Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Mart '12

 
Kategori
Dünya
 

Amerikan Seçimleri iyi Polis ile kötü Polis arasında geçecek !

Amerikan Seçimleri iyi Polis ile kötü Polis arasında geçecek !
 

OBAMA BUSH CLİNTON


İki büyük parti: Demokratlar ve Cumhuriyetçiler... Birer aday çıkaracaklar ve seçimler gerçekleşecek. Peki ön seçimlerle beraber iyidenn iyiye seçim havasına giren ABD’de adaylar birbirinden ne kadar farklı? Benim genç ömrümde ilk hatırladığım Amerikan Başkanı Bill Clinton’dı. Seçimlere iyi polis kontenjanından katılan ve kazanan Clinton 1999 depremi felaketinde ülkemize gelmişti. Sempatik tavırları, depremzedelere yakın ilgisi, hatta burnunu sıkan bebek ile uzun süre Türkiye gündemine hakim olmuştu. Hakkında çıkan skandal haberleri ile ise tüm dünya gündemlerini ele geçirdi. Reklamın iyisi kötüsü olmazdı belki de. Zaten sempati toplama konusunda yüksek kabiliyet sahibi Clinton, ülkemize gelişinin zor günlere denk gelmesinden midir bilinmez  en sempatik başkan olarak olarak hatırlanacak.

Yıl 2001. Amerika yine bir seçim yaşadı. Bu kez şaibe iddialarının eksik olmadığı 2001 seçimlerini eski Teksas valisi George Walker Bush Demokrat Al Gore’u geride bırakarak kazandı. Göreve geldiği ilk yıl içersinde 11 Eylül saldırıları ile karşı karşıya kaldı. Küresel İslami teröristlerce yapıldığı anlaşılan eylem Amerika’da geniş bir öfke dalgasına sebep oldu. İnsanlar küresel teröre lanet yağdırdı ve ortaya Bush doktrini kondu:
''Emrimizdeki tüm kaynakları, hertürlü istihbarat aracını, her türlü hukuki yaptırımı, her türlü mali etkiyi, ve gerekli her türlü silahı kullanarak global terör şebekesini mahvedeceğiz. Teröristlerin mali kaynaklarını kurutacağız, birini diğerine düşüreceğiz, onları bir yerden birbaşka yere kaçacakları ve sığınacakları bir yer kalmayıncaya kadar süreceğiz, teröristlere yardım eden veya onları barındıran devletleri takip edeceğiz. Dünyanın neresinde olursa olsun devletlerin bir karar vermesi gerekir: bizimle misiniz yoksa teröristlerle mi? Bu günden itibaren teröristleri barındırmaya ve desteklemeye devam eden bir devlet, ABD tarafından düşman bir rejim olarak ele alınacaktır.''
Amerika ve Amerikan Halkı Soğuk Savaş’ın ardından ilk kez kendi ülkelerine yönelen gerçek  bir tehditin yarattığı dehşeti yaşadı. Şimdi öfke ne oldukları nerede oldukları bilinmeyen küresel terör üzerinde toplanmıştı.Ülkeyi dehşet ve korku salan küresel terörden koruyacak güçlü bir lidere ihtiyaç vardı. Aranan kan kolay bulundu. Kötü polis yüzünü göstermiş ABD ordusunu önce küresel teröre ev sahipliği yaptığını varsaydığı Afganistan’a sürmüştü. İki yıl sonra ise Saddam Hüseyin’in Irak’ına: Baba Bush’un yarım bıraktığı işi tamamlamaya. Neocon(şahinler), olarak bilinen sertlik yanlısı -kimilerine göre savaş yanlısı- kanadın ülke yönetiminde bulunduğu dönemde -Şer Ekseni- yani hedef ülkeler açıklandı: Suriye, Irak, İran, K.Kore ‘’Önleyici Savaş’’ın kurbanı olacaktı belkide. Yıllar geçti Bush dönemindeki savaşlar dizisi Irak ve Afganistan ile sınırlı kaldı. Savaşların getirdiği ekonomik yorgunluk üzerine Küresel krizin yıkıcı etkileri ve ekonominin alarm verdiği bir dönemde Bush, neredeyse ABD kamuoyunun arkasından teneke çaldığı bir eski başkan olarak yerini Barrack Obama’ya bıraktı.
Obama ‘’YES WE CAN!’’ diyordu, yani evet yapabiliriz. Sadece bu slogan bile herkeste yoğun beklentiler yaratmaya yetmişti. Bush döneminin ülkede ve dünyada yarattığı enkazın ardından yoğun beklentiler doğal karşılanmalıydı. İlk siyahi başkan olması, yoğun destek alması, çok şeyi değiştireceğini vaad etmesi tüm dünyaya sempati saçtı. Kendisinden o kadar yoğun beklentiler vardı ki geldiğimiz bu günlerde Irak’tan askerlerin çekilmesi Guantanamo’nun kapatılması, savunma bütçelerinde kısıntıya gidilmesi gibi adımlar bile herkesi ikna etmeye yetmedi. Değişim diyerek gelen Obama neyi değiştirmişti? Ortadoğu politikasını değiştirmiş miydi? Belki. Halkına verdiği sözleri tutarken yani -yeni bir iyi polis- görüntüsü çizerken 2011 yılındaki devrim dalgasına verilen destek değişenin sadece yöntem olduğunu ortaya koydu. Bush ABD’si terörist ülkeye giriyor, şer rejimi deviriyor, istediği rejimi kuruyor ve işgalini uzun süre sürdürüyordu. Bu işgal safhasında karlı anlaşmalar imzalıyor, yıktığı ülkeyi yeniden inşa ederken küresel ekonomiyi canlandırıyordu. Fakat yine de bu durum çok maliyetli olmuştu. Amerikan halkına bu kadar harcamanın hesabını sorduracak kadar maliyetli... Peki daha ekonomik bir emperyal metod var mıydı?
İşte Obama ABD’si daha masrafsız ve daha endirekt bir yol seçecekti. Daha önceki devrimler dalgası olan renkli devrimler süreci çoğunlukla eski Sovyet ülkeleri için işlemişken(Ukrayna’da turuncu devrim Gürcistan’da Gül devrimi, Kırgızistan’da Lale devrimi vs.) Kuzey Afrika ve Ortadoğu için ise bambaşka planlar vardı. Bush döneminde ortaya atılan ''22 ülkenin sınırları değişecek!'' iddiaları bugün ortadan kalkmış mıydı? Yeni yönetim yeni söylemleri ile birlikte yeni eylemlerde getirecek miydi?
Daha önce ortalıklarda ‘’Büyük Ortadoğu Projesi ismi ile dolaşan iddialar ile bugün yaşananlar dikkat çekici bir paralellik gösteriyor. Ufak tefek değişikliklerden sonra yeniden gündeme alınan projede: Öncelikle işe sevimsizlik katan ‘’proje’’ isminden kurtulundu. Olaylar birer devrimdi. Demokrasi ve özgürlük için olacaklardı. Mısır ve Tunus’ta perdenin önünde sahne alınmasına gerek kalmadı. Halk harekete geçiriliyor, diktatörler devriliyor, hızla sonuç alınıyordu. Bu durum olsa olsa bir bahardı: hemde bir Arap Baharı. Süreç boyunca yaşanan olaylarda her zaman taraf olmayı tercih eden batılı güçler herkesin gözü önünde Libya’da işi bitiremeyen ‘’devrimci(?)’’lerin sırtından iterek devrimi tamamladı. Burada da geri planda kalmayı isteyen ABD olayı Avrupalı müttefiklerine ihale etmişti. Buraya kadar devrimcilere karşi hiçbir maddi ve manevi destekten kaçınmayan Batılı güçlerin eli, şimdi de Suriye’deki ‘’devrimcilerin(?)’’ sırtında. Bush’un yöntemine göre çok daha akıllıca olan bu yöntem; hedef ülkede yönetimler ile muhalifleri karşı karşıya getiriyor. Yönetimleri iç savaşlar yolu ile ele geçiren muhalifler desteği ile ABD esas amaca yani rejimleri tanzim amacına ulaşıyordu hemde hemen hemen hiç kayıp vermeden. Yakın geçmişten alınan ders, maşa varken elini ateşe sokmamaktı. Irak’ta da peşmergeleri silahlandırma yolu ile kısmen prova edilen metodun meyveleri burada toplanıyordu.
Şimdi başa dönüp Şer Ekseni’ni hatırlarmak gerekiyor. Irak’ın fiilen üçe bölündüğü, Suriye üzerinde ameliyatın sürdüğü, İran’ın sürekli tehdit edildiği ve üzerinde çeşitli müdehale hesaplarının yapıldığı günleri yaşıyoruz. Kapalı kutu Kuzey Kore ise kendisine önem atfedilerek açılacağı günü beklemekte.
ABD seçimlerini işlemesi gereken bu yazıda bu süreçlerden neden bu kadar uzun söz ettim? Çünkü anlaşılması gereken şu: ABD bir uluslararası şirket bir emperyal güçtür. Emperyal güçlerin deniz aşırı çıkarları ve deniz aşırı politikaları vardır. Bu deniz aşırı çıkarlar korunurken kullanılan enstürmanlar tarih boyunca çeşitlilik göstermiştir. Bazen diktatörleri himaye etme, bazen darbe, bazen devrim, bazense doğrudan müdehale... Önemli olan devlet politikasına bağlılık göstermek ve uzun vadeli projeleri hayata geçirmektir. İster ‘’kötü polis Bush’’ gibi doğrudan savaşla; ister Obama gibi devrim fitillerini ateşleyerek. Seçime dönersek son durum şu Cumhuriyetçi Parti’den favori iki aday adayı Romney ve Santorum eyalet seçimlerinde kapışıyor, Demokratların adayı tabii ki başkan Obama... Ama sonuç şimdiden belli ya iyi polis kazanacak ya da kötü polis.
 
Toplam blog
: 10
: 306
Kayıt tarihi
: 03.03.12
 
 

Uludağ Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü 3. sınıf öğre..