Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Mayıs '19

 
Kategori
Öykü
 

Aldanmak

          İki katlı villamızın üzerinde her an ağlamaya hazır bulutlar dolaşıyordu. Hani sıkmayı başarsan, suları koca bir havuzu dolduracak, irinini akıttıkça rengi aklaşacak olan bulutlar. Öfkeyle birbirlerine çarpıyor, aslan misali kükrüyor, fakat kavgaya tutuşup da kan akıtmıyorlardı. Koyu, kopkoyu bir ışık vuruyordu, çam ve ladin ağaçlarının yeşilliğinin, güllerin kırmızısının ortasında yükselen gösterişli gelinin camlarına. Her şey, ama her şey bir filmin senaryosundaki rollerini oynuyor gibiydi. Öyle uyumlu, öyle mecbur, öyle yaratıcılıktan uzak.

              Ben bankada çalışıyordum kocam ise büyük bir şirketin sahibiydi. Sarı, pırasa saçlı, kırmızı yanaklı bir kızımız olunca ben çalışmayı bıraktım. Dizleri çıkmış eşofmanımın üstüne geçirdiğim kusmuk lekeli tişörtüm, taranmamaktan tiftiklenmiş saçlarım ve ölü balık gibi bakan gözlerimle muhteşem bir ev hanımı ve anne olmuştum. Bu durum 1,5 yıl kadar sürüp, ardından kendimi biraz toparladıysam da hiçbir zaman çocuksuz zamanlarındaki bakımlı halime geri dönemedim. Kocamda ise değişen bir şey olmadı. Her zamanki gibi işe gitti geldi, her zamanki gibi giyindi, her zamanki gibi arkadaşlarıyla buluştu. Eve geldiğinde de bir kızı olduğunu hatırladı ve biraz sevdi onu, o kadar. Komşularım bana hep kendine özen göstermekten, bakımlı olmak gerektiğinden, kocayı elde tutmanın zorluklarından falan bahsetmeye başlamıştı kızımızın doğumundan sonra. Ben ise sinir oluyordum bu söylemlere. Hamilelikti, doğumdu derken şekilden şekle gireceğim, çocuk bakarken saçıma tarak vuracak vakit bulamayacağım, bu sırada beyimizin hayatında hiç ama hiçbir şey değişmeyecek ama ben o elimden kaçmasın diye olmayan gücümü sarf edip bakımlı olmaya çalışacağım öyle mi? Düpedüz haksızlık.

              Zaten kocam enteresan bir adamdı. Özgürlüğüne çok düşkün, tek eşliliğe zerre inanamayan bir insan olarak nasıl oldu da evlilik gibi bir kuruma ikna oldu hala çözebilmiş değildim. Meğer ne kadar aldanmışım. Meğer iknası sadece imzadan ibaretmiş.

             O gün, bulutların kararmadan önce tüm ihtişamıyla parladığı, aralarından sızan güneş ışığının gelinimizin camlarına vurup kırılarak gökkuşağına dönüşüp renklerin tüm çimenlere dağıldığı o gün masum gün. Kocamın doğum gününü kutlayacaktık. Güller, ortancalar ve papatyaların renkleriyle yetinmeyip başka renkler de katmak istemiştik bahçemize. Pek güzel, pek alımlı olmuştu gelinimizin etekleri.

            Misafirler yavaş yavaş gelmeye başladığında kocam, ben ve 2,5 yaşındaki paytak ördeğimiz uyumlu ve göz alıcı kıyafetlerimizle hoparlörlerden yayılan naif müzik eşliğinde hafif hafif dans ediyorduk. Gündüzün büyülü ışıltısı yerini akşamın parlak karanlığına bıraktığında, davet ettiğimiz herkes gelmişti. Daha doğrusu ben öyle zannediyordum. Nereden bilebilirdim ki kocamın kafasını sürekli kapıya çevirmesinin bir anlamı olduğunu. Bir an ona takıldım. Gözlerini  kapıya öylece dikmiş, soluk alıp verişinde belli belirsiz bir titreme. Derken gözbebekleri hızlanan müziğin ritmine ayak uydururcasına hareketlendi, solukları sıklaştı, ellerini nereye koyacağını bilemez halde içkisine sarıldı. Gayri ihtiyari kapıya baktım ben de. Danteli andıran işlemesiyle yoldan geçenleri bir kez daha dönüp baktıran bahçe kapımızdan içeri bir çift giriyordu. Şarap kırmızısı elbisenin üzerine rastgele serpiştirilmiş ışıltılar, bahçemizden vuran ışıkla birleşince görsel bir şölen oluşturmuştu. Kadın, sahneye çıkar gibi ağır adımlarla ilerliyordu oturduğumuz masaya doğru. Birden kapıldığım vahametten kurtularak, kocamı dürttüm “hayatım, misafirlerimiz geldi, hadi karşılayalım” Onlara doğru ilerlerken bir yandan da bu çiftin kim olabileceğini düşünüyordum.

“Hayatım tanıştırayım, son çalıştığım projenin ana sponsoru firmanın sahibi Ahu Hanım, eşi Mehmet Bey”

“Memnun oldum” dedim içten olmayan bir gülümsemeyle içten bir yalanı saklayarak “ben de Esra”

“Ben de memnun oldum” dedi Ahu

“a, şey siz eğlenmenize bakın lütfen, ben kızıma bir göz atmalıyım” dedim bir an önce yanlarından kaçmak için.

             Kadının gözlerindeki ışık, kazanılmış bir zafer havası hissettirmişti bende ve bu midemi felaket bulandırmıştı. Yanıma kızımı da alıp diğer konuklarla ilgilenmeye başladım. Böylelikle mide bulantımı da hafifletebilirdim.

             Gece iyice hızlanmıştı. Dans edenler, sohbetleri koyulaşanlar, içkinin sınırını bilemeyip dağıtanlar, yanakları kırmızılaşıp hafif hafif keyiflenenler. Her türlü misafirimiz vardı. Ben herhangi bir şey içmemiştim. Algım tüm gece açık olmalıydı ki, geceyi yönetebilmeliydim. Aaah, keşke körkütük sarhoş olsaymışım.

              Pastanın getirilme zamanı gelmişti. Kocama baktım, ortalarda yoktu. Bu iyiydi, “sürpriiiiiiz” diye bağırabilirdik. Davetliler uygun yerlerini aldı, pasta sessizce ortaya getirildi. Şimdi gecenin kahramanını bulmaya gelmişti sıra. Bahçenin etrafında dört döndüm fakat bulamadım. Tam büyük bir merak içerisinde eve girecektim ki, evin duvarına vurmuş olan çam gölgesinin hemen yanı başında ağacın gölgesinden ayırt edilmesi pek zor bir hareketlilik sezdim. Sessiz adımlarla duvar dibine doğru yanaştığımda, o hareketliliğin kocamla, Ahu hanım olduğunu anladım. Sessizce fısıldaşıp gülüşüyorlardı. Hatta kocam daha da ileri gitti ve  Ahu yu öptü. Kımıldayamadım o an. Ayaklarım sivrilmiş, tepemden birkaç çekiç darbesiyle toprağa gömülmüştüm sanki. Nice sonra bulunduğumuz tarafa gelen konukların sesini duydum da, ben de yalandan yere kocama seslenmeye başladım.

“Hayatııııım, hayatıııım, nerdesiiiii”

              Offf sesimi kontrol etmeye çalışmaktan, gözyaşlarım akmasın diye uğraşmaktan cümlemi bile tamamlayamamıştım. Başım dönüyor, midem ağzıma geliyor, bayılmamak için kendimi zorluyordum. Neyse ki daha fazla aramama gerek kalmadı, dikkat çekmemek için farklı farklı zamanlarda ortaya çıktılar.

“iyi ki doğdun Meeesuuuut, iyi ki doğdun Meeesuuut, mutlu yıllar saaaanaaaa”

              Hep bir ağızdan doğum günü şarkısı söylenirken baktım da, kocam hiç de mutlu görünmüyordu. Ben mutsuzdum. Ben çok öfkeli, çok kırgındım. Ancak o niye böyleydi acaba? Suçluluk? Pişmanlık? Mahkûmiyet? Korku? Niye çene kemikleri kasılı ve şakaklarındaki damarlar şişkindi? Dudaklarını niye kemirip duruyordu?

              Anlam vermekte zorlanıyordum. Gururuma yedirsem, “hayatım neyin var” diye yanına gidip saçlarını okşayasım vardı.

Bir anda sadece beni değil, bahçedeki herkesi tüm duygularından, tüm düşüncelerinden koparan bir haykırış koptu. Mehmet bey elindeki silahı kocama doğrultmuş;

“Mesuuuuuut! Ahuuuuuu! Bunu yapmayacaktınız! Beni aldatmayacaktınız”

Diye bağırdı.

              Davetlilerden homurtular yükseldi. Herkes çok şaşkındı ve korku içindeydi. Ben  kızıma mı koşayım, kocama mı yoksa adamın yanına gidip yalvarayım mı diye düşünürken “paaat”. Gelinliğe kan sıçramıştı bile.

             Haftalar sonra. Ahu'yla bir aradayız. Cenazeydi, taziyeydi derken olan biteni hiç konuşamamıştık. Meğer Mehmet Bey sezermiş Mesut'la, Ahu'nun arasındaki ilişkiyi. Araştırmış öğrenmiş. Ahu hamileymiş Mesut'tan. Boşanacaklarmış şimdi. Hele bir, kaç yıl ceza alacağı kesinleşsin ondan sonra bakacaklarmış o işe.  Ben mi. Ben ne anlatayım ki? Kocam beni aldatıyormuş. Ben ona aldanmışım. Ben hiç anlamamışım. Hepsi bu.

             Ahu'yla ilk ve son görüşmemiz. Aynı adamın geride bıraktıkları olarak bir kere olsun görüşmeye mecburduk. Ağlamaya hazır bulutların altında, yazılmış senaryolarımızı oynamalıydık.

 

 
Toplam blog
: 8
: 96
Kayıt tarihi
: 17.05.18
 
 

1982 yılında İstanbul'da doğdum. Mimarsinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Matematik bölümü mezuyum. Ç..