- Kategori
- Anılar
Almanya Yazıları -2

Nürnberg Kapısı (Nürnberg Burg)
Okul müdürü Bay Müller beni önce öğretmenler odasına götürüyor. Kısa bir tanıtım. 40’a yakın öğretmen. Hepsi de
Alman. Kırmızı saçlısından tutun mini eteklisine, sakallısından tutun futbolcu şortlusuna kadar 40 çehre.
Birçoğunun “hoş geldin”i çok farklı. Kimi masaya vuruyor hafifçe, kimi “yaşasın” anlamına gelen bir Almanca ünlem
kullanıyor. Şaşkınım ki ne şaşkın. Bay Müller ilk ders için Türk sınıflarından 9 - E’ye götürüyor. Yine kısa bir
tanıtımın ardından beni sınıfta öylece bırakıyor.
Sınıf kapısının önünde öylece kala kalıyorum. Tutulmuş gibiyim. Zoraki bir hareketle öğretmen masasının yanına
kadar gelebiliyorum. Destek için ellerimi masaya koyuyorum hafifçe. Öğrenciler anlıyor acemiliğimi. Bir projektör
gibi tarıyorum sınıfı: 30’a yakın bir öğrenci grubu. Yüzleri pırıl pırıl.
İlk dikkatimi çeken. Kimsede okul forması yok. İsteyen istediği gibi giyinmiş.
Kendimi tanıtıyorum. Kısa, bir hafif gürültü. Gülüşmeler ve gülümsemeler. Ardından kendilerini tanıtıyorlar.
- Ben Sevda. Samsunlu’yum.
Prıl pırıl bir genç kız. Başörtülü. Gözleri yeşil birer bilye gibi.
-Ben Hasan. Konyalı’yım.
Kısa boylu, çelimsiz. Yakasız gömleğinin altına kumaş pantolon giymiş.Güven veren bakışları var.
-Ben, Aysel. Adanalı’yım.
Göbeği açık bir tişört giymiş. Altında da yeşil bir tayt var. Kalemle özenle boyanmış gibi simsiyah gözleri var.
Ve ekliyor.
-Akşam için kimseye söz vermeyin. İlk gurbet yemeğinde bizdesiniz. Babam okul çıkışı sizi alır.
-Ben Hacer. Erzurumlu’yum. Aysel’lerin kebapları acılıdır. Bize buyurun bu akşam…
Koyu kırmızı bir başörtüsü takmış başına. Gülümsüyor sürekli. Orada doğmuş olmasına rağmen güzelim Anadolu
toprağındaki güzelim nakışları da başına işlemiş ilmik ilmik.
-Ben Levent. Konyalı’yım.
Konuşurken sol eliyle yeni terleyen bıyıklarıyla oynuyor. Tertemiz, akça pakça bir yüz.
Tanışma bitiyor. Güzelim yurdumun çeşitli renk tonlarında 27 öğrenci. Samimi, muzip, komik, karamsar, mutlu,
mutsuz ….
Sınıfta geziyorum. Kapının yanındayken başımı kaldırıyorum gayri ihtiyari. Tepemde, kapının hemen üstünde açık
kahverengi mobilyadan yapılmış bir büyük haç. Duraklıyorum. Ama sezdirmiyorum. Yürüyorum tekrar. Bir dolabın önüne geliyorum. İçinde bir sürü malzeme var. Bir bakıyorum bir mandolin. Elime alıyorum.
Öğrencilerden biri:
-Çalabilir misiniz, diyor.
Öğretmen Lisesi’nde okumanın bana tek olumlu katkısı mandolindir. Müşerref Akay’ın söylediği “Türkiye’m” parçasını
hafif hafif çalıyorum. Gözlerde uzak bir özlem, başlıyorlar parçayı hep bir ağızdan söylemeye. Gözlerim doluyor.
Zor tutuyorum kendimi.
…
Akşam yemeğini Ayseller’in daveti üzerine onlarla yiyorum. Yabancı bir ülkede sanki evinde gibiyim.
Onların bütün ısrarlarına rağmen orada kalmıyorum. Evin babası Kadir Ağabey okulun yanındaki bir pansiyona
götürüyor. Temiz, rahat bir küçük oteldi aslında. Bayan bir Alman işletiyor. Hesabı ödüyorum. Odamı gösteriyor.
Kadir ağabeyle vedalaşıyoruz.
Odamdan içeri giriyorum. Işığı yakmıyorum. Doğruca karşı pencereye yöneliyorum. Perdeleri aralıyorum. Işıl ışıl bir
cadde akıyor sanki. Büyük taş binalar, renk renk marketler, kitapçılar sıralanıyor cadde boyunca.. Battaniyenin üzerine uzanıyorum. Ne hissettiğimi bile anlamıyorum hâlâ. Şaşkınım sadece. Gözlerimi kapıyorum. Dilimde, Şairler Sultanı Necip Fazıl Kısakürek’in “Otel Odaları” şiiri. Bir Nürnberg gecesinden bir Türkiye rüyası çıkarabilecek miydim acaba?