Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Mart '07

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Antik kent Mardin...

Antik kent Mardin...
 

Mardin’ e gitmek için günler önceden programımızı ve hazırlığımızı yapmıştık. Pazar sabahı kalkıp erkenden yola koyulacak, saat dokuz gibi Kızıltepe’ de arkadaşımız Süleyman’ ın evinde kahvaltı yapacak, sonrada Mardin’ e inecektik. Yine programımız dahilinde olan bir kaç yeri gezdikten sonra öğlen yemeğini Mardin’ de yiyecek, ve kaldığımız yerden gezimize devam edecektik. Nitekim öyle olmadı.

11. mart pazar sabahı saat sekizde hazır olduğum halde, Müzeyyen saat dokuz gibi anca alabilmişti beni. Diğer arkadaşları toparlamak için şehitliğe gittik. Orada da on onbeş dakika oylandıktan sonra anca yola koyulabildik. iki arabadan birini Müzeyyen kullanmak üzere ben, Candan, Özlem ve Zeynep bindik, diğer arabada ise Ramazan, Halil, Nisa, Nazan olmak üzere koyulduk yola. Eh gençiz oraya kadar pinekleyecek değiliz ya, açtık Demet Akalın’nın ''yok öyle sevmeden birini mantık evliliği...'' hep bir ağızdan düğüne gider gibi, alkışlarla, şarkılarla kah yolda fotoğraf çekerek, kah diğer arabaya atışarak Mardin’ e doğru ilerliyorduk.

Giderken yolda çok eğlendik Mardin’ i geçtik ten sonra Kızıltepe’ye gelince arkadaşımız Süleyman bizi yolun başında bekliyordu. Şimdi iki grup olmuştuk kızlar ve erkekler kızlar ayrı arabalarda gidecek, erkelerde ayrı. Usul öyleymiş, haremlik selamlık. Biz misafiriz kurallara da uyarız, neyse o.

Süleymanların evi Kızıltepe’de bir tepenin üstünde tek bir ev, ağa evi iki katlı etrafı çam ağaçları ile kaplı bir ev yer itibari ile muhteşemdi tam tepede. Karşıda Suriye ve yakın olan her yer görünüyordu. Ailesi çok hürmetkar ve misafirperverdi, Bizim geleceğimiz duyan, tüm birinci derece akrabaları orda bizi karşıladı. Büyükçe bir odaya alındık, tanışma ve hal hatır faslı faslından sonra yavaş, yavaş ilerleyen sohbette, Süleyman’ın küçük teyzesi, televizyonda oynayan dizilerden yakınıyordu ve;

-Bizi yanlış tanıtıyor medya. Bir dizi filmi yada bir olay bir ile mal oluyor. Ve devam ediyor;

-Evet doğrudur, zaman zaman burada olabiliyor öyle töre olayları, ama bunları bir ile veya kültürüne mal etmek çok yanlış. Batı da yaşayan insanlar hepimize o gözle bakıyorlar. Neden, Mardin ve Ş.Urfa denince akla hemen töre cinayetleri geliyor ki?

Aslında gayette haklıydı.

Sohbet öyle uzayıp giderken Süleyman’ ın diğer teyzesi bize;

-Evin çevresini gezmek istermisiniz? Diye sordu tabi deyip fotoğraf makinamı alıp çıktım. Bizim kızlarla birlikte, evin etrafını gezdikten ve fotoğraflarımızı çektikten sonra, bayağı acıktığımız için içeri girmeye karar verdik.

Ben ve Zeynep önce içeri geldik. Sofra yavaş, yavaş hazırlanmaya başlamıştı. Açlıktan içimiz geçiyordu. Yalnız belirteyim hemen, kahvaltıyı iptal edip öğlen yemeğine gelmiştik. (Süleyman’ın isteği üzerine) Ağanın evine gelip te, şöyle güzel bir yemek yemeden gitmek, hoş olmazdı herhalde. Yemekte cevizli içli köfte, kuru fasulye, çiğ köfte, kıkırdak çorbası, ve kaburga dolması vardı. Yemekler o kadar lezzetliydi ki anlatamam. Sanırım hayatımda ilk defa bu kadar lezzetli içli köfte yemiştim.

Yemek faslı biter bitmez, köy odasında erkek arkadaşlarımızı ağırlayan Süleyman geldi ve hazırsanız çıkalım dedi. Misafirperverliklerinden dolayı Süleyman’ ın annesine, teyzelerine, halalarına çok teşekkür ettikten sonra, bir daha geleceğimizi de belirtip vedalaştık.

Bu arada Müzeyyenin abisi aramış, o da Diyarbakır’ dan Mardin’e geçmiş bizi bekliyordu. Şimdi üç arabaya dağılarak Mardin’e doğru yola koyulduk o kadar çok yemek yemişiz ki, arabada hiç sesimiz çıkmadı. Mardin’ e varınca Müzeyyen’in abisinin yanına gittik. O aç olduğunu ve yemek, yemek istediğini söyledi. Bizse tarihi manastırı görmek istediğimiz söyledik. Daha önce manastıra giden arkadaşlar kaldı. Gitmeyenler iki arabaya dağıldıktan sonra yola koyulduk.

Deyrul zafaran manastırındaydık. Çok büyüktü ve çok harika bir yerdi, her insanın gidip görmesi gereken bir mekan. Önümüzde rehberimizle manastırın içini dolaşıp, tarihi hakkında bilgi alıyorduk. Gerçi her taraf restorasyon İçerisindeydi ama ne yapalım Mardin’e gelip böyle bir yeri görmeden gitseydim, içimde kalırdı. Manastırı gezdikten sonra, Mardin’e geri döndük.

Arkadaşları da alarak Kasımiye medresesine gittik. Ama oda ne? Orada da restorasyon vardı, ve içini iyice gezemedik. Medresenin girişinde, bir havuz var ve içi bozuk parayla doluydu. Söylenenlere göre dilek tutulup, bozuk parayı havuzun üstüne yanlama durarak atacaksın. Eğer para sekerek havuza girerse, dileğiniz olmuş demektir :) Neyse dışarı çıkıp, boncuk bileklik satan çocuklardan birerde bileklik aldıktan sonra, tekrar Mardin’e döndük.

Arabalara uygun bir park yeri bulduktan sonra, çarşının başından başladık yürümeye. Mardin için söylenen güzel bir söz vardır. ''Gece gerdanlık gündüz mezarlık'' diye. Aynen öyle bir kent gören bilir. ama insanları gayet sıcak kanlı misafirperver ve modern. Mardin’ de istediğiniz her türden gümüşü bulabileceğiniz, çok şık gümüşçü dükkanları var.

Çarşıda ilerlerken arkadaşların tavsiyesi üzerine bir otele girdik. (Erdoba evleri) otel ama antik bir otel ikinci katına, terasına çıktık, Mardin ayaklarımız altında. O kadar güzel bir manzara vardı ki. Otelin içi muhteşemdi. Otelin içini gezdikten sonra, bizim arkadaşlar içerde şark usulü bir odada dinlenmeye çekildiler. Bense terasta oturmayı tercih ettim. O muhteşem manzara dururken, içerde otururmuydum? Biraz sonra Candan sonra Süleyman ve en son Nisa da katıldı bize.

Akşama doğru toparlanıp yine çarşıya indik arabalara doğru gidiyorduk yetiştiğimizde artık vedalaşmaya başladık. Süleyman Kızıltepe’ye Müzeyyen’in abisi D.bakır’a bizde Mazıdağ’a gitmek üzere yola koyulduk.

Akşamın ilk ışıkları yanmıştı bile. Karanlıkta ilerlerken, bir taraftan da müziğin sesiyle, Mardin’den çıkıyorduk. Diğer arabadan arayan arkadaşlar, ileride bir çay bahçesi olduğunu söyleyip biraz oturmayı önerdiler. Müzisyen olan arkadaşımız Halil’e zorla getirttiğimiz sazını bagajdan çıkarıp, çay bahçesine doluştuk. Dışarıda bizden başka kimseler yoktu. Garson bir demlik çayımızı ve bardaklarımızı masamıza koyup gitti. Kendin doldur, kendin iç hesabı :) ve fasıl başlıyordu. Halil bir taraftan bağlama çalıyor, bir taraftan da şarkılar söylüyordu. Bizde eşik ediyorduk. Saat yedi bucuk gibi, tekrar toparlanıp yola koyulduk.

Etraf karanlık olduğu için, hiçbir yeri göremiyorduk. Şoförün (Müzeyyen) yanında oturan muavin (Zeynep) müzik tarzını poptan slowa çevirmiş ve bizde kafalarımız birbirimize yaslamış, Mazıdağ’a doğru gidiyorduk. Yirmi dakika yada yarım saat sonra Mazıdağ’a varmıştık.

Arkadaşımız Özlem (çoko)’ nun ailesi bizi dışarıda karşıladı. Tanışma faslından sonra, yukarıya çıkıp yarım saat yada bir saat oturduk. Çaylarımızı içtikten sonra ''yolcu yolunda gerek'' diyerek tekrar yola koyulduk. Şimdi gideceğimiz yer malumdu artık, Diyarbakır…

Evet güzel Diyarbakır’dı. Arabada kah pop çalıyor, neşeleniyor kah slow çalıyor hüzünleniyorduk. Derken Diyarbakır’ın ışıkları görünmüştü ufuktan. Bizim arkadaşlar açıkmışlardı. Ben onlara, Süleymanlara gidip öğlenden kalan içli köfte ve kaburga dolmasını yemeyi önersem de :) onlar yemek için ofise, bense dinlenmek için evime döndüm.

 
Toplam blog
: 5
: 3060
Kayıt tarihi
: 22.07.06
 
 

Hatice İşcen; Anadolu Üniversitesi Uluslararası ilişkiler 3. sınıf Öğrencisi Uluslararası..