Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Ocak '07

 
Kategori
Aile
 

Babama mektup!

Babama mektup!
 

Canım Babacığım...
Ölümünüzün üzerinden neredeyse 3,5 yıl geçti ama sanki dün gibi. Zaman nasıl da akıp gidiyor? Hep o sigara illetinin yüzünden. Oysaki geçkin yaşınıza rağmen ne kadar da sağlıklıydınız! Geride bıraktığınız 78 yıla rağmen ne kalp, ne şeker, ne kolesterol. Ama sigara bitirdi sizi ve bizden alıp götürdü. Hiç getirmemek üzere...

Bütün babalar kızlarına düşkün müydü sizin kadar ve biz kız evlatlar da babalarına? Hep "Kız olsun da çamurdan olsun" derdiniz. Bilmeyen yoktu bana olan düşkünlüğünüzü. İlk evladına -yani bana- 45 yaşında sahip olmuştunuz. Onca geçen kâh iyi, kâh kötü yaşanmış hayat mücadelenizin ardından sahip olmuştunuz bana. Hâlâ o fotoğraflara bakıp hüzünleniyorum. Ne kadar da mutluymuşsunuz ben kucağınızdayken!

Kardeşime ve bana hep kendi ayaklarımız üzerinde durmayı öğrettiniz. "Armut piş, ağzıma düş" felsefesini hiç bilmedik. İyi ki de öyle yapmışsınız. Şimdi de ben çocuklarıma aynısını uyguluyorum. Sizin kadar başarılı olabilir miyim bilemiyorum. Bizlere hayatın zorluğunu hep örneklerle anlattınız, gösterdiniz ve yaşayıp öğrenmemizi sağladınız. Mark Twain’in bir sözü geldi aklıma; "Ben on dört yaşımdayken babam o kadar cahildi ki, yakınımda olmasına dayanamazdım. Ama yirmi birime geldiğimde öyle çok şey biliyordu ki, yedi yılda nasıl öğrendiğine şaştım."

Liseyi yatılı okudum bulunduğumuz yerde lise olmaması dolayısıyla. Çok zor alışmıştım sizlerden ayrı kalmaya. İlk günler ne çok ağlamıştım ama size hiç hissettirmedim. Biliyordum ki, çok üzülürdünüz. Ama geçen zaman her şeyin ilacı, alıştım elbet. Yoksa gurbetlik çekilir mi alışılmasa?!

Birlikte ne güzel ders çalışırdık değil mi babacığım? Hafta sonları eve evci çıktığımda sorardınız hep; "Bu haftan nasıl geçti kızım? Yazılılarınız, sözlüleriniz ne âlemde?" diye. En çok da matematik çalışmayı severdik. "Hadi al gel bakalım şu matematik kitabını ve müsfettelerini de beraber denklem çözelim" derdiniz. Müsfettesiz masaya oturunca çalışmazdınız, hatta küserdiniz bana. "Nerede benim kör gözlüğüm" derdiniz çoğu zaman, yakın gözlüğünüzün gözünüzde olduğunu fark etmeyip. Birlikte belki hiç bıkmadan 2 saat çalışırdık. Artık gözleriniz yorulur, uyku bastırır da ancak bırakırdık çalışmayı. Ne güzel günlerdi! Ne kadar arıyor ve özlüyorum o yıllarımı!

Yatılı okuduğum okulumdaki yatakhane arkadaşlarımı, sınıftaki sıra arkadaşlarımı ve hatta bazı öğretmenlerimle hâlâ görüşüyorum üzerinden geçen 19 yıla rağmen, biliyor musunuz? Mesela; öğretmenlerimden, ilkokul öğretmenim Yıldız GÜVEN, lisedeki okul müdiremiz Yıldız PEKYILMAZ hatta en çok sevdiğim ve dersine ilgi duyduğum matematik öğretmenim Hayati GÜNAY’ın bile izini buldum. Hâlâ Elazığ’daki bir Endüstri Meslek Lisesinde matematik öğretmenliğine devam ediyormuş. Her bayram ve özel günlerde gidip göremesem de, telefonla gönüllerini alıp geçmiş günlerden iki kırıntı söz etmek ömrüme ömür katıyor. Arkadaşlarımdan da Hatice, Çiğdem, Işıl, Aysun ve Dilek ile olan bağlantımı da hiç koparmadım. O zamanın liseli kızları şimdi evlerinin hanımı oldu çıktı. Arkadaşlıklarımda sizlerin öğütlerini dinleyerek seçim yaptım. İyi ve kalıcı dostluklar kurdum. Dostlukların devam etmesi ne güzel!

Liseyi bitirince bölümümün yükseğini kazanamamıştım. Oysaki ne kadar da istiyordum Olgunlaştırma Enstitüsünü kazanıp Kız Meslek Lisesinde Giyim bölümü öğretmenliği yapabilmeyi! Ama olmadı. Öğretmen olamadım belki ama ne ilginçtir ki, şimdi bir ilköğretim okulunda memur sıfatıyla öğretmenlerle iç içe çalışıyorum. Sizin de bildiğiniz gibi, AÖF İktisat Bölümünü kazandım diye okudum. Ve size verdiğim sözü gecikmeli de olsa tuttum babacığım, bitirdim. Keşke ölmeden önce bitirmiş olduğumu benim ağzımdan duyabilseydiniz. Ah şu keşkeler!...

Birçok konuda, hep sizi örnek alırdım. Davranışlarınızı, en çok da düşüncelerinizi. Gündemi yakından takip ederdiniz. Yazılarını okuduğunuz köşe yazarlarını şimdi sizin yerinize ben takip etmeye çalışıyorum. Bulmacaya da düşkündünüz. Elinizden hiç düşürmezdiniz. Kapanın elinde kalırdı. Tavla oynamayı da severdiniz. Bana da siz öğrettiniz zaten. Şimdi bende iyi bir tavlacı sayılırım sayenizde, sizin kadar olmasa da tabi.

Şöyle bol köpüklü Türk kahvesine de hayır demezdiniz. Bana "Benim kızım bana bir kahve yapar mı?" diye sorardınız. Ben de "Bir sorayım bakalım müsait mi" derdim. Bir de taşırmadan yapabilseydim!:)

Sizi en son ölümünüzden 15 gün önce görebilmiştim. Çocukların okulundan dolayı her hafta sonu ziyaretinize gelebilmek mümkün olmuyordu. Marmara Ereğlisi 160 km zira. Son iki gününüz çok kötüymüş. Annem ve yakın komşularımız öyle söylemişlerdi. Belki de o halinizi görmemem daha iyi olmuş. Yoksa çok daha zor katlanabilirdim her şeye. O kötü haliniz gözümün önünden gitmek bilmezdi.

İnsanın babasının öldüğünü duyması ne kadar acı veriyor babacığım. Ama siz bu duyguyu benden çok daha iyi bilirsiniz. Zira siz 20 yaşında tattınız, bense 32 yaşımda. İlk zamanlar şaka gibi geldi ölümünüz. Hiç konduramadım. Nasıl olurdu da babam ölebilirdi, nasıl? Kendimi buna hiç alıştırmamıştım ki!

Ama oldu işte, yoksunuz. Sanki bir yolculuğa çıktınız ve bir zaman sonra gelecekmişsiniz gibi bekledim hep. Ama hiç gelmiyor o zaman ve GELMEYECEK!..

Artık cümlelerimi toparlamanın zamanı geldi. Sizinle konuşmayı çok özlemişim. Bazen konuşup paylaşmak, dertleşmek isteyip etrafımda kimseyi görememek beni üzüyor. Daha doğrusu paylaştıkça sadece eleştirilmek ve sadece nasihat dinlemek. Sanırım eleştirilmeye karşı tepkimiz insanoğlunun doğasında var. Ama sizinle bu duygularımı paylaşmak beni rahatlattı. Ne zamandır içimdekileri size dökmeyi bekliyordum. Ve sanırım ara sıra bunu yapacağım babacığım. Bu size son mektubum olmayacak.

Yerinizde rahat uyuyun. Bana güç vermeye devam edin. Bekleyin, bir gün elbet bende geleceğim.

 
Toplam blog
: 25
: 3061
Kayıt tarihi
: 02.11.06
 
 

Anadolu Üniversitesi İktisat Fakültesi mezunuyum. İkinci üniversite kapsamında İstanbul Üniversit..