Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Şubat '22

 
Kategori
Öykü
 

AKIL HASTANESİNDE DİŞ TEDAVİSİ

AKIL HASTANESİNDE DİŞ TEDAVİSİ

Bu gün, Manisa Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Hastanesinde azı dişime dolgu yaptırdım. Sinir Hastalıkları ile diş doldurma ne alaka? Diyeceksiniz.  Anlatayım;

Trene binip uzaklara gitmeyi epeydir özlemiştim.

Yetmiş yedi model süper lüks (SL) Anadol arabamla son aşkım kızımı okula tam vaktinde yetiştirdikten sonra geri dönüp el freni bir türlü tutmayan arabamı yine evin sokağında uygun bir yere viteste olacak şekilde park ettim. Hızlı adımlarla otobüs durağına yürüdüm, otobüsle en yakın Nergis banliyö tren istasyonuna gidip oradan da Alancak’ tan kalkan Şehirlerarası trenlerin yolcu almak için durduğu Çiğli istasyonuna vardığımda bilet almak için bir iki dakikam kalmıştı. Gar gişesi önünde beş kişi kuyruktaydı.  Uşak ekspresi Çiğli istasyonuna girdiğinde kuyrukta en son bendim, önümde de üç kişi kalmıştı. Gişe memuru son derece sakin, sanki onun işi bitmeden tren kalkamazmış gibi kendinden emin ve telaşsız kesiyordu biletleri.  Biletimi aldıktan sonra en son binen ben oldum.

Menemen’den sonra Emirâlem, Ayvacık, Muradiye ve Horozköy istasyonlarından geçerken, suyu azalmış, yağmurlara hasret, yılankavi akan Gediz nehrinin de bize eşlik etmesiyle bir saatlik yolculuğun nasıl geçtiğini anlamadan Manisa’ ya vardım.

Trenden inip Şehitler Mahallesi tarafına doğru yürüyerek giderken yüksekliği üç metreye varan kırmızı dekoratif tuğlalar ile örülmüş uzun ve geniş duvarları görünce bu duvarların ardında İzmir’in Bornova semtindeki gibi geniş bahçelere sahip büyük ve gizemli bir köşk ya da malikâne olduğunu sandım. Yanılmışım. Bu duvarlar Manisa Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları hastanesi duvarlarıymış. Hastanede yatan akıl hastalarının kimileri, bahçe duvarlarının yanındaki kaldırımdan yürüyerek gelip geçenlere laf atıp rahatsız ettikleri için, kimileri de sürekli sigara, ateş, para ve sair akıllarına ne gelirse istedikleri için, semt sakinleri rahatsız olup, şikâyet edince hastane yönetimi çareyi bahçe duvarlarını yükseltmekte bulmuş.

Bahçe içinde olup da bahçeden tecrit edilmiş, hastane kapısı haricinde, dışarıya açılan başka bir kapıya sahip, duvarları lila rengine boyalı, tek katlı prefabrik poliklinikleri geçip de ilerdeki ana kapıdan içeri girerken kapıdaki güvenlik görevlisi tarafından durduruldum.  İlk kez geldiğimi, merak ettiğimi, bahçede biraz gezip içeriyi görmek istediğimi söyledim ama izin vermedi.  Tekrar polikliniklere dönmek zorunda kaldım.  Giriş koridorunu kesen uzunca koridorun her iki yanına sıralanmış on beş psikiyatri polikliniğinde görevli psikiyatristler hastalara hizmet veriyordu.  Koridorda boş bulduğum bir bekleme koltuğuna oturdum. Nasıl etsem de hastane bahçesine girsem diye düşünmeye başlamışken duvarlara serpiştirilmiş resimler içerisinde çizilmiş kadın portreleri çok dikkatimi çekti.  Kalkıp daha yakından baktım. Portrelerin altındaki “Talihsiz Ressam” imzasının hastanede yatan bir ressama ait olduğunu söyledi danışmadaki görevliler.  Hastaların hemen hepsi anti depresan ilaç yazdırmak için gelmişlerdi. Ancak biri vardı ki, durumu ağırdı. Belki de hiç iyileşmeyecekti.  Sırım gibi boylu, gür saçlı, açık yeşil gözlü, yirmi ikisinde omuzları çökmüş bir köy çocuğu, adı Fatih… Ben ona hep “Yakışıklı” dedim. Çok hoşuna gitti, hep duyunca gülümsedi.  Annesinin anlatışı,  küçükken havale geçirdikten sonra böyle olmuş…  Zekâsı gelişmemiş zararsız bir genç Fatih.  Günlerini köyünde bir aşağı, bir yukarı dolaşarak geçiriyormuş. Sürekli dolaşmaya alıştığı için, bir yerde durup, bekleyemiyor.  Muayene sırası beklerken tahta koltuğa oturtmakta çok dil döktü anne ve babası.

Danışma görevlileriyle biraz sohbet edince psikiyatri polikliniklerinin dışında bir aile hekimi ve bir de diş polikliniği olduğunu söylediler. Aile hekimi odası oradaydı ama diş doktorunun odasını görememiştim. Hastanenin bahçesinde olduğunu ama sadece diş çekimi yapıldığını söylediler. Dişlerimde çürük olmamasına rağmen, alt çenemim sol yanında en sondaki azı dişimin dolgusunda yaklaşık bir haftadır hassasiyet oluşmuştu. Onu göstermek bahanesiyle hastane bahçesine girebilecektim. Hemen bir numara aldım, sıra bana gelince kimliğimi verip kaydımı yaptırdım ve diş polikliniğine sevkimi aldım. Artık bahçenin her yanını gezebilirdim.

Ana kapıdan girerken elimdeki sevk belgesini gören güvenlik görevlisi bu sefer nereye gittiğimi sormadı bile.

Hastanenin kiremit rengi dekoratif tuğla ile kaplanmış taglı kapısından girip biraz ilerlediğinizde sol tarafta, pencere ve kapıları kemerli, Osmanlı tarzı 2 katlı ana hizmet binasını görürsünüz. Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte Hafsa Sultan adına yapılmış tarihi Manisa Bimarhanesi terk edilmiş, içinde başta fıstık çamı olmak üzere birçok ağacı barındıran bu huzur verici yemyeşil bahçeye taşınmış ve günümüze kadar bu binada hizmet vermeye devam etmiştir. Yürümeye devam ederseniz karşınıza bir heykel çıkar. Birbirlerine çok benzeyen,  biri elleri arkada, ayakta duran diğerleri ise onun beline ve bacaklarına sarılmış üç çıplak adam ve hepside değişik açılarla semaya bakıyor, üzgün yüz ifadeleriyle sanki tanrıya “Ne olur yardım et, kurtar bizi” diyor. Birkaç görevliye sorduktan sonra heykelin adının “Umut” olduğunu öğrendim…

Bahçeyi gezmeden önce Dişlerimi göstermek üzere diş polikliniğine gittim. Benden başka hasta yoktu. Doktora Azı dişimi gösterip hassasiyet oluştuğunu söyledim. Doktor muayene etti ve amalgam dolguda aşınma olduğunu, dişin sağlam olduğunu, aslında sadece çekim yapıklarını, ama dişin dört çeperi de sağlam olduğu için amalgam dolgu da yapabileceklerini söyledi. Ya da eğer istersem diğer dolgu seçenekleri için devlet hastanesine sevk edebileceğini söyledi.  Eskisi gibi amalgam dolgu yapmasının benim açımdan bir sakınca doğurmayacağını söyledim. Doktor hanım, dişi uyuşturmak için iğne isteyip istemediğimi sorduğunda ise istemedim. “Acırsa yaparsınız.” Dedim. Neyse ki doktor hanımın elleri hem hızlı hem de hafifti. Küçük birkaç sızının dışında dişimi acıtmadığı gibi bir de dişimin minesini güçlendirmek için flor sürdü ve “İki saat yeme içme yok.” Diyerek gönderdi beni.

O çok beğendiğim, urgancılar, hırdavatçılar, semerciler, kunduracılar, camcılar, aynacılar ve değişik işlerle uğraşan tacirlerin olduğu eski otantik Manisa çarşısına gidip gezmeden önce hastane bahçesinde biraz dolaşayım istedim.  Çok değişik meyve türü ağaçlar olmasına rağmen çoğunluk fıstık çamı hâkim bahçedeki dokuya. Girişte sağ tarafta hasta ve hasta ziyaretçilerinin bir araya gelerek çay kahve içtiği, sohbet edip özlem giderdiği büyük bir kantin var, kantinin biraz ilerisine –yakında cami olmadığı için olsa gerek- namaz kılmak isteyen ziyaretçi ve hastalar için küçük bir mescit de kurulmuş. Yer yer küçük süs havuzları ve bu havuzların etrafında dinlenilebilsin diye banklar yerleştirilmiş. Görevli çalışanlar hastaları yemekhaneye olsun, kantine olsun gruplar halinde nezaret ederek götürüyor, hastaların her türlü sıkıntılarıyla ilgileniyorlar. Bahçede yalnız gezen hasta göremedim. Bir yerden bir yere gidiş gelişler gruplar halinde yapılıyordu.  Tek katlı prefabrik hasta yatakhaneleri bahçenin değişik yerlerine yayılmış, yeni gelecek hastaları bağrına basmak için bekliyorlardı.  

Ressam gibi diğer talihsiz hastaları gördükçe bu güzel bahçede daha fazla tutamadım kendimi,  Hastane bahçesinden çıkmadan önce Umut’a son kez baktığımda, birbirine sarılmış o üç hüzünlü başın hala göğe dönük olduğunu gördüm…  Bir müddet Manisanın ilk yerleşim yerine doğru yürüdükten sonra Hükümet konağı ile kurşunlu han arasındaki II.Bayezid’ın eşi Hüsn-i Şah Sultan tarafından yaptırılan cami, medrese, imarethane ve sıbyan mektebinden oluşan Tarihi Hatuniye külliyesinin şadırvanında yüzümü yıkayıp geniş avludaki banklardan birinde bir müddet oturup dinlendikten sonra Manisa’nın eski çarşısına doğru kendimi kaybetmek üzere tekrar yola koyuldum.  

 

Adnan Şişman

02.Aralık.2013, Salı, 21.50, İzmir

 
Toplam blog
: 177
: 9
Kayıt tarihi
: 21.08.15
 
 

1961 yılının sıcacık Temmuz ayının 12. Günü sabah serinliğinde, Üsküdar Zeynep Kamil doğum hastan..