- Kategori
- Anılar
Aramıza Girdi Çelik Kapılar
Dün gece Covid-19 nedeniyle gelen sokağa çıkma yasağı, bir başka sokağa çıkma yasağını getiriverdi aklıma. Ruhumu, kalemimi bir anda götürüverdi anılara, eskilere...
Hem de bayağı eskilere. Hani şu çat kapı gelinip gidilebilsin diye tahta kapıların üzerinde iplerin bırakıldığı dönemlere. Vita yağı kutularının maydonoz, taze soğan, sarımsak tarlalarına çevrildiği, o küçük tarlalarla birlikte yoğurt kaplarına ya da toprak saksılara ilştiriverilen rengarenk çiçeklerle balkonların terasların tabiat parkına dönüştürüldüğü güzel günlere. Komşuluğun kardeşlikten de öte olduğu, yüzlerin samimi güldüğü, kalplerin gerçekten sevdiği zamanlara. Eskici kapının önünden geçerken manevi değeri olmayan eskilerin verilip yerine mandal alındığı, çocuk sesleriyle kuş cıvıltılarının birbirine karıştığı, genel nüfus sayımlarında sokağa çıkma yasağının ilan edildiği günlere, bayağı geçmişe...
Tahtaydı o zamanlar kapılar, "Müsaitsen falanca gün bir kahve içmeye geleceğim" söylemi yerleşmemişti dilimize. Görüşmek için günler öncesinden randevu alınmıyordu yani. Tahta kapıların üzerinde birer ip, çekilir girilirdi. Herkes birbirine davetsiz misafir.
"Evde misiniz? Sesiniz çıkmıyor merak ettim" ve ya "Kız nerdesin hiç gelmedin uğramadın bugün, hasta mısın?"ya da "Bak ne pişirdim sizsiz boğazımızdan geçmedi bir tabak da size ayırdım" olmadı "Hu huuu ben geldim" gibi kulağa ve kalbe hoş gelen nice cümle ölümüne kapışırdı aralarında... Ne güzel zamanlardı anımsayınca burnumuzun direğini sızlatan zamanlar...
Anılar aklıma gelince düşündüm de, genel nüfus sayımı nedeniyle ilan edilen sokağa çıkma yasağı bile ayıramıyormuş kimseyi birbirinden o günlerde. Yasak nedeniyle, sokağa çıkıp tahta kapının ipini çekip giremeyecek olsan bile, şartlar ne olursa olsun bir yolunu bulup yine de bir araya geliniyormuş. Yanyana olan teraslardan duvarı aşıp buluşanlar mı istersin? Ya da bahçeden bahçeye atlayanlar mı? Maksat her halükarda, her koşulda, her günkü gibi cümbürcemaat bir araya gelmek, paylaşmak...
O cümbürcemaatin, kahkahaları çınladı şu an kulaklarımda. Bir arada olmanın verdiği mutlulukla gülen yüzler geldi de gözümün önüne, nasıl iç çektiysem artık özlem nefesimi kesti. Evleri yanyana olan candan öteler bir kaç aile, genç yaşlı, çoluk çocuk bir aradalar. Geçivermişler o terastan bu terasa. Vita yağı kutularının maydonoz, soğan, sarımsak tarlalarına çevrildiği güzellikler, yoğurt kapları ve toprak saksılarının rengarenk çiçekleriyle şenlenmiş teras. Bahar bahçe her yer. Yerde kocaman desenli kilimler birleştirilmiş. Hanelerin büyükleri özenle yerleştirilmiş bir de sırtlarına kanaviçe işleme kırlent verilmiş rahat etsinler diye. Annelerin biri küçük tüplerden birinde çay demliyor, diğeri çocuklar çok seviyor diye patates kızartma telaşında, diğeri terastaki küçük tarladan topladığı yeşilliklerle salata yapma hazırlığında, bir diğeri özene bezene yaydığı kareli sofra bezine tabak çanak yerleştiriyor en meşhur gül desenlilerden. Radyodan kimi nihavent makamından bir eser yükseliyor, kimi yurttan sesler korosundan...Babalar koca hafta çalışmış, o gün tatil diye ağızlar kulaklarda aileleriyle olmaktan mutlular, her telden koyu bir sohbette. Birinin evine yarın kışlık yakacak gelecek diye iş çıkışı çocuklarla hep beraber taşırız planının derdinde. Çocukların kimi kiremit parçasıyla yere çizdikleri "Seksek" oyunu oynuyor, kimi "Kızma Birader" oyununun büyüsüne kapılmış kızmamak için var gücüyle mücadele ediyor. Sayım memurunun sokağa gelmesiyle sırası gelen aile evine inip sayıma dahil olup geri dönüyor ve kaldıkları yerden devam... Gülüş cümbüş anca beraber kanca beraber. Daha ne güzellikler. Ya şimdi?
Şimdi uzak etti herkesi şu akıllı telefonlar. Yoruverdi her birimizi geçim telaşı, gelecek kaygısı... Geleceğin derdine düştük bir an da unutuverdik dünümüzü. Nasıl da ayırıverdi bizi ah şu çelik kapılar...
SİBEL YILMAZ