Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Eylül '21

 
Kategori
Tarih
 

Anadolu'nun sırdaş askerleri

Yitik Askerler

 

Dursun ÖZDEN (Travel Writer-Poet)

 

“Milli Mücadelede Yitik Askerler” ve “Türk Gezi Edebiyatı” üzerinde yaptığım araştırmalar kapsamında; Falih Rıfkı Atay’ın “Zeytindağı” ve Faruk Nafiz Çamlıbel’in “Han Duvarları” kitabını okumaktayım, yeniden… 

 

Adı sanı, yaşı, kişiliği, memleketi, açık adresi ya da kimliği belirsiz binlerce yaralı ve hasta gazi askerlerden herhangi biri olan Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’ın sırdaş öyküsü; pek çok şair ve araştırmacı yazara esin kaynağı olmuştur… 1889 doğumlu Faruk Nafiz; 21 Mart 1923’de, 24 yaşında genç bir şair ve edebiyat öğretmeni olarak, tren ile İstanbul’dan Ulukışla’ya gelmiştir. O tarihte Ulukışla, Bor, Niğde ve Kayseri demiryolu hattı olmadığı için (Bu demiryolu hattı: 3 Mayıs 1933’de açıldı), yaylı denen at arabasıyla üç gün süren bir yolculuğun ardından, Kayseri’ye gelen Faruk Nafiz Çamlıbel, yol boyunca Ulukışla Öküz Mehmet Paşa Hanı, Niğde Ak Medrese ve İncesu Kara Mustafa Paşa Hanı’nda konaklayarak Kayseri’ye ulaştığı bilinmektedir. Faruk Nafiz’e esin kaynağı olan bu yol hikayesi ve konakladığı hanlarda tanık oldukları insan manzaraları, doğal olarak genç şairin kaleminden çıkan şiirin yol öyküsü olan ve bir uzun manzum destan denilen, o ünlü “Han Duvarları” şiirini yazmıştır. Faruk Nafiz bu yolculuğu sırasında son konakladığı yerde, İncesu Kara Mustafa Paşa Kervansarayı’nda, hancı ile konuşması şu dizelerle dile getiriyor:   

 

“Uykuya varmak için bu hazin günde, erken,

Kapanmayan gözlerim duvarlarda gezerken

Birdenbire kıpkızıl birkaç satırla yandı;

Bu dört mısra değil, sanki dört damla kandı.

Ben garip çizgilere uğraşırken baş başa

Rastlamıştım duvarda bir şair arkadaşa…”

 

şeklindeki mısralarla aktardığına göre; Faruk Nafiz, konakladığı handaki odasında uyumaya çalışırken, kendinden önce bu handa konaklamış olan Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’ın yazdığı ve birden gözleri duvardaki şu dizelere ilişiyor:

 

“On yıl var ayrıyım Kınadağı’ndan

Baba ocağından yar kucağından

Bir çiçek dermeden sevgi bağından

Huduttan hududa atılmışım ben.

Gönlümü çekse de yârin hayali

Aşmaya kudretim yetmez cibali

Yolcuyum bir kuru yaprak misali

Rüzgârın önüne katılmışım ben

Garibim namıma Kerem diyorlar

Aslı’mı el almış haram diyorlar

Hastayım derdime verem diyorlar

Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’ım ben…”

 

Tıpkı, bir zamanlar bu topraklardan geçmiş olan Kafkas Kartalı Çerkes Mirali Bey gibi; Yemen, Filistin, Sarıkamış, Çanakkale ve Dumlupınar cephelerinde savaşmış, bir ana kuzusu yitik askerlerden biri olan Şair Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış da; Faruk Nafiz gibi pek çok şaire esin kaynağı olmuştur… (Şiirin Yol Öyküsü-Han Duvarları Belgeseli, Dursun Özden, Kategori Yayınları, 2017)

 

Öte yandan, Cumhuriyet döneminin ünlü gezi, anı, deneme, araştırma, öykü ve roman yazarı olan Falih Rıfkı Atay, Anadolu’nun yitik asker çocuklarının hesapsız, kitapsız şekilde o savaştan bu savaşa koşturulup, kırılmalarını ve Mondros Mütarekesi’nden sonra, memlekete dönüşlerinin acıklı hikayesini çok güzel yansıtır, ünlü eseriZeytindağı”nda. Falih Rıfkı Atay, “Bir yığın Anadolu çocuğunu, yurttan kopmuş, uzak Medine içinde, iskorpite ve çöle yediriyorduk” dedikten sonra, Osmanlının Arabistan ve Filistin çöllerinden geri çekilişinin acıklı hikayesini şu çarpıcı cümlelerle açıklamaktadır:

 

“Tren giderken iki tarafımızda Suriye ve Lübnan’ı sanki safra gibi boşaltıyoruz. Yarın kendimizi Anadolu köylerinin arasında Kudüssüz, Şamsız, Lübnansız, Beyrutsuz ve Halepsiz, öz can ve öz ocak kaygısına boğulmuş, öyle perişan bulacağız… Anadolu hepimize hınç, şüphe ve güvensizlikle bakıyor. Yüz binlerce çocuğunu memesinden sökerek alıp götürdüğümüz bu anaya, şimdi kendimizi ve pişmanlığımızı getiriyoruz. 

 

İstasyonda bir kadın durmuş, gelene geçene:

 

- Benim Ahmed’i gördünüz mü? diyor.

- Hangi Ahmed’i? Yüz bin Ahmed’in hangisini?

Yırtık basmasının altından kolunu çıkararak, trenin gideceği yolun, İstanbul yolunun aksini gösteriyor:

 

- Bu tarafa gitmişti, diyor.

O tarafa? Aden’e mi, Medine’ye mi, Kanal’a mı, Sarıkamış’a mı, Bağdat’a mı?

Ahmed’ini buz mu, kum mu, su mu, iskorpit yarası mı, tifüs biti mi yedi?

Eğer hepsinden kurtulmuşsa, Ahmed’ini görsen, ona da soracaksın:

- Ahmed’i mi gördün mü?

- Hayır… Hiçbirimiz Ahmed’ini görmedik. Fakat Ahmed’in her şeyi gördü. Allah’ın Muhammed’e bile anlatamadığı cehennemi gördü!

 

Şimdi Anadolu’ya, Batıdan, Doğudan, sağdan, soldan bütün rüzgârlar bozgun, haykırışarak esiyor. Anadolu, demiryoluna, şoseye, han ve çeşme başlarına inip çömelmiş, oğlunu arıyor. Vagonlar, arabalar, kamyonlar, hepsi, ondan, Anadolu’dan utanır gibi, hepsi İstanbul’a doğru, perdelerini kapamış, gizli ve çabuk geçiyor. Anadolu Ahmed’ini soruyor. Ahmed, o daha dün bir kurşun istifinden daha ucuzlaşan Ahmed, şimdi onun pahasını, kanadını kısmış, tırnaklarını büzmüş, bize dimdik bakan ana kartalın gözlerinde okuyoruz.

Ahmed’i ne için harcadığımızı bir söyleyebilsek, onunla ne kazandığımızı bir anaya anlatabilsek, onu övündürecek bir haber verebilsek…” (Falih Rıfkı Atay, Zeytindağı, MEB Yayınları, Ankara, 2001, sayfa: 112) 

 

Fakat biz yine de; kanayan yaralı yüreğimizle, Anadolu Medeniyetinin gönüllü bekçisi ve Kuvayı Milliye ruhunu taşıyan ve bacası hep tüten Türkmen Yörük obasının neferiyiz… Gömütlüğünün yeri bile belli olmayan Dedem Molla Durmuş, 15’lik çocuk asker Ulukışlalı Ethemoğlu Rıza, Pozantılı Kuvvacı Yörük Hatca Bacı, Kore şehidi Onbaşı Mehmet, yitik Ahmet ve şair Maraşlı Satılmış’ı bu savaş oyununda ve kumarda kaybettik!.. 

 

Çocuklarımıza ve torunlarımıza anlatacak acılı bir hikayemiz var hep… Gurbeti sılaya bağlayan, nice yol öyküleri var yaşamımızda… Yitik insanlarımıza, güçlü kadınlarımıza ve tüm analarımıza selam olsun… Kutuplarda kara deliklerin büyüdüğü, çevre kirliliği, artan iklim değişikliği, yangın-sel-deprem gibi doğal afetler ve insan eliyle artan doğa katliamları, töre-terör-göç-savaş-sömürüden beslenen, asalak vahşi kapitalist sistemin acımasız, kirli düzeni, yaşamımızı ve geleceğimimizi tehdit ediyor…

 

Her şeye karşın; bu gün ya da yarın, bu kutsal topraklarda güvenle soluk alıp yaşıyor isek; bu kanayan yitik asker hikayeleri sayesinde olduğunu, asla unutmamak gerek mez mi? Oysa, ne kadar da çok insanca yaşamaya, sevgiye, hak, özgürlük, adalet, huzur ve barışa gereksinimimiz var…

 

Sevgisini sebil eyleyen ve mazlum halkların doğal önderi, esin kaynağı olan, büyük önder Kemal Atatürk’ün dediği gibi: “Yurta barış, Dünyada barış!..”

 

Kaynak: www.dursunozden.com.tr

 
Toplam blog
: 157
: 363
Kayıt tarihi
: 29.03.11
 
 

ÖZDEN, Dursun; (d: 21.10.1950, Niğde, Türkiye). Gazeteci, Gezi Yazarı, Şair, Belgesel Dursun Özde..