergilerde yayınlandı. Şiirleri hakkında yazı yazanların başında Doğu Perinçek gelir.

Röportaj:

Halil Erdem: Sayın Kul, ömrünü şiirle geçirmiş, adeta şiire adamış biri olarak şiir sizin için neyi ifade ediyor?

Ahmet Turan Kul: Şiir bizden önce de vardı, bizden sonra da var olacak. Gözümüzü açar açmaz ninnilerle karşılaştık, manilerle karşılaştık, ilahilerle, türkülerle karşılaştık. Bu coğrafya şiirli bir coğrafyadır.

Genç olduk, Karacaoğlan’ı tanıdık, aşkı tanıdık. “Aşk biterse musalla taşına döner yatağımız”[1] değil mi? Şiirli yaşam coğrafyanın bize bir nimeti, fısıltısı. Bu hava içinde yaşamak, o fısıltıların, dizelerin ardına düşmek; anlamaya çalışmak seni içine çekiyor, şiir seni kendine dâhil ediyor.

Sözgelimi Yunus der ki: “Mal da yalan mülk de yalan, var biraz da sen oyalan.

Karacaoğlan da der ki, “Bana kara diyen dilber, kaşların kara değil mi?” Bu ne demek şiir bir etki, bir iletişim aracı. Ama sıkı kuralları olan, kendi içinde bir disiplini olan bir araç.

H. E: İletişim aracı dediniz de; iletişim kurmak istediğiniz belli bir hedef kitlesi var mı?

A. T. Kul: Bütün insanlık. Ama ben daha çok bire bir şiirimi seslendirip dönüt aldığım kişilerden, ya da sohbet ortamlarını daha bi önemsiyorum. Bu ortamlardaki dönütler, karşılıklı etkileşimler benim şiire bağımı güçlendiren etkileşimler. Şiir tılsımlı bir araç: söyleyeni de etkiliyor, dinleyeni de etkiliyor.

H.E: Şiirlerinizde zıt sözcüklerle hem iç ahengi yakalıyorsunuz hem okuru uyarıp düşünmesini sağlarken, bazen de senteze siz ulaştırıyorsunuz, bu konuyu biraz açar mısınız?

A.T. Kul: Önceki görevim şiiri anlamak, anlayınca önce şair çarpılıyor, sonra okur çarpılıyor. Bu iletişimin doğasında var olan bir etkidir.

Senün mahzûnun olmak bana şâdân olmadan yegdür
Gamunla ağlamak ilerle handân olmadan yegdür.[2]       

Senin mahsunun olmak benim neşe kayağımdır, diyor.

Kendi dizemlerimden okuyayım:

“Ve yine bir gün gecenin bir nısfında

Üzeri açık esmişti rüzgâr

Tutuşturmuştu yeldirmelerini bütün kadınlar

Ben sana örtünmüştüm.

İşte bu mimval üzre

Şiirin rahmine düştüm.”

 

Evet, dünya da şiir, ülkemiz de şiir. Şairi, şiiri bol bir coğrafyadayız. Şiir tasnif edilmeli ama sonuç hepsinden kalandır.

 

H.E: Sayın Kul, şiir içsel bir yolculuk diyorsunuz. Bu yolculukta kendi etkilendiğiniz kimlikleri de okura referans olarak gösteriyorsunuz Atatürk gbi Hz. Ali gibi. Bu konuda ne söylersiniz?

 

A.T. Kul:  Şair çağından sorumludur.  Birçok konuyu kafasında analiz eder, bir sonuç çıkarmaya çalışır. Bilinç önce dile düşer, sonra akılda anlam kazanır. Örneğin bir hadisten söz edelim “Bilim Çin’de de olsa gidin alın.” Burada işin zahmetine gönderme var. Peygamberin ardılı H. Bektaş Veli de diyor ki:

 

her ne arar isen kendinde ara.
kudüs’te mekke’de hacda değildir.

 

Buradan ben şöyle bir anlam çıkarıyorum: insanın kendine uzaklığı Çin kadardır. Veya Çin, insanın kendi içindedir. Bununla ilgili bir dörtlüğümü okuyayım:

 

Artık Atlar

 

Tartısız takılan artık adlara ortağız

Rıba der ibre çevirir mağrip deneyimleri.

Ki sığındığımız bütün yerlerde kaçağız

İnsanın kendine yakınlığını ölçmekte hüneri

Nicedir sahile taşır dururum bu yorgun caddeleri.

Bu dörtlükte olduğu gibi kendi yalnızlığını da ölçeceksin.

Referanslarımdan biri de Atatürk’tür. Çünkü Atatürk kimsesizlerin kimsesidir.

 

Yalnızlık Batının yurdudur

Kimsesizlik Doğunun yurdu

Yalnızlık tercihtir

Kimsesizlik kader

Yalnızlık paylaşılmaz

Kimsesizlik paylaşılır

Yalnızlığın çaresi yoktur.

Kimsesizliğin çaresi, kimse olmaktır.

Bunun formülünü Atatürk bulmuştur.

Kimsesizlerin kimsesi olmak

Cumhuriyet kimsesizlerin kimsesi olmuştur

Demek ki yalnız kimse de değildir.

 

Dizelerimdeki zıtlıklara gelirsek:

Batı masallarında hep ikilem vardır. İyi –kötü, zayıf –güçlü,  güzel-çirkin gibi Doğuda hep üçleme vardır. Masalın başında gökten üç elma düştü diye başlar.  Mealen âlemdir elma, yuvarlak, kırmızı. İkisi tez, antitez. Bu iki karşıtlık doğum ile ölümdür.  Bu iki karşıtlık savaş alanıdır. Arası yani sentez ise yaşamdır. Bu savaş alanını insanileştirendir sentez.

 

H.E: Üstadım gazel türü şiirlerinizde Arapça, Farsça sözcükleri çokça kullandığınız görülüyor, Destan çevirilerinizde Arapça, Farsça hâkimiyetiniz var, başarılısınız bundan mı, yoksa başka bir nedeni var mı?

A. T. Kul: Benim dedem 2. Abdul Mecit zamanında İstanbul’da medrese eğitimi almış. Bu nedenle bana da iyi bir Arapça eğitimi verdi. Farsça eğitimim de aileye dayanır.  Fakat ben halk şiirinde, Cumhuriyet şiirlerinde arı anlaşılır bir dil kullanırım. Ancak gazel türü şiirlerimde Arapça, Farca kökenli sözcükleri kullanırım. Bunun nedeni ise Türkiye Ortaçağla hesaplaşıyor. Ben de bu savaşın içindeyim. Tarikatlar, cemaatler ve onların iktidar hamleleri ülkenin yaşadığı talihsizliklerden biridir. İşte şiirlerimde derdimi anlatabilmek için onların dilinden konuşmam gerek.

 

İslam coğrafyasından da kapı açılır

İnsan coğrafyasına

Barikat bereket biriktirir

Taberekte yazel celali san olur                A. T. Kul

….

 

İslam da bir kültürdür ve coğrafyasında cahiliyeye karşı doğmuş, kendi kültürüyle dönüşümünü sağlamıştır, cumhuriyet gibi. Cumhuriyet de Anadolu’yu değiştirmiş, dönüştürmüştür. Diline gelince Türkler topraktan toprağa, ırmaktan ırmağa, ormandan ormana geçmiştir. Dili de sürekli gelişmiş değişmiş diri kalmıştır. Farsça coğrafyasında durağandır. Arapça da durağandır. Arapçayı taşıyanlar da Türklerdir.

H. E: Üstadım son olarak şiirleriniz hakkında ne söylemek istesiniz?

Benim kitaplarımın girişinde meddah girizgâhı vardır:

“Efendim Dedi Fehmi Bey- Zarf Mazruf İlle Karanfil- Söz Bu ya”

Bundan sonraki kitabımın girişindeki Meddah girizgâhına bu dizeler aynı alınıp şu dize eklenecek.

“Efendim Dedi Fehmi Bey- Zarf Mazruf İlle Karanfil- Söz Bu Ya, Kil Pişmek İsteyince Ateşe Dönüşürmüş İnsan Su Toprağın Meyline Göre Akar.”

Evet, bu dizeler benim kitaplarımın başında bir meddah girişi olarak yer alır. Ben kendimi meddah olarak adlandırıyorum.

H.E: Siz Şehnameyi manzum olarak Türkçeye çevirdiniz, Şehname anlatı türü olarak bir zamanlar Selçuklularda meddahlığın yolunu açtığı biliniyor, siz de bu geleneğe bağlı kalıp kendinizi Meddah olarak adlandırıyorsunuz.

A.T. Kul: İşin evveliyatına gidelim. Büyücüler, Şamanlar sunum yaparlar, halkı topluluğu etkilerlerdi. İşte benim şiirim de bu gelenekten geliyor ve ben meddahım.

H. E. Üstadım bana verdiğiniz bu çok değerli bilgiler, bana ayırdığınız çok değerli zaman için çok teşekkür ederim.  Çalışmalarınızda kolaylıklar diliyorum. Sağlıklı güzel günlerde yine şiir söyleşilerinde buluşmak dileğiyle…

 
 

 

 



[1] Şairin kendi dizesi.

[2] Nev-i 16. Yy

 
Toplam blog
: 61
: 699
Kayıt tarihi
: 19.06.09
 
 

Gazi Üniversitesi, Eğitim Fakültesi Kastamonu Eğitim Yüksekokulu Sınıf Öğrt. bitirdikten sonra A...