Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Ekim '15

 
Kategori
TV Programları
 

Analar ve Anneler, ilaç gibi geldi…

Analar ve Anneler, ilaç gibi geldi…
 

Tesadüfü yok denecek kadar az, yaptım oldu sahnelerin miktarı standartlarının çok çok altında, başı sonu belli, karakterleri kopyala yapıştır değil, merak unsuru bol, çatışması çok...


Tesadüfü yok denecek kadar az…

Yaptım oldu sahnelerin miktarı, ortalama Türk dizi standartlarının çok çok altında…

Başı sonu belli…

Karakterleri kopyala yapıştır değil…

Merak unsuru bol…

Çatışması çok…

Oyuncu performansları genel anlamda çok iyi…

Kısacası başarılı bir dizi Analar ve Anneler.

sinem-kobal-hazar-ergüçlü-analar-anneler-dizisi

Peki, hiç mi sorun yok?

Var tabi; söylenecek şeyler, çapaklar…

Ama şu “hadi canım, yok artık” demeden izleyemediğimiz dizilerin içinde, en iyi projelerin ilk üçünde hemen kendine yer açıverecek kadar da iyi bir iş Analar ve Anneler.

Neymiş?

Demek ki oluyormuş…

İyi kalemlerle, iyi yönetmenlerle ve ekiplerle çalışılınca, birilerinin egolarına kapılmayınca, güzel işler de çıkabiliyormuş.

Berkin Oya’nın kalemine, Mehmet Ada Öztekin’in ve ekibinin dünyasına sağlık.

Önce beğendiğim noktalar…

Analar ve Anneler, paralel kurguda yürüyen iki karakterin hikâyesi ile yola çıktı.

Yıl, 1971…

Yer Kırkan Gürkaya Köyü… Hazar Ergüçlü’nün canlandırdığı Kader…

Yer İstanbul… Sinem Kobal’ın canlandırdığı Zeliha…

Aslında dizi namına işlenmesi, anlatılması pek de kolay bir hikaye değil.

İlk bölümde, bir ya da iki ana karakterin ortak hikâyesini yani tek hikayeyi, olanını ve olacağını anlatmak çok daha kolaydır.

Oysa Analar ve Anneler, birbirinden akla kara kadar farklı iki hayat öyküsünü aynı anda bize anlattı.

analar-ve-an-152745DV

Bir İstanbul’a gittik, Bir Kırkan Gürkaya Köyü’ne…

Tabi bu noktadaki başarıda, köyden İstanbul’a, İstanbul’dan köye geçerken, üzerine düşünülmüş, matematiği kağıt üzerinde yapılmış planların kullanılmasının payı büyük.

Mesela; köyde Salih Ağa’nın dürbününden Kader’e bakarken, İstanbul’da Tahsin’in dürbün görüntüsüne kesildi ve bu sefer Zeliha’yı gördük.

Mesela; köyde radyoda haberler dinlenirken, radyodan açılınca bir bakmışsınız aynı radyo ile artık İstanbul’dayız.

Bu geçişler aslında yorucu olabilecek iki hikâyeyi, tatlı bir üslupla birbirine bağlarken, hikâyenin mekânsal geçişlerinin yaratabileceği olası yoruculuktan da kurtardı.

fft16_mf6193104

İzlerken onuncu dakikadan itibaren Kader’in de Zeliha’nın da neler yaşayacağını biliyorduk. Ama buna rağmen merak unsuru çok yüksekti.

Çünkü Kader ve Zeliha gibi birbirinden çok çok farklı iki hayatın nasıl buluşacağı ve yine Kader’le Zeliha’nın olanlar karşısında ne yapacağını, nasıl davranacağı merak ettik.

Gelelim karakterlere…

Okan Yalabık’ı kötü görmek hem de alışık olduğumuz karikatür sayfalarından fırlamış gibi değil de, "olabilir" bir kötü karakterle görmek muhteşemdi.

Sıfır abartıydı.

Yeğenini gözünü kırpmadan öldürebilecek ve öldürdükten sonra arabasına binip müzik dinleyecek kadar büyük eylemler yapan bir kötünün sadeliği gerçekten izlenilesiydi.

3

Makamında beyaz leblebileri çiğneyip, ağzından çıkan sesler eşliğinde çiçeği ile uğraşırken, odasına giren memura kayıtsızca kurduğu basit bir iki cümle ile Ayhan karakteri ile hemen tanıştık.

Aksiyon yoktu…

Atasözleri gibi cümleler yoktu…

Sadece beyaz leblebi, çiçek ve Ayhan vardı.

Yeğenini öldürebilecek kadar kötü bir adam, çiçeğine ilgi ve özen gösterecek kadar naif, takır tukur beyaz leblebi yiyecek kadar da umursamaz…

Ve Binnur Kaya…

Dizilerde absürtte varan komedilerine alışık olduğumuz için, izlerken, ister istemez biraz gel gitler yaşandı.

Mesela oğlunun öldüğü sahnedeki anne haline ikna olmadım. İnanmadım…

Çoğu sahnede anneden çok korku filminden fırlamış bir karakter hissiyatı yarattı.

5

Hazal Ergüçlü…

Şu ana kadar onu üç projede izledik; Kuzey Güney, Medcezir ve şimdi de Analar ve Anneler.

Menajeri kimdir, kimden akıl alıyordur bilmiyorum ama üç projede de birbirinden çok farklı üç karakteri tercih etti.

Ve her birinin de altından kalktı…

Bu önemli bir kariyer yatırımıdır, yönetimidir.

Analar ve Anneler’in Kader’ini izlerken biraz olsun geçmiş işleri gözümün önüne gelmedi.

Daha ilk karede Kader olmuştu ve sonuna kadar da Kader olarak bizi aldı götürdü.

Gözlerini kaçırışı, bedenin güvenden yoksun dik durmakla durmamak arasında giden hali, omuzlarının düşüklüğü, gülerken ağzını kapatışı, başını ikide bir aşağı indirişi…

Heyecanı da, utancı da, neşesi de, acısı da bire bir geçti.

Gerçekten çok iyiydi…

1

Hazal’a ne kadar inandıysam Sinem’e de o kadar inanmadım.

Her sahnede sanki Zeliha’yı değil de Sinem Kobal’ı izledim.

Diğer projelerinde de hep aynı sorun vardı.

Galiba buradaki en büyük sıkıntı Sinem Kobal’ın, Hazal Ergüçlü gibi kariyer yönetiminde stratejiyi kuramamasında…

Yani seçilen işlerin tek düzeliğinde…

Sanki Sinem Kobal’a Sinem Kobal olacağı karakterler geliyor gibi…

O yüzden de yarattığı karakterlerle bir türlü özdeşleşemiyoruz.

Yaşadığı acılara, kaybettiklerine ve hatta çocuğunu kaybettiğine bile inanmadık.

Bir diğer sorunu da magazin kimliği…

Mesela Kıvanç Tatlıtuğ…

Onunda magazin kimliği var ama oyunculuk kimliğinden dolayı magazin kimliği var.

Ama Sinem Kobal ’da sanki magazin kimliğinden dolayı oyunculuk kimliği oluşmuş gibi…

Oysa çocukluğundan beri onu televizyonda sinemalarda izliyoruz. Neredeyse gözümüzün önünde büyüdü.

Bu nedenle de hep aynı iyi niyetli, cici, zaman zaman saf, zaman zaman çığırtkan kız olarak kendini tekrar eden roller yerine, biraz daha yelpazeyi genişletmesi gerektiğini düşünüyorum.

analar-ve-an-152745DV

Gelelim hikâyeye…

Göze batan yerler var ama ufak tefek…

Köyün Ağası Salih’in Kader’de gözü vardır. Kader tarlada ırgatlık yapar. Salih Ağa tarlanın karşı tepesine arabasıyla çıkar ve ağacın dibine sakladığı dürbünü alıp, Kader’i gözetler.

Soru şu: Koca Ağa dürbünü arabasına değil de neden çocuk gibi ağacın dibine taşların altına saklıyor?

Sonra Kader’in halası ile konuştuğu bir sahnede öğreniyoruz ki, Kader tarlaya o gün ilk kez gidiyor. Hala “bir iyileşeyim, bir çalışmaya başlayabileyim, seni göndermeyeceğim tarlaya” diyor.

Ayrıca o gün Kader’in tarlaya ilk kez gittiğini Ağa’nın ağzından da duyuyoruz. Zira çalışanına Kader’in niye tarlada olduğunu, halasının nesi olduğunu soruyor.

Soru şu: Kader o gün tarlaya ilk kez geldiyse, o dürbün neden ağacın dibinde? Kader’in geleceğini Salih Ağa, sihirli küresine bakıp mı öğrendi? Öğrendi de ne zaman dürbünü ağacın dibine koydu?

Soru şu: Altmış yaş üstü hala, tarlada çalışırken, Kader köydeki rutin hayatında ne yapıyor, evde mi oturuyor?

Kader’in halası kalp krizi geçirir. Salih Ağa mütemadiyen Kader’i gözetlediği için olaya tanık olur ve fırsattan istifade Kader’i de alıp, halayı hastaneye kaldırır. Sonra Salih Ağa gelip, “doktor kalmana gerek yok dedi” der ve “gel seni eve götüreyim” diye ekler. Kader, “yok ben burada kalırım” diyerek karşı çıkar ama sonunda Salih Ağa’nın peşine takılır.

Soru şu: Hayatta halasından başka kimsesi olmayan biri, halasını hastanede bırakıp eve döner mi?

Tecavüz sahnesinin peşinden Salih evden çıkar. Kapıda köyün delisi vardır. Olan biteni gördüğünden Salih Ağa telaşlanır. Arabasından tüfeğini alıp, bir iki adım koşup, ateşler. Deli vurulur ve koşarken yere düşer.  Salih Ağa deliyi vuracak kadar korkar ama yanına gidip de ölüp ölmediğini teyit etme gereğini bile görmez.

Soru şu: Yaşananların mağduru hariç tek tanığını öldürmeye teşebbüs edecek kadar korkan, gözü dönen Salih Ağa, neden ölüp ölmediğini kontrol etmek için delinin yanına gitmez ve tek tanığı ortadan kaldırmaz?

Ve ertesi gün deli ortaya çıkar.

Soru Şu: Öldüğü düşünülen ya da en iyi ihtimalle vurulduğu düşünülen deli, ertesi gün sapasağlam nasıl ortaya çıkar?

Tecavüze uğrayan Kader evden çıkar. Yürümeye başlar. Gidecektir köyden. Bir araba durur yanında. Köye yeni atanan öğretmen… Birbirlerini tanımıyorlardır. Öğretmen anlar Kader’in başına kötü bir şey geldiğini. Yardım etmek ister. Üşüdüğünü düşünür. Ceketini uzatır. Kader, az önce yaşadıklarının travmasından korkuyla sıçrar, “uzak dur” der ve ceketi almaz. Sonra öğretmen “gel seni hastaneye götüreyim” der ve Kader kabul edip arabaya biner.

Soru şu: Az önce tecavüze uğrayan, öğretmenden ceketini almayacak kadar korkan Kader, nasıl oluyor da öğretmenle gecenin karanlığında baş başa kalacağı arabaya biner?

Zeliha’nın kocası Murat olaylar esnasında birini vurur. Silahın yok edilmesi gerekmektedir. Koskoca İstanbul’da yer bulamadığı için silahı yok etsin diye birini çağırır.

Soru şu: Murat silahı niye yok edemiyor, denize bile mi atamıyor?

Polis, Zeliha ve Murat’ın peşinde. Zeliha ve Murat, Murat’ın annesi Neriman’ın evinde kalıyor.

Soru şu: Polis neden Murat’ın annesinin evini aramıyor?

Murat ölür. Zaman sekiz ay atlar. Yıl 1972… Zeliha sekiz aylık hamile ve hala aranıyor. O yüzden de sokağa bile rahat çıkamıyor. Ertesi gün yurt dışına kaçacak, hayatı kurtulacak. Durup dururken, Murat’ın annesi Neriman’ı görmeye gideceğini söyler.

Soru şu: Zeliha’nın sekiz aydır aklı neredeydi? Niye onca zaman Neriman’a torununun doğacağını söylemedi de, yurt dışına kaçacakken, tam her şeyi yola koyacakken söylemeye karar verdi.

Kısacası Analar ve Annelerin pürüzleri var mı var, ama dediğim gibi az…

İzleyin derim…

Karneye gelince, Total’de 4,81 rating ile dördüncü, AB’de 5,61 rating ile ikinci oldu.

Günün hem Total hem de AB birincisi, Fenerbahçe Ajax Uefa Avrupa Ligi karşılaşması ile TRT1.

Televizyon, sinema, yaşam ve sokaktaki hayat üzerine diğer yazılarımı okumak istiyorsanız, blogum bibaksana 'ya uğramayı unutmayın. :)

 

 

 

 

 
Toplam blog
: 172
: 1971
Kayıt tarihi
: 08.06.06
 
 

Okur, gezer, izler ve yazar...                 ..