Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Mart '08

 
Kategori
Yolculuk
 

Ankara'ya koşarken

Ankara'ya koşarken
 

Toros Dağları'nı boylu boyunca aşıp, güneyinden kuzeyine ulaşan bir yolculuk.

Akdenizin kıyısından, Anadolu'nun derinliklerine,

Tuz kokusuyla yumuşayan ılık bir havadan, bozlağın sert ve serin havasına doğru keyif veren bir yolculuk.

Mis gibi çam kokusunu içe çekip, ciğerleri körük gibi doldurup, serin kar havasına salıverme arzusu.

Gidiyoruz, vatanın bağrına doğru gidiyoruz, ülkenin kalbinin attığı noktaya doğru hızla gidiyoruz.

Başkent'e, Ankara'ya gidiyoruz.

Uçsuz bucaksız maviliklere sırtımızı verip, dağlara doğru yol alırken, yeşilin kalbin de olduğumuz hissine kapılıyoruz. Dik yamaçlardan yola doğru sarkan çam dalları aracımızın yanaklarını okşarken, rakımın artması ile sıcaklığın hızla düştüğünü hissediyoruz.

Önceki günlerde yağan kardan kalma buz birikintileri, havanın ne denli serin olduğunu anlamamıza yardımcı oluyor.

Beyaz örtüye hasret kaldığımız memleketimizden uzaklaşırken, gördüğümüz her kar kalıntısı ile heyecana kapılıyoruz.

Torosların zirvesine ulaştığımız anda sağımızdan solumuzdan akan serin dereler, yakınlarda bir su kaynağının olduğunu hatırlatıyor. Çok geçmeden o kaynak önümüze çıkıyor. "Şekerpınarı" denilen bölgeden geçiyoruz. Adına yakışır biçimde şeker gibi suyu olan bir pınar burası. Yediğimiz nar gibi kızarmış kuzu pirzolanın yanında taptaze kaynak suyu şerbet gibi gidiyor.

Hızla yol alırken, yeşil örtüyü de arkamızda bırakıyoruz.

Daha ziyade düzlüklerden oluşan sonsuz olduğu hissini veren bir yöreye ulaşıyoruz. Konya Ovası'ndayız.

Eskilerin tahıl ambarı diye niteledikler geniş Konya Ovası.

Soğuk ve ayaz iyiden iyiye hissettiriyor kendisini. Seyrek yeşil alanların dışında çorak topraklardayız izlenimini ediniyoruz.

Aksaray'a yaklaşırken, mavi bulutların arasında heybetli bir yükselti gözümüze çarpıyor. Zirvesi karla kaplı olan bu dağın adının Hasan Dağı olduğunu öğreniyoruz. Tam da bu sırada aklımıza, Abdül Yeşil'e ait, bu dağın türküsü geliyor, dağı görünce anlamını daha da iy pekiştirebiliyoruz:

Hasan Dağı Hasan dağı
Senden yüce dağ olmaz mı
Sende yaylayan güzelin
Al yanağı bal olmaz mı

Hani hanlar hani hanlar
Kafeste beslenen canlar
Sevip sevip ayrılanlar
Yanar yanar kül olmaz mı

Boylu boyunca uzanan Konya Ovası'nın üzerinde mütevazi görünümüyle minik ama şirin bir kent karşılıyor bizi. Aksaray.

Şehrin içinden geçerken yol kenarında sağlı sollu reklam panolarında oldukça dikkat çekici şekilde tasarlanmış icraat reklamları bir an için aklımızı yoldan çeliyor.

Aksaray'ın daha önce duymadığımız birçok güzelliğini bu panolardan öğreniyoruz. Altında tabi ki belediye başkanının imzası ile.

Aksaray'ı ve ilgi çekici reklam panolarını arkamızda bırakıp düz ova da yolculuğumuza devam ediyoruz. Çok geçmeden buz mavisi rengi ile daha doğru tabir ile "tuz" mavisi rengi ile Tuz Gölü sol yanımızdan belirmeye başlıyor.

Adını anımsatmak istercesine, tuz birikintileri ile çevrili kocaman bir tuzlu su topluluğu el sallıyor bize.

Tuz Gölü ve çevresine kurulmuş onlarca tuz fabrikası.

Tuzun neden bu kadar ucuza satıldığını şimdi daha iyi anlıyorum. Bu denli büyük bir tuz kaynağına sahipseniz, ucuza gelir tuz tabiki.

Birbir geçiyorsunuz başkentin ilçelerini, uzun ismiyle, tekerlemelere konu olan ismiyle Şereflikoçhisar'a varıyorsunuz. Koçhisar'ken Şereflikoçhisar olmasını sağlayan acaba nedir diye bir düşünce sarıyor içinizi. Antep'in Gaziantep olmasındaki gibi bir sebep mi? yoksa Maraş'ı Kahramanmaraş eden sebepten mi? Bir yorum getiremiyoruz.

Bu düşünceler içinde ilçeyi terkediyoruz. Virajsız, dolambaçsız karayoılunu takip ederken sol kolumuz tarafından başka bir mavilik geliyor gözlerimizin önüne. Derken sağ kolumuzda bir yol tabelası: "Gölbaşı". Ankara'dan önceki son durak diyorum kendi kendime. İsmiyle uyumlu şirin bir göl kenarına kurulmuş şirin bir ilçe, başkentin ilçesi olması ile kendini geliştirmiş bir ilçe.

Adıyaman-Gölbaşı, İstanbul-Gölbaşı şimdi de Ankara-Gölbaşı. Ufak birer göl ve kenarında bir ilçe ismi de hazır: Gölbaşı.

Havanın kararması ile birlikte ufukta ışıl ışıl parlayan bir şehir uzanıyor. Bir tepeden bir tepeye bir ışık deryası. Dağ taş ev. Başkent burası, ülkenin kalbi, bu kadar ev, bu kadar ışık hakkıdır tabiki.

Torosların güneyinden kuzayine bir yolculuk, Mersin'den Ankara'ya. Başşehrimize, Atamızın yanına.

 
Toplam blog
: 117
: 1067
Kayıt tarihi
: 26.09.07
 
 

1980 yılında Mersin'de doğdum, bütün eğitim öğrenimimi Mersin'de tamamladım. Yetmedi, işimi de Mersi..