- Kategori
- Arkeoloji
Artemis
Artemis
Herakles koşuyordu.
Herakles adeta birini kovalarcasına koşuyordu. Onun önünde belli belirsiz bir kadın silueti belirdi o da koşuyordu. Sırtında ok torbası, elinde yayı vardı. Yanında bir geyikle bir köpek vardı. Onlarda çok hızlı koşuyorlardı. Herakles arkada onu takip ediyordu. Çocuklar heyecanlanmışlardı. Hepsi ayağa kalktılar. Bu sefer garip bir şeyler oluyordu. Küçük Bekir bağırdı.
“Bizde gidiyoruz. Bakın bu sefer bizde gidiyoruz.”
Çağrı’nın heyecandan dili tutulmuş gibi konuşuyordu.
“Biz. Evet. Biz. Biz. Uçuyor muyuz? Biz nasıl gidiyoruz?”
Rüya, Elif ve Muhtar’da şaşkınlıkla birbirlerine bakıyorlardı. Sonra aynı şeyi düşünmüş olmalıydılar ki çocuklara sarıldılar. Muhtar bağırdı.
“Kokmayın sakın korkmayın.”
Çocuklar şaşkın etrafa bakıyorlardı. Kızlar biraz daha heyecanlıydılar onlar küçük çığlıklar atıyorlardı.
Çiçek ilk defa Çağrı’ya sarılmıştı.
“Ben çok korkuyorum. Ya düşersek!”
“Düşmeyiz nereden düşeceğiz ki baksana bir balonun içindeyiz balon açılmadıkça düşmeyiz korkma hem ben seni tutarım sen sarıl bana.”
İki kardeş birbirlerine sarılmışlardı. Diğer çocuklarda Muhtar’a yeğenleri de Rüya’ya sarılmışlardı. Kimi gözlerini kapatmıştı, kimi merakla etrafa bakıyordu.
Çok güzel görüntüler oluşuyordu.
Elif konuşuyordu durmadan konuşuyordu.
“Ağaçların renkleri farklı bakın Allah Aşkına bakın şimdi bu kadar güzel yeşiller yok. Ağaçlar daha büyük daha görkemli daha heybetli. Yerlerdeki çimenler otlar çiçekler bile farklı. Gelinciklerin renklerine bakın yeşil otların içinden çıkan gelincikler ne kadar büyük ne kadar parlak ortadaki siyahlıklara bakın ne kadar göz alıcı. Gökyüzünün temizliğine bakın, bizde gökyüzü bile bu kadar berrak değil sanki bizimki tozlu gibi sanki kirli camın arkasından bakıyoruz gibi. Bana mı öyle geliyor yoksa bu dediklerim doğru mu? Ben çok heyecanlıyım.”
Rüya arkadaşının elinden tuttu.
“Bu tespitlerin çok doğru çok haklısın. Her şey çok güzel çok sihirli, çok berrak!”
Didar teyzesine baktı. Başını salladı.
“Nasıl hem sihirli hem berrak...”
“Sihirli buralar sihirli...”
Didar teyzesinin elinden tuttu.
“Teyzem canım bak Herakles, Artemis’i kovalıyor. Önden koşan ceylana benzeyen bu peri kızı Artemis... Geyiğini görüyor musun?”
“Görüyorum Kyreneia ne kadar güzel bir hayvan.”
Elif şaşkınlıkla ikisini dinledikten sonra;
“Artemis çok kuvvetli Herakles’in geyiğini öldürmesine izin vermez ki.”
Rüya başını iki yana salladı.
“Zaten öldürmeyecek. Yakalayacak. Onu yakalayacak. Bütün olay bu! Çünkü kral Artemis’i biliyor. Onun hayvanlarına kimsenin elini dokundurmayacağını biliyor. Hele bu günlerde onun çok yaralı olduğunu biliyor. Onun için onun dokunmasına izin vermeyecek, dolayası ile geyiğini de yakalayamayacak.”
“Peki, ne olacak?”
“Bilmiyorum bakalım ne olacak?”
Artemis çok hızlı koşuyordu. Herakles ona yetişmek için çok çaba harcıyordu. Artemis Herakles’i görmüştü. Daha da hızlanmıştı. Birbirlerinin farkında iki üstün güçlere sahip tanrısal varlıklar koşmuyor adeta uçuyorlardı.
Muhtar heyecanla bağırdı.
“Hiç kimse ama hiç kimse bu kadar güzel görüntüleri göremez. Filimler de bile göremez. Ben hep şansız olduğumu düşünürdüm. Bundan büyük şans mı olur!”
Hepsi aynı kanattaydılar ama kimsenin konuşmaya dikkatini dağıtmaya niyeti yoktu.
Herakles birden durdu. Derin nefes aldı. Ve bağırmaya başladı.
“Artemis... Artemis. Ben seni yakalarım. Ben geyiğini yakalarım hatta onu öldürürüm. Ama yapmak istemiyorum. Ben çok acı çektim ve çekiyorum. Ben sevdiklerimi kaybettim. Ben kendi ellerimle dünyalar güzeli eşimi öldürdüm.”
Artemis’te biraz önce Herakles’in durduğu gibi aniden durdu. Hatta hayvanlar biraz daha gittiler gelen olmayınca onlarda geri döndüler ve Artemis’in yanına geldiler. Artemis hiç kıpırdamadan duruyordu. Sonra yavaşça arkaya döndü. Yere diz çökmüş hıçkırıklarla ağlayan Herakles’in yanına geldi.
“Anlat. Ne dedin biraz önce bana anlatmalısın! Anlat...”
“Ben kandırıldım. Anlıyor musun? Ben kandırıldım. Ben eşimi çocuklarımı öldürdüm. Ben şimdi cezalıyım. Ben çile çekiyorum. Ben büyük suç işledim.”
Artemis fısıldar gibi konuştu.
“Bende...”
Herakles şaşırmıştı.
“Sende mi? Nasıl! Sen de yakınlarını mı öldürdün?”
“Evet. Ben tek erkeğimi, tek sevdiğimi, canımı öldürdüm. Bende kandırıldım.”
Artemis Herakles’in yanana oturdu. Anlatmaya başladı.
Elif sabırsızlıkla sordu.
“Sesleri gelmiyor. Ne konuşuyorlar?”
Rüya sakin cevap verdi.
“Yaptıklarını...”
Uzun bir süre konuştular. Geyik Kyreneia yanlarına oturmuştu. Onları dinliyor gibiydi. Artemis ayağa kalktı. Herakles’in elinden tuttu. Sonra onun kucağına Kyreneia’yı verdi. Elinden tuttu.
Didar bağırdı.
“Yükseliyorlar bunlar yukarılara çıkıyorlar. Bakın. Bakın...”
Nidar ablasına bağırdı.
“Bağırma bizde görüyoruz herhalde.”
Bulutların üstüne çıktılar. Artemis beyaz bir bulutun üstüne bıraktı Herakles’i ve bağırdı. Sesi o kadar gürdü ki bunların bulunduğu yer sarsıldı. Birbirlerine görünmeyen duvarlarına tutunmak zorunda kaldılar.
Artemis sesinin çıktığı kadar bağırdı.
“Kral Miken... Kral Mikenbeni duyur musun? Beni duyduğunu biliyorum. Herakles benim geyiğimi biricik Kyreneia’yı yakaladı. Bak görüyor musun? Herakles’ten başka kimse bunun başaramazdı. Benim geyiğime elini bile süremezdi. Herakles’i cezalandırma o büyük bir Tanrı olacak o çok güçlü biri. Senin bütün istediklerini yapacaktır. Buna inanıyorum. Ondan sonra çok şeyler değişecek. Kral Miken duydun mu beni…”
Bir ses daha yukarılara kadar geldi. Tanımışlardı bu sesi. Bu kral Miken’ın sesiydi. Sonra gökyüzünde belli belirsiz bir görüntü oluşmaya başladı. Bu Miken’di.
“Gördüm. Artemis’in geyiğini yakalamış gördüm.’
Kral başını önüne doğru eğdi. Görüntüsü yavaşça yok oldu.
Nazan Şara Şatana’nın Mitoloji Kitaplarından…