Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Nisan '11

 
Kategori
Aşk - Evlilik
 

Anneden kızına miras - 2

 

Yıllar geçtikçe mahallenin yetişkin genç kızları birer birer evlenmeye başladı, sonbahar geldiğinde her mahallede birbiri ardına düğünler oluyordu. Kimi düğünlerde davullu zurnalı uzun konvoylar gelip gelini evinden alıyor, kimisi ise şık otellerin balo salonlarında dünya evine giriyor, dedikoduları ise haftalarca mahalle sakinlerini oyalıyordu. “Saime’nin kızı damattan yaşlı duruyordu, İhsan Bey’in hanımı da çok görgüsüzdü canım, o ne takıp takıştırmış, geliniyle yarışıyor sanki” türünden ağız oyalayan zararsız dedikodulardı bunlar. Ne zaman ki Mine Beyoğlu’nda bir delikanlıyla sinema çıkışında komşusu Erdoğan Bey ile burun buruna geldi, işte o günden sonra mahallede yeni bir heyecan dalgası esmeye başladı. 

Semtin perde aralıklarından geleni gideni gözetleyen, sabah kahvesi, öğleden sonra oturması turlarında evden eve haber taşıyan kara dulları, buruşuk menapozlu teyzeleri tam gün mesaisine başladılar. Sakız gibi çiğneyip, dallayıp budaklayıp patlatıyorlardı haberi. “Aaaaaa, inanmıyorum ayol, kiiiim, bizim Mine’mi? Ay bak görüyo musun, Allahaşkına o annesinin dibinden ayrılmaz, “ben katiyen evlenmem diye höt höt konuşmaz mıydı. Al işte büyük konuşmayacaksın şekerim, vallahi de ben biliyordum böyle olacağını, sinsi bu ayol, saman altından su yürütürmüş meğer” diyenler, “Annesi de pek ağzı sıkı, hiçbir şeyini anlatmaz kimseye, anasına bak kızını al” benzetmesiyle hırsını çıkaranlar. 

Her nedense Mine’yi tanıyan hiç kimse onun biriyle beraber olabileceği durumuna hazırlıklı değildi. Mahallenin dışına ancak annesiyle çıkan bu narin ve sessiz kızın da bir gün evlenebileceğini, hayatında bir erkeğin olabileceğini hesaba katmamışlardı. O buraya ait bir taşınmaz gibi duruyordu hep. Annesi, birkaç kız arkadaşı, komşu evleri dışında bir yere gittiği ancak annesinin eşliğiyle olurdu. Oysa yaşıtları buhar olur uçar, evdeki herkesi uyutur, binbir bahanelerle flörtleriyle buluşurlardı. Eve döndüklerinde suçlu bakışları, kızarmış yanakları da onları ele vermez, hatta bu durum gizemli ve heyecan verici bir maceraya dönüşürdü. 

Mine nasıl olduğunu kendisi de anlamadan, ortanca ağabeyinin yanında ilk kez karşılaştığı Sedat’a aşık olmuş, bu platonik aşk kaçamak bakışlarla, bir arada olmak için tesadüfmüş gibi yaratılan ortamlarla beslenmişti. Sedat sakin yaradılışlı, insana güven veren kocaman gözleri, uzun boyu ve çok nadiren de olsa güldüğünde çınlayan kahkahasıyla yakışıklı biriydi. Heybetli bir erkekti. İlgisini belli etmez, sanki orada değilmişçesine rahat duruşu, derin bakışları Mine’yi mıknatıs gibi kendine çeker, onların yanında oyalanmak için türlü bahaneler bulurdu. Çay götürür, ağabeyine zamansız sorular sorar, hiçbir şey bulamazsa oturdukları odada toz almaya başlardı. Sedat’ın kendisine bakıp bakmadığını anlayamaz, bazen odadaki gümüşlüğün camından gizlice kontrol ederdi. 

Sedat önceleri bu sessiz ve soluk kızın farkında bile değildi. Arkadaşının kız kardeşiydi işte. Olur olmaz evin bir yerinden çıkıp gelir, ağır başlı ikramlarla onu onu mahcup ederdi. Alışkın değildi o misafir muamelesi görmeye. Ama bu kız da her geldiğinde etraflarındaydı canım. Konuşmalarını mı dinliyor, onları kontrol mü ediyor belli değildi. Önceleri aldırmamaya gayret etti, mümkün olduğunca uzak ve mesafeli davranıyor, bakışlarını ondan yana çevirmeden konuşuyordu. Ama ne mümkün, kız hep etrafındaydı, ağabeyi de uyarmıyordu ki kızı, rahat konuşamıyor, bir an önce çekip gitmek istiyordu. Bir gün kitaplardan konuşuyorlardı, o sırada okuduğu John Steinbeck'in Gazap Üzümleri’ni anlatırken kızın da kitabı okuduğunu anladı. Hemen konuya girmiş, şaşırtıcı değerlendirmesiyle ağabeyini geride bırakmıştı. O günden sonra Sedat kızı görmek için o eve gitmeye başladı. 

Birkaç ay sonra dışarıda buluşmaya, önce kitaplardan, hayattan, gelecekten bahsederken bir süre sonra aşka dair konuşmaya başladılar. Mine evliliğe karşı olduğunu, annesinin ki gibi bir evlilik asla yapmayacağını, herkesden farklı bir hayatı olacağını çocuk gözlerle anlatıyor, Sedat ise kızın elini tutmak, hatta öpmek için can atıyordu. Hem hamarat hem derinliği olan bir kız olarak tanımladığı Mine’nin aslında onun idealindeki eş olabileceğinin hesaplarını yapıyordu şimdiden. Ailesi de onaylardı mutlaka, iyi terbiye almış bu mazbut kız akıllıydı da üstelik. Erdoğan Bey’e yakalanana kadar ilişkileri bu düzeyde devam etti, Sedat ne Mine’nin elini tuttu, ne de Mine evlilikle ilgili sıra dışı söylemlerinden vazgeçti. 

Haber kısa zamanda Mine’nin annesi ve babasına “duyuruldu”. Tüm işi, insan hayatlarını çitilemek olan zamanı bol, ruhları aç mahalle baykuşları bu işi öylesine tadını çıkararak yaptılar ki, bazıları “Ah ah ah, şimdi bir de kızı hamile bırakmasın bu çocuk, sonra da namusuyla oynayıp bırakıp gider, al sana cinayet sebebi” diyecek kadar ileri gittiler. Mine’nin annesini o kadar korkuttular ki az daha kızını dövmeye kadar vardıracaktı kadıncağız istemeden. Oysa sakin yaradılışlı, kızına çok düşkün anne kızının evlenmesini ve mutlu olmasını zaten istiyor, uzun zamandır evlerine girip çıkan bu çocuğu da beğeniyordu. İyi eğitim almıştı, güzel bir işi olan geleceği parlak yakışıklı bir damat adayıydı onlar için. Yine de söylenenlerden canı yanıyor, utanç duyuyordu. Kızını evden çıkarmamaya, babasına söylemekle korkutmaya başladı. Hep ayıpladığı şeyler onların başına gelmiş, kızının adı çıkmıştı. Bir an önce evlenmeliler, milletin açılmış ağızları kapanmalıydı. Usulünce Mine’yle konuştu. Mine de Sedat’la. “Sokakta laf edip annemi üzmüşler, artık görüşmesek?” dedi. İçi gidiyordu ya “olur” derse diye. Çok şükür Sedat zaten bu çağrıyı beklemiş, geleneksel bu genç kız davetini anlamıştı. “Gelin beni isteyin”di bunun açıklaması. “Annem size gelip annenle tanışmak istiyor dedi”. İşte o an Mine aylardır yapmayı hayal ettiği şeyi yaptı ve onun boynuna sarıldı. Gözyaşları çocuğun boynuna akıyor, kollarıyla o kadar sıkıyordu ki Sedat bu anın mutluluğunu yaşayamadı. “Çok hızlı mı gelişmişti acaba” diye aklından sıkıntılı bir an, dokundu geçti. 

İsteme seramonileri, söz, yüzük, nişan, takılar düğün telaşı her ikisi de bitap düşmüş, evlilik heyecanını yaşayamamış, ailelerin arzularını tatmin etmeğe çalışmışlardı. Kız tarafı bir şey diyor, oğlan annesi başka bir şey. Anneler birbirini pek sevmedi. Mine de kayınvalidesine uzak durmayı seçti. Yanındayken rahatsız oluyor, abartılı ilgisinden, oun adına iyilik yaparmış gibi kararlarına müdahale etmesinden rahatsız oluyordu. Samimiyetsiz bulmuştu onu. Oğlundan bahsedişi, yaşam amacı elinden alınıyormuş gibi inceden dokundurmaları Mine’nin sinirine dokunuyor, “hele bir düğün olsun” da diyordu. “Nasıl olsa Sedat benim artık, seni de ayda yılda bir görürüm” 

DEVAM EDECEK 

 

 

 

 
Toplam blog
: 40
: 423
Kayıt tarihi
: 14.04.11
 
 

Eğitimim, hayata dair hiç bir şey bilmediğimi anlamama yetecek kadar, Bilgi birikimim, bilgin..