- Kategori
- Sinema
Anarşik Teyzem / Fatih Akın - Soul Kitchen Nerdesinnn?

...
Dün gece Anarşik Teyzem’de kaldım. Anarşik Teyze’me gitmeden önce memleketimizin güzide bi kitapçısına gidip Fatih Akın’ın “Duvara Karşı” filmini de aldım. “Hala mı izlemedin o filmi diyorsanız? Mahçup bi şekilde; “ehü heh hehehe, hala izlemedim,” diyorum. Tabii kuruyemişleri de kaptım kitapçıdan çıktıktan sonra…
Anarşik Teyzeme gittiğimde, odayı karartarak bildiğin sinema ortamı sağladık. Makinist olarak filmin birinci cd sini yerleştirdim. Zevk içinde seyrettik. Sıra geldi ikinci bölüme –ki her filmde olduğu gibi asıl heyecanın ve olayların çözümlendiği bölümdür.- Neyse uzatmayayım; “dınıdııınııı dınnn”, o da ne? Aynı vcd değil mi? İki adet birinci bölüm. Allam ikimiz birden bi sinir olduk, bi sinir olduk. Bu ne berbat bi duygu anlatamam size. Çemkirmem geldi. Akabinde memleketimizin güzide kitapçısına hayır duası etmeye başladım. “Bıdı bıdııdıdıııı.” Hani korsandan falan alsam, “ohhh iyi oldu, alır mısın?” diyeceğim. Zaten hayatta korsandan film almış insan değilim. Ben dua ederken, Anarşik Teyzem “dur kızım çok dua etme, ben yarın bergamut aromalı çay yapar, termosa doldurur, saat beşte, vcd ile beraber güzide kitapçıya götürür, iki vcd yi de çayın yanında kurabiye olarak yediririm,” dedi. “Hay bin kunduz, aklınla bin yaşa, Anarşik Teyzeciim” dedim. Anarşik Teyzem’de böbürlendi, bu unvan boşuna alınmıyor gibilerden…
Tekrar ışıkları yaktık. Televizyonu açtık ama bir şey yoktu. Aslında tartışma programları v.s. vardı. Bi de “Aşk-ı Memnu” denen o manyak dizi. Evin içinde herkes mimiklerle birbirine boynuz takıyo falan hani. Onu zaten pas geçiyoruz, tartışma programlarından da, hafakanlar bastı artık. Kafamızın içi tartışma programlarını izleye izleye Tire keçesine döndü. Hadi yine gündemdışı kalmayalım izleyelim, dediysek de, bi türlü konsantre olamadık. Başladık aramızda sinema muhabbeti yapmaya. Sanki birimiz Alin Taşçıyan, diğerimiz Atilla Dorsay’dı.
“Biliyor musun Anarşik Teyzeciim Pedro Almadovar yeni bir film yapmış, gazetede gördüm. Bu adam dünyada çok meşhur ama nedense beni pek sarmadı. Gerçi bi tek “Volver-Dönüş” filmini izledim, ama hoşlanmadım işte. Yeni filminin ismi de “Kırık Kucaklaşmalar” mış. Gazetelerin dediğine göre melodramın dibine vurmuş. Şöyleymiş, böyleymiş! Haberi internetten okudum, genelde alttaki yorumları da okurum o zaman; adamın biri, Pedro Almadovar’ın çok sıkı takipçisi ve hayranı olmasına rağmen hiç beğenmemiş, resmen dakkaları saydım” diyor.
Anarşik Teyzem, “aslında bizim çok sıkı senarist ve yönetmenlerimiz var. Mesela ben Zeki Demirkubuz’u tek geçerim. Kader / Yazgı / Üçüncü Sayfa / C Blok / Masumiyet / izlediklerim ve hepsine de hayran oldum. Sıradan görünen insanların, sıra dışı hayatlarını, basitliğin ve sadeliğin diliyle, sıkı bi şekilde anlatmak… Bu her yönetmenin harcı değildir” dedi. “Evet Anarşik Teyzeciim, ben de Zeki Demirkubuz’u çok seviyorum, bu sene -2009- “Kıskanmak” filmini yaptı mesela, mutlaka izlemeliyiz, bence. İnsanın ruh dünyasındaki oyukları, kara delikleri muhteşem bi şekilde aktarıyor” dedim.
Anarşik Teyzem “peki Reha Erdem’im filmlerine ne diyorsun?” diye sorunca “Ne dicem şapka çıkarıp, saygı duruşunda duruyorum, acayip bir yönetmen. Hele o, “Kaç Para Kaç” filmi yok muydu? Bitmiştim, resmen. Diyalog olmadan bu kadar çok şeyi nasıl anlatabilir bi insan? Psikolojik çözümlemeler…” “Eee kızım, o da bi sanat işte, boşuna sanatçı olunmuyor.” “Beş Vakit, Korkuyorum Anne” ne şahane filmlerdi, öyle.”
“Anarşik Teyzecim, sana bi itirafta bulunayım mı? Çağan Irmak’ın çok popüler olmuş filmlerinden hoşlanmıyorum, mesela -Issız Adam- ıııhhh çok bayat bi aşk hikâyesiydi, tırtt filmdi yani” dedim. “Millet höykürerek ağlarken, ben gülme krizine girmiştim resmen.” “Mustafa Hakkında Her şey” o kadar ses getirmemişti ama bence güzel kurgulanmış ve hasıraltı yapılmış sorunu çok güzel işlemişti. Filhakika; popüler olmasına rağmen “Babam ve Oğlum” çok etkilemişti beni. Ne biliyim beni gerçek şeyler daha çok ilgilendiriyor ve seviyorum.” TRT de bi zamanlar onu “Şaşıfelek Çıkmazı” isminde bi dizisi vardı. Bayılıyordum o diziye. Hiç şimdiki manyak diziler gibi değildi.
Anarşik Teyzem “aaaa Nilüfer’ciim, ben Fatih Akın’ı çok severim. Onun da filmlerinde sahicilik vardır, “Yaşamın Kıyısında” bende bayaa bi iz bırakan filmidir. Günlerce etkisinden kurtulamamıştım. Sonra “Solino” muhteşemdi. “Kebap Connection” sa hem komik hem duygusaldı. Mekanlar, insanlar, o kadar doğaldı ki… Altın Ayı her yönetmene kolay kolay verilecek bir ödül değildir,” dedi. Ben Anarşik Teyzeme “hadi yarın sinemaya gidelim, bu kadar konuştuk, gitmezsek olmaz” dedim. Fatih Akın’ın “Soul Kitchen” yeni gösterime girdi, mutlaka görmemiz lazım.
… gittik veee, o da ne? Soul Kitchen İzmir’e hala gelmemiş mi? Valla da billa da ve hatta talla da gelmemiş. Sinirden ölecem. Nassı gelmez yaf? Bütün millet gastelerde, soul kitchen şöyle, soul kitchen böyle güzel, Fatih Akın aslında hobi olarak DJ lik de yapıyormuş ve filmin müziğini kendisi yapmış, harikaymış diye diye anlatıyo, bizim iştahımızı kabartıyor, Türkiye’nin üçüncü büyük iline hala bu film gelmemiş. N’aptık? Sinemanın müdürüne sorduk. Neymiş kopisi azmış, o yüzden sonra gelcekmiş. Niye kopisini az yaptınız yaf? Herkes Yahşi Batı, Avatar mı, izlemek zorunda? Heyyt diye bağırmak geldi içimden, dışarıya dışarıya, nerde bu millet, nerde bu devlettttt??? Fatih Bey’cim film şirketinize söyleyiniz de bol bol kopi peyst yapınız. Yani nihayetinde burası da 3. büyük ilimiz. Kınım kınım kınıyorum sizi.
Ehhh napcaktık yani, gerisin geri eve dönecek halimiz yoktu, ya. Bi Alsancak yaptık. Kıbrıs Şehitlerinde muhtelif kitapçılara girdik. Bi kaç kitabı da gözümüze kestirip aldık. Emme velâkin kitapçılarda nedense hiç müzik çalmıyorlardı, oysa ben kitapçıda müzik çalınca bayılırım. Taksim’in İstiklal’in de müzik sokaklara taşar, kendinizi bir filmin ortasındaymış gibi hissedersiniz. Gerçi Kıbrıs Şehitleri de, bi nevi İstiklal gibi, bi Aznavur pasajı, Çiçek pasajı, Avrupa Pasajı gibi pasajları yok ama olsun. O hareket ve yaşamın akan şahane temposu ziyadesiyle var.
Biz Anarşik Teyzemle dışarı çıktık mı, bi yer kesmez bizi, hadi ordan vapurla Karşıyaka. Hava güzelden de öte. Vapurun üst katında ince beline altın yaldızlı kemer takmış, İspanyol eteği gibi dalgalanan çay tabağı olan, bardaklarımızdan çayımızı içtik. Denizin üstünde olup da, sonsuzluğa bakmanın tadını, hiçbi şeyde bulamıyorum. İnsan arada bir deniz yolculuğu yapmalı. Ama kaptan beyfendi denizin üstünde olmaktan oldukça sıkılmış olmalı ki, toprağa ve yeşilliğe hasret, köşkünü seraya çevirmiş.
Dönüş yolunda ise yine hurrraaa diyerek, güvertede yer kaparak oturma eylemi. Tabii burada boş oturanı Allah sevmez. Ekmek kavgasında, günde kimbilir kaç kez kanat çırpan martılara simit atmak başlıca vazifemiz. Onların da simitleri, hoppp diye havada kapmaları vazifeleri. Sanki kaleci mübarekler…
Neticede Soul Kitchen’ı hasretle bekliyoruzzzzzzz. Bu da bööle bilineee….