Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Kasım '18

 
Kategori
Kitap
 

Aynı Şarkı / Ali Gülcü

Aynı Şarkı / Ali Gülcü
 

Aşağıdaki blog Ali Gülcü ile tanıştığım ilk blogdu.

http://blog.milliyet.com.tr/at/Blog/?BlogNo=552115

Yorum olarak ise şöyle yazmışım:

''Ali Bey yazınız yanlış saymadıysam 283 kelimeden oluşuyor. Bu kadar kısa bir yazıda böylesine karşındakini etkilemek ve böylesine duygulandırmak! Hepimiz yazı yazıyoruz fakat sizin yaptığınıza yetenek deniyor. Tebrikler...''

''At'' adlı bloğunu okuduğumda ''işte bu'' dediğimi çok iyi hatırlıyorum. Sonra acaba tesadüf mü diye düşünüp diğer bloglarını da okumuş, bunun kesinlikle bir tesadüf değil, yetenek olduğuna karar vermiştim. Ali Gülcü, blog habercime eklediğim ilk MB yazarı olmuştu.

Bugüne kadar yazı konusunda edindiğim birikimler, yazının etkin ve vurucu olmasının iki önemli parametreye bağlı olduğunu öğretti bana. İlki, kelimelerin birbiriyle olan korelasyonuydu. Kelimeler birbirine öylesine bağlanmalıydı ki bir insan anatomisi gibi kusursuz olsun. Kelimeler arasındaki kopukluğu, insan vücudunda kulağın burun yerine, ayakların eller yerine, akciğerin karaciğer yerine takılması şeklinde örnekleyebiliriz. Birinci parametre kusursuz olmadan, yazı teknik olarak etkin hale getirilmeden, yani vücutta organlar yerli yerine oturmadan ikinci parametreyi devreye sokamayız. Nedir peki bu? İşte bu yazının vurucu kısmıdır. Kusursuz hazırlanan vücuda can verilmesidir, ruh üflenmesidir. Daha genel bir tabirle duygu katılmasıdır. İlk aşama gözle algılanıp beyin tarafından işleniyorsa, ikinci aşama ise gönlümüz tarafından sentezlenen bölümdür. Bu iki parametrenin yazıya aktarımı ne kadar kusursuz olursa, yazı da o kadar etkin ve vurucu olur. Umarım tarif edebilmişimdir. Bu paragrafı şimdilik kenara koyalım.

Gelelim asıl konumuza…

Ali Gülcü ile tanışmamızın ardından sağ olsun bana imzalı bir kitabını gönderdi. Büyük bir heyecanla, sindire sindire okudum kitabı. Müsaadenizle kitapla ilgili olumlu ve olumsuz düşüncelerimi kendi edebi kapasitem çerçevesinde naçizane sizinle paylaşmak istiyorum.

Kitabın üzerinde ''deneme'' yazıyor olsa da tam olarak benim bu kitaba deneme kitabı demem mümkün değil. Seksen beş bölümden oluşan kitap aslında tam bir deneme/anı/öykü karması bölümlerden oluşuyor. Bu sentezin ise ayrı bir tadı olduğunu söylemeliyim.

Kitap, öyle bir oturuşta bitirilip kenara konulacak bir kitap değil. Böyle okunması bölümlerin birbirine karışmasına neden olabilir. Bunun yerine bir başucu kitabı gibi her seferinde üç-beş bölümü sindirerek okumak daha etkili olacaktır.

Peki, ne yazmış Ali Gülcü?

Ne yazdığından ziyade neden yazdığı ve neye(ne aktarmak istediği) yazdığı daha önemli sorular.

Ali Gülcü, çoğunluğu kendi anılarından oluşan deneme/öyküler yazarken bize de kocaman bir ayna tutmuş. Aslında seni, beni, bizi yazmış Ali Gülcü. Her gün bizimde karşılaştığımız iş, aile, toplum içindeki doğru ve yanlışlarımızı daha bariz görmemizi sağlayarak iç muhasebemize göndermelerde bulunmaktadır.

Özellikle, bilinçli olarak hayatta yaptığımız her hatanın ve yanlışın, kendi irademizle fırlattığımız bir bumerang misali farklı formlarda vücut bularak geri dönüp başımıza çarptığından bolca dem vurmuş. Haksız da değil! Anlayana…

Anıları arasına mizah ve hüznü öylesine saklamış ki birçok bölümün özetini şöyle yapabilirim: Okurken tebessüm hiç eksik olmaz yüzünden, hele bazı yerlerini okurken en afilisinden kahkahalar patlatırsın. Kahkahaların ardından tebessüm hemen geri alır yüzündeki yerini… Sonra yazı biter ve sıra bende der hüzün! Kenara çekiliverir tebessüm.

Bazı bölümler o kadar sıcak ki inanın sizi tutuşturabilir. İşte burası tam da yazının gücüne eklenen yazarın büyüsü. Birçok anı/öyküyü okurken istemsizce gözleriniz dolacak(En azından benim öyle oldu). Neden doluyor diye soracaksınız kendinize, çoğunlukla cevap ta bulamayacaksınız.

Yine birçok bölümde kendi iç dünyasına çıktığı yolculuklarda, bize tuttuğu ayna ile bizde kendi iç dünyamızda yolculuğa çıkıyoruz. Yolculuk/yazı bittiğinde bitişin verdiği hazzı yaşayacakken, O ise bizim zihnimize pimi çekilmiş bir soru işareti ya da ünlem bombasını bırakıveriyor. Burası bence Ali Gülcü’nün yazım yeteneğinin ve bu kitabın en vurucu noktası. Kitabın neden ve neye yazıldığının da cevabı.

Vay vay vay! Ne kusursuz kitap yazmış böyle Ali Gülcü öve öve bitiremedin diyorsanız yanılıyorsunuz. Tatlı biberi yedikten sonra gelelim acı bibere…

Ali Gülcü tam bir deniz, sahil, balık, kasaba sevdalısı… Bu öğeleri yazılarında o kadar çok işlemiş ki tekrara düşmekten kurtaramamış kendini. Tabi bunda kitabın genelinin yaşanmışlıklarından meydana gelmesinin etkisi büyük diye düşünüyorum.

Genelde yazıların kısa oluşu ve çok fazla bölümden oluşması(seksen beş) anı/öykülerin birbirine karışmasına ve bu karışıklıktan kaynaklanan bir sıkılmaya neden oluyor. Bu nedenle kitabın bir kere de değil, başucu kitaplığımızda tutup ağrı kesici niyetiyle bölüm bölüm okunması daha sağlıklı olacaktır. 

Anı/öyküyü daha iyi içselleştirebilmemiz açısından, ben daha çok uzun olan bölümlerden zevk aldım diyebilirim. Bu açıdan daha uzun anı/öyküye yer verip bölümlerin az tutulması tercih edilebilirdi.

Çok nadirde olsa yazının final paragraflarının ana metinden kopuk olduğunu gördüm. Bu da yazının istenilen etkiyi size yansıtamamasına neden oluyor. Ya da ben bağlantıyı kuramamış olabilirim.

Son olarak eleştireceğim konu şu ki; yine nadir olmakla beraber bazı anı/öyküler diğerlerine oranla çok sönük kalmış. Bu kitabın genel başarısı açısından söyleyecek olursam yer kaplamaktan öteye gidememişler.

Kitabın artı ve eksi yönlerine değindikten sonra devam edelim…

Eee yazdın yazdın hiç kitaptan örnek vermemişsin dediğinizi duyar gibiyim. Haklısınız. O kadar etkileyici tespitler okudum ki kitabın neredeyse dörtte birini çizdim. Hepsini burada yazmaya kalksam hem blog uzar, hem kitabın mahremiyetine zarar gelir. Bu nedenle zihninizde bir fikir oluşması açısından aşağıda küçük bir bölüme yer veriyorum.

Bakmak ve görmek arasındaki farkı yazlık tatil beldelerindeki bir köpek üzerinden gözümüze sokan Ali Gülcü şöyle diyor: ''Yabancı köpek, ‘hazır yazlığın bahçesi var şekerim, köpek de alalım, hayalimdir, hem çocuklar da oynar’ düşüncesi ile alınmış, bir iki hafta el üstünde tutulduktan sonra gözden düşmüş, yaz bittiğinde sahibinin arabasının ardından ciğerleri patlarcasına koşmuş, yorulunca kaderine küsmüş, karnını doyurmak için savrulurken, daha önce başka yazlıkçılar tarafından bırakılmış köpeklerin mesken tuttuğu mıntıkaya girmiş, cins bir köpektir. Yaşarsa, yakalanır, kulağına vesikası takılır!'' Yorum sizin…

Hani bloğun başında kenara koyduğumuz bir paragraf vardı hatırlarsanız. İşte orada açıklamaya çalıştığım gibi, Ali Gülcü kelimelerden bir vücut meydana getirmiş (varsın sağ kulak sol kulakla yer değiştirmiş olsun) ve o vücuda da ruh üflemiş.

Özet olarak:

Ali Gülcü; insana, insanı, insanla anlatmış…

***

Benim bilmediğim, kitabı bulunan yazarlarımızdan imzalı birer kitap göndermek isteyen olursa benimle iletişime geçebilirler. Çok memnun olurum.

Saygıyla... 11 Kasım 2018 - Denizli / Özkan SARI

 
Toplam blog
: 102
: 4394
Kayıt tarihi
: 05.09.15
 
 

Kalın Sağlıcakla... ..