Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Aralık '09

 
Kategori
Anılar
 

Atatürk ve annem

Atatürk ve annem
 

Esma Hasret


ATATÜRK VE ANNEM(*)

Birdal Can Tüfekçi

Bazı günler düşünürüm, acaba anneler mi daha şanslı yoksa evlatları mı? Tabii ki bu çağda, teknolojinin bu kadar ilerlediği şu zamanda çocuklarımızın daha şanslı olacağı düşünülür, oysa ki ben annemin çok daha şanslı olduğunu düşünüyorum ve için için annemi kıskanırım, .neden mi ? saatlerde kuğu gibi yatla Ulu önder Atatürk geçecek ve annem Atatürk’ü İncirköylü bir kız çocuğu İstanbul’a gidecek, orada oturdukları yalının önünden her gün aynı yakından gören ilk ve tek İncirköylü olacak.Annem büyük önder Atatürk’e dokunabilen, sesini duyabilen, mavi gözlerindeki, merhameti ve heyecanı yakından gören şanslı insanlardan birisidir. Annemin ağzından defalarca dinlediğim bu özel anısı, beni hep onun kadar heyecanlandırır ve mutlu eder. Annemse, o olayı anlatırken, yaşlı gözlerinin içinde hala haklı bir gururun izlerini taşır. Yıl 1938 aylardan Ağustos , İstanbul el değmemiş o güzelliğini, vakur bir genç kız edasıyla taşıyordu. Caddelerin her iki yanına sıralanmış, akasya ağaçları mor ve beyaz çiçekleriyle hafifçe esen rüzgar da huşu içersinde dans ediyor, mis gibi kokusu ise çevremize yayılıyordu. Denizin rengi gökyüzünün mavisiyle ufukta buluşurken, martılar da bin bir neşe, denizin üzerinde çığlık, çığlığa uçuşuyor, vapur düdükleri birbirine karışıyordu. Biz, Büyükdere’de çok güzel bir yalıda otururduk. geceleri denizin yalıya vuran dalga sesleriyle uyur, gündüzleri ise iskeleden denize atlayarak, midye arardık. Bizim için hele benim gibi on üç yaşında ele avuca sığmaz bir kız çocuğu için hayat ne kadar da güzeldi. Denize sıfır o koskocaman yalımızda ,büyükanneler, büyükbabalar, hala, dayı ve ağabeylerle birlikte kalabalık bir aileydik. Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte bir koşuşturma başlardı..Ben ise sabahtan akşama kadar ağaçlardan inmez, ya da boğazın o tertemiz mavi sularında yüzerdim. Önümden geçen o muhteşem gemilere bakarken, uzak diyarlara gidebilmenin hayalini kurardım. Şimdi hala o günleri özlerken Büyükdere’deki o yalımızı sık sık rüyalarımda görürüm. 1938 Ağustos’unun boğucu sıcak günlerinden biriydi O günü hiç unutmuyorum. Devamlı olarak her gün aynı saatlerde büyük bembeyaz bir yatın Dolmabahçe Sarayı’nın önünden kalkarak sahil boyunca ağır ağır dolaştığını görür hemen iskeleye koşardım. Atatürk’ ün bu yatta olduğunu, rahatsızlığı nedeniyle “ Şifa olur” umuduyla her gün ,İstanbul Boğazında dolaştığını biliyordum, deniz havası eşliğinde oyuncağım dediği ve çok sevdiği “SAVARONA” isimli yatta sabah kahvaltısı yapardı ve kıyı boyunca kendisini alkışlayan insanlara selam vererek el sallardı, yanında ise baş yaveri , yaverler bir de doktoru vardı. Bu büyük yatın güvertesinde hasır bir masa ve yine hasır koltuklarda oturup sohbet ederlerdi. Çoğu zaman da Atatürk ayakta durur, karşı kıyıları özlem ve gurur dolu gözlerle seyrederdi. Ben ise yatın yalımızın önünden geçişini her gördüğümde Atatürk’ü yakından görebilmek için can atardım, ne yapıp ta ona ulaşırım diye düşünür, çocukça hayaller kurardım. Yine böyle bir günde bir de ne göreyim; ben denizden yeni çıkmış iskelede onun gelme saatini bekliyordum ki; o büyük ve muhteşem yat uzaktan bir kuğu gibi süzülerek yaklaşmaktaydı. Tam oturduğumuz yalının önüne gelince ,birdenbire ok gibi yerimden fırlayıp hiç düşünmeden koşarak denize atladım, yüzerek yata ulaşmaya çalışıyor, küçücük kollarımın el verdiğince kulaç atarak ona ulaşmaya çalışıyordum. Başımı kaldırınca o an yattaki paniği gördüm; “çocuk düştü, çocuk düştü”dikkatli olun, herkes bir yerlere koşuyor,hızı kesin” diye bağırıyorlar,yatı yavaşlatıyorlardı, ben o yaşta bile çok iyi yüzerdim, suyun yüzüne çıktım baktım ki bana yattan el kol hareketleriyle bir şeyler söylüyorlar , panik yapma ve korkma biz seni kurtarırız . diye bağırıyorlardı. Ben zaten hiç korkmuyordum ki , yatta çalışanlardan iki kişi yüzerek gelip beni alarak yata çıkardılar. Bir sandalye getirip oturtuldum, başımı kaldırıp bakınca ise ulu önder Atatürk dimdik karşımda durmuş bana bakıyordu. Ben de ona baktım, öyle bakıyordum ki -yıllarca onunla karşılaşmak için can atan benim -sanki dilim tutulmuştu .Yaver sordu: “Paşam şimdi ne yapalım ?” Atatürk emir verdi” hemen bir havlu getirip kurulayın”. Gözlerimi kocaman, kocaman açarak yüzüne bakıyordum. Mavi gözleri öyle çakmak çakmak değildi, sanki uykudan yeni uyanmış gibi mahmurdu, sesi sıcak ve yumuşacıktı, boyu uzun, saçları rüzgarda biraz dağılmıştı, eliyle saçlarını şöyle bir düzelti, çok şık giyinmişti. Eğildi ve bir eliyle çenemden tutup başımı kaldırdı, saçlarımı okşarken; “Seni kim denize itti ,yoksa düştün mü küçük kız ?”diye sordu, bense gayet kendimden emin olarak, “hayır efendim ben düşmedim, sizi daha yakından görebilmek için suya atladım” diye cevap verdim. “Hay Allah çocuk değer mi ? Bizi çok korkuttun” dedi ve bir öğretmen edasıyla “ bak yavrum bu yatın altında çark denen demirler vardır, elleriyle anlatmaya çalışıyordu,seni parçalarsa ne yapardım ,aman bir daha çok dikkat et tamam mı çocuğum ?” diyerek doğruldu, beni uğurladı ve ardımdan el salladı. Geriye dönüp baktığımda ise bir elini gözlerine siper etmiş karşı kıyılara bakarken, yanında bulunan yaveriyle çoktan konuşmaya başlamıştı.

Şimdi aradan geçen onca zamana karşı ben, seksen kusur yaşındayım. Atatürk’le konuşmak şansına eriştiğim için çok mutluyum.

(*) “ Esma Hasret 03.02. 2009 günü 87 yaşında öldü

 
Toplam blog
: 264
: 285
Kayıt tarihi
: 25.06.08
 
 

1952 Fethiye/MUĞLA doğumluyum. Yaklaşık 36 yıldır şiir, çocuk şiiri , masal ve hikaye dallarında ..