Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Kasım '20

 
Kategori
Deneme
 

Al Kız

Elbisesi yırtık, tiftiklenmiş saçları, yüzünde yorgunluğun ve umutsuzluğun hâkim olduğu, yaşlılıktan mı yoksa yılların omuzlarına yüklediği yorgunluktan mı bilinmez kamburu çıkmış, değneğine tutunarak kızgın topraklarda yavaş adımlarla yürümeye çalışmaktaydı.  Yürürken bir yandan da gözleriyle çevresini kontrol etmekteydi. Ucu bucağı gelmeyen çorak topraklarda “Yeni bir şey bulabilir miyim” umuduyla… Bu, umutsuz biraz da sitemkâr bakışlarla çevresini ilk kontrol edişi değildi. Bazen her gün, bazen de aralıklı zamanlarda bu çorak topraklara gelirdi. Toprağın kızgınlığını ayak tabanlarında her hissedişinde hüzünle öfke karışımı bir duygu tüm benliğini kaplar, yüksek sesle bağırmak ve ağlamak isterdi. Ama bir türlü olmuyor, olamıyordu. Kendisi de görünen topraklar kadar çorak ve ıssızdı.

Gözlerini çaresizce çevrede dolaştırırken;

 “Bu çorak topraklarda ne arıyorum ki” diye düşündü. Bu düşünce tam tüm ruhunu ve kalbini kaplamak üzereydi ki ileride daha önce görmediği farklı bir şey gördü. Önce; “kızgın güneş ve sıcak altında hayal görüyorum herhalde” diye söylendi. Ama aynı yere birkaç kere daha bakmaktan da kendini alıkoyamadı. Sonra, içini kemiren meraka yenik düştü. Değneğine tutunarak olabildiğince hızlı adımlarla gördüğünün ne olduğunu anlamak için oraya gitti.

Gittiği yerde gördüğü kendisini şaşkına çevirdi. Aradan geçen onca yıldan sonra, ilk defa güneşin yakıcı sıcaklığı, toprağın tüm kızgınlığı ve çoraklığına rağmen bir çiçek büyük bir direnç ve inatla yüzeye çıkmayı başarabilmişti. Ancak, susuzluk, yakıcı güneş ve sıcak karşısında verdiği onca mücadeleye rağmen boynu bükülmüştü. Yaşlı ve yorgun kadının gözlerinde bir ışık belirdi. Heybesindeki su şişesini çıkartarak çiçeğe ”Al, bu senin can suyun olsun, senin ölmene izin vermeyeceğim” dedi. Yorgunluğunun geçmesi için bir süre çiçeğin yanına oturdu. Çiçeği, sevdi, okşadı onunla uzun uzun dertleşti. Daha sonra yavaşça ayağa kalktı. Geldiğinden çok daha dik ve emin adımlarla evinin yolunu tuttu.

Her gün çiçeği ziyaret etti, yaptıklarını bir tören, bir ritüel yapıyormuşçasına tekrarladı. Bu arada çiçek güçlenmiş ve büyümüştü.

Bir gün çiçeğin yanına gittiğinde çiçeğin tomurcuklandığını gördü. “Bakıyorum al al tomurcukların olmuş. Bende, bu al tomurcuklarına ithafen al kızım diyeceğim sana” dedi çiçeğe.

Yaşlı kadının ruhuna can gelmişti. Sanki baktığı çiçek değil de kendi kızı idi.

Bir akşamüstü, al kız’ın yanından eve dönerken, yürümekte zorlanan hatta çoğu zaman dengesini kaybedip yere düşen bir adam gördü. Elinden geldiğince adımlarını hızlandırarak yanına gitti. Çömelerek adamın başını tuttu. O sırada, adam yarı anlaşılır bir şekilde “Suuu” diye inledi. Kadın avucuna biraz su dökerek adamın dudağının çevresine sürdü ve içirdi.

“Sağ ol” dedi adam.

“Bu kuş uçmaz kervan geçmez yerde ne işin var” diye sordu kadın.

Adam “Ben ölmek üzereyim, sayılı günüm kaldı. Son günlerimi burada geçirmek istedim” diyerek ekledi “Ben karımın ve çocuklarımın yanında ölmek istedim” …

Kadın, “Onlar nerede ki" diye sordu.

“Onlar bu çorak topraklarda… Zamanında onlara ne sevgi, ne anlayış ne de ilgi gösterdim. Önce kendimi, kendi istek ve zevklerimi düşündüm. İstediklerimi yapmadıklarında gerek çocuklarımı gerekse karımı hırpaladım, aşağıladım, sövdüm, saydım. Bir akşam incir çekirdeğini doldurmayacak bir sebepten öfkelendim her zamanki gibi onlara saldırdım ve öldürdüm.” dedi.

Bunun üzerine yaşlı kadın sesine hâkim olamayarak,

“ A be oğul ! Sen ne yaptın… Karına ve çocuklarına tüm bu zalimlikleri yaparken hiç mi düşünmedin” diye sordu ve devam etti

“Bak oğul, sen de bir ananın karnında dokuz ay bekledin, doğdun, büyüdün, evlendin, çocukların oldu… Seni doğuran anan gibi karın da bir anaydı, karının analığını, kadınlığını niye hor gördün, hırpaladın, aşağıladın ki…Sayılı günüm kaldı diyorsun…Peki seni kucaklayacak, bağrına alacak olan kim…”

“Toprak Ana” dedi adam,

Kadın konuşmaya devam etti.

“Gördün mü bak bir anadan dünyaya geldin, bir başka ananın kucağına döneceksin…O zaman analara, kadınlara olan bu kin, nefret, kızgınlık neden…”

Adam “Pişmanım” derken gözlerinden  iki damla yaş süzüldü ve son nefesini verdi.

Kadın, acı ve kızgınlık dolu bir sesle;

“Olmaz oğul ! Pişmanım demekle olmaz ! Kadınları çorak, umutsuz, yarınsız bırakmak hiç olmaz!!!” dedi ve adamı olduğu yerde bırakarak yoluna devam etti.

Birkaç gün sonra al kız’a su vermeye gittiğinde bir sürü al kız çiçeği gördü.

Al kızlara birer birer can geldi. Hep bir ağızdan “ Ben kadınım, ben anayım…Unutmayın, bir anadan dünyaya geldiniz ve bir ananın kucağına döneceksiniz” diye seslendiler….

 

 
Toplam blog
: 226
: 1337
Kayıt tarihi
: 26.01.07
 
 

1960 İstanbul doğumluyum. Kitap okumayı, yazı yazmayı, resim yapmayı ve yabancı dil'den Türkçe'ye..