Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Şubat '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Akıllı hayatlar...

Akıllı hayatlar...
 

Akıllı değil hayat, ne zaman ne yapacağı belli olmuyor.

Ne zaman güldüreceği, ne zaman ağlatacağı, ne zaman öldüreceği de çok zaman belli değil...Eh, o bizimle eğlenirken biz hep tribünde duruma bir seyir halinde mi kalacagız.? Doğrusunu isterseniz beni bozar bu pasifizm, bir şekilde bile olsa hayata müdahale etmeliyim, ki en azından duruma dahil oldum diyebilmek için. Evet akıllı durmuyor, iki dakika delikanlı olmuyor hayat. Hiç durmadan korkular, kurgular, deneyler, yıkımlar ve coşkular sunuyor bize. Biz de bunları biriktirip, toplama çıkarmalar, çarpma bölmeler yapıyor eldeki verilerden postülatlar çıkarıyor, bir yaşam kurgulamaya çalışıyoruz. Hem de sonlu ve bir perdelik oyun oldugunu çogu zaman unutarak.

Küçük deneyler yapıyoruz, sonuçlarını bekliyoruz ve sonuçlara göre kararlar alıyoruz. Büyük denemelere ise zaten korkularımız izin vermiyor. Acıdan, kırılmaktan, aldatılmaktan, yenilmekten ne kadar çok korkuyoruz.. . Herkes bir akıllı bir akıllı ki sormayın gitsin, ama anlaşılamayan bir tek şey var: Bir tamam akıldan ibaret hale gelen insanoglunun ne yalnızlıgı, ne acısı, ne korkusu ne de mutsuzlugu sona ermedigi gibi biteviye sürüyor ve bir tuhaf trajedidir ki anlayana aşk olsun…Yoksa bir komedi hali varda, serde erkeklige leke düşmesin deyu, düştügümüz sersemligi itirafa mı korkuyoruz. Bir tuhaf ironi, kör olmuş bir ruhun aymaz paradigması sanki.

Oysa yaşam denen şey; ne deneyleri, ne sonuçlarını ne de karar verme sürelerini bekleyecek kadar hem ne uzun hem de hesaplanır bir şey değildir.

Kaçıp gidiyor işte!

Ucundan kıyısından yakalayabiliyorsan ne ala, yakalayamıyorsan derdine yanmakla kalırsın..Denerken yaşamayı becerebilirsen bir şansın var, yoksa ertelersin ve ertesi gün durumu farkedersin, tabi şansın varsa. Bir tamam uzun aglamaklı tiradların, yürek parçalayan arabeskin kaynagı bile budur sanki. Çogu zaman aşkı bile dogru yaşayamadıklarını itiraf ta edemez ve sanki giden vefasız olan aşktır, ama onu da ne ölçüde sarıp sarmaladıgını sorgu etmeye yüregi bile elvermez insanoglunun çok zaman.

Hayat deli bir oyun gibidir. Çılgın bir hızla ve sen ne olup bittiğini anlamadan, çaglayandan gelen bir su misali akıp gider. Her nedense, bu oyunda kazanan tarafın 'akıllı insanlar' olduğu düşünülür çokça zaman.

Saçma! Tam aksi 'Akıllı insanlar'ın çok zaman aşkı mutsuzdur ve örnegi de bir doludur. Ancak onların aklı çogu zaman bunu maskelemede çok işe yarar, ki buna bir diyecegim olmaz. Çünkü aşk akla ait degildir, beklemedigin bir anda gelir ve çarpar. Kör olan aşk mıdır yoksa sen mi işte orası bence de çok karışık..
Herkes bir iyice gözden geçirsin durumu. Çok zaman bir çogumuzun aşka dair “mit”leri vardır, ama bilmeyiz ki birimize ait olan bir mit digerimizin ilgi alanında bile degildir. Birimiz der ki”..sahici aşk karşılıksızdır..” öteki ise “beni gerçekten sevseydi….yapardı ederdi…” “Aşk kıskanmaktır “diyen birinin “..aşk özgürlüktür.”diyen birine olan aşkını düşünebiliyor musunuz? Kendinden menkul bir borsa gibidir ortalık, kimin kime üstünlügü, kimin düşen deger oldugu bir muammadır. Sanki bir körler sagırlar borsası gibi.

Kerameti kendinden belli karşılaşamayan bu mitler, birer sorgusuz evrakı metruke gibi arşivde yerlerini alır çogu zaman. Herkes ilişkilerini tanımlar, bir kendine has durum yaratır ve sonra bir başka kendine has ilişki tanımı yapanla debelenerek aşkı yaşamaya çalışır. Kaybeden de çogu kez neyi, nasıl ve niçin kaybettigini bile anlayamadan kendisini bir karanlık sorgu odasında boşluga konuşur bulur. İşkence odası haltetmiştir!

Beklentisiz sevemiyoruz arkadaşlar, ürettigimiz her beklenti ise sonrasında bir mite dönüşüyor biz de kolayı seçip ölümün suçunu başkasına atıp, aşkı cenaze törenine döndürüyor ve çok zaman da haberi komşulardan dedikodu arasında alıyoruz. Hem gözü yaşlı hem de ne hazin bir durum.Üstüne üstlük hele bazıları vardır ki, bazen bu cenazenin imamı bile olmaya soyunur halde olup cemaati, ölünün tanrı katında cennete gitmesi için duaya bile ikna eder.

Bu mantıklıların çok zaman paraları da vardır ama yaşamları bir endişe ve şüphe sarmalının içinde dönenir durur. Mantık evliliği yaparlar ama tutku yoktur, hayal ise yanlarından bile geçmez.... Paralı, kariyer sahibi, başarılı arkadaşları vardır ama dostları yoktur; yalnızdır onlar... Akılları çokça zaman iki yüzlülüklerini sürdürmeye bir araçtır ki, işte bu noktada şapka çıkarmak gerekebilir. Anlatacak ilginç öyküleri yoktur; zira sıradan, korkak, güvenli ve huzurlu bir yaşamdan öykü mü çıkar sorarım sizlere?

Akıllıdırlar ama simetrik ve monoton bir yaşam içinde, gol atmadan ve durmadan kalelerini savunarak debelenip dururlar. Konforlarından, paralarından, güvencelerinden vazgeçemedikleri için, özgün bir dünya kuramazlar kendilerine ve çevrelerine. Zavalli bir durum vardır, ama gözle kalsa iyi ruhta kördür onu da göremezler.

Durmadan savunma halindedirler. Sevgililerine, arkadaşlarına, patronlarına, çalışanlarına kendilerini savunmakla geçer hayatları. Yaşamın deliliğinden tırsarlar ve durmadan acıya karşı savunmada kalırlar... Savunma yapmaktan imanları gevrer ve atak yapmaya halleri kalmaz. Yani, kendi yaşamlarına müdahil bile olamazlar.

Senecca'nın da dediği gibi: "Vazgeçmeye hazır ve istekli olanlar dışında hiç kimse hayatın gerçek tadını alamaz". Önyargılardan, deneylerden, sıradan mutluluklardan, huzurdan, güvende olmaktan, paradan ve kariyerden vazgeçmeden hayatı yakalamak olası mıdır? Hiç sanmıyorum arkadaşlar…

Kafam bazen bir çingene bohçası gibi.. Yani çok renkli ve bir o kadar da belirsizliklerle dolu.Kendime söz dinletemiyorum, bazen korkuyorum da ama bir o kadar da heyecanlı ve hevesliyim.

Cervantes, Don Kişot'a şunları söyletirken benimle aynı kaygıları taşıyordu herhalde: "Hangisini tercih ederdin; akıllı deliliği mi, aptalca akıllılığı mı?"

Ben çoktan deliliği seçtim. Elbette 'akıllı deliliği' seçtim. Deliliğim, aklın ve gerçeklerin inkarı değil; onlara rağmen, durum hakkında bilgi sahibiyken seçilmiş, tercih edilmiş bir delilik.Yoksa bazılarının sandıgı gibi safiyetten veya aptallıktan gelen bir hal-i pür melal degil bu. …

Aklın süsü dil, dilin süsü ise sözdür..Aklın kaynagında bilgi, bilginin kaynagında ise çogunu başkalarından ögrendigimiz ve genellikle aslı bize ait olmayan “şey”ler var…Şimdi bu durumda biz nerede duruyoruz ve aklımızın bize çagrıştırdıgı düşüncelerin ne kadarı bize ait, ne kadarı ise başkalarından edinilmişlige , bir iyi düşünmek gerekiyor…Bence en sahici bilgi kendi yaşarken deneyimlediklerimizden edinilendir ve bizi de degerli kılan o bilgidir.

Nasılsa hayat deli; ne zaman ne yapacağı belli olmuyor... Korkunun ecele faydası yoksa; ölüm geldiğinde ben burada kahkahalarla eğleniyor olacağım ve sanıyorum dudaklarımda hafif bir gülümseme ile teslim olacağım ona.İşte o zamanda şaşıran ben degil, o olacaktır.

Mutlu aşk yok diyorlar, ben de diyorum ki bu aşkın suçu değil; hem mutlu aşk var, belki delice yaşanırken yazmaya fırsat olamadıgından yoktur sanıyor herkes..Ayrıca aşkın mutsuz biteni de çok olabilir, ama biten bir aşkta bile asıl kalan izin nasıl bir iz oldugu çok önemlidir.Acısı bile bizi insan kılmaya bir imkan olabilir.

Ben her defasında aşka yenilmeyi deneyecegim, geride sahici olan ve teslim olmaya deger pek fazla bir şey oldugunu da sanmıyorum.

O halde serbest bırakalım karanlık odalardan tutkuları....Biraz cesaret, biraz hayal ve biraz da kaygısız bir yürege ihtiyaç var.

Yoksa kısa bir süre sonra çürüdügünüzü fark edeceksiniz dostlarım, ama çürüyene de çare yoktur işte…

İşte arşın, işte mezar..

Şubat/2008...istanbul

..boşluga bir taş attım , elbet göktaşı olup düşer bir gün/istanbul/2008

 
Toplam blog
: 88
: 1115
Kayıt tarihi
: 09.01.07
 
 

Ankara SBF'yi bitirdim. Öğrencilik yıllarında gazetecilik, sonrasında uzun yıllar özel sektörde ü..