Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

AYFER AYTAÇ GAZETECİ YAZAR

http://blog.milliyet.com.tr/ayferaytac

09 Nisan '15

 
Kategori
Psikoloji
 

Basiretim bağlandı

Basiretim bağlandı
 

Gül gibi güzellikler


Kara kış geri geldi sinirleri bir hayli gerdi. Kar yağışı, tipi, soğuk hepsi elele vermiş, canlıları canlarından bezdirir hale gelmiş. Odunu kömürü bitenler, Pazar fiyatlarına güç yetiremeyenler. Derdi tasası olanlar, soğuğa daha bir öfkeliler. Nerede insana rastlasanız, herkes birbirine çatmaya bahane arar vaziyetlerde… Sabahla öğle arasıydı, otobüs durağında merkez çarşıdan geçen halk otobüsünü bekliyordum. Durakta yanımdaki diğer bekleyen yolcular arasında bir kavga kıyamet koptu. Ne olduysa iki kadın ağız dalaşına dalıp biri diğerinden üstün gelme çabasında, çırpınıp duruyor. Öteki birkaç kişide taraf tutar gibi tartışmaya müdahil oluyor. Hiç akla gelmeyen, sürpriz çıkmış gibi bir farklı vakit. Kalbim, beynim yüksek sese tepkili… Rahatsız olmamak için yürümeye koyulsam, yerler karlı ve kaygan… Aralarına girsem, dozu giderek artan kavgada taraflar beni parça pinçik edecekler. Yine de ortamı yatıştırmaya niyetlendim “Susun, durun” diyesiye durağa gelen ilk otobüse atladım. Çazgır kadınları fenalıklarıyla başbaşa bırakıp tekerlerin harekete koyulmasıyla olay yerinden uzaklaştım.  Fakat kalbim olumsuzluktan etkilenmiş olacak, ritmini bozdu. Elim ayağım titremeye durdu. Otobüsün içindekiler ve tepemde dikililer durakta bıraktığımız kavgaya yönelik yorumlarda bulunuyorlardı.  Olayı cam arkasından her gören göz, ağzını açarak kavgacıları kınama yarışına girdiler. Neredeyse “Kim haklı, kim haksız” iddialaşması başlamak üzereydi. Sebebini bilmeyen herkes farklı tahminlerde bulunup kendi yorumuna onay bekliyor gibiydiler. Bir insan hiç mi susmaz, hiç mi virgülü tanımaz, otobüsün içinde de patırtı koptu kopacaktı. İnsana değer veren bir aklıselim edasıyla “Lütfen küçük harflerle konuşur musunuz, “diyecek oldum. Başımı kaldırmamla gözgöze geldiğim ufak tefek bir hanım “Rahatsız oldunsa evinde oturaydın, senden izin mi alacam nasıl konuşacağıma” diyerek, sesinin yükseltisini son haddine alıp adeta başımın etini yemeye koyuldu. Kadının şerrinden “Bize ne oluyor, niye böyleyiz” diye sormaya korktum… Duraklardan otobüse binen yeni yolcular yanımızdan geçip arkaya ilerlerken, tepemde diliyle tepişip duran kadına ve sebebi meçhul tantanaya bakışıp duruyorlardı. Zira incir çekirdeğini doldurmayacak bir kelimeyi üstelik iyi niyetle sarfetmiştim. “Lütfen küçük harfle konuşur musunuz,” dememle, tepemdeki dikili kadının beyin merkezindeki gerilim yüklü telleri kopmuştu. Kadın baskın çıkıp çevresine posta koymaya çalışıyordu. Otobüsün içinde herkesin gözü üzerime çevrilmişti, sanki ağzımdan kadına karşı çıkıcı bir laf çıkacak ve ardından kavga çıkacak beklentisi vardı. Sezmiştim bunu; insanlar gergin stres yüklü, biri ötekine “Gözünün üzerinde kaş var” diyecek olsa, öteki “Sana ne sana mı kaldı tasası” diyerek negatif bir enerji yükünün altına giriyor. Gerginliğini çevresine aksettiriyor. O an orada kim bulunuyorsa, herkes elektriğe kapılmış gibi stresten nasipleniyor. Ben gergin tellere takılmamak için gideceğim yönden vazgeçip farklı bir yöne giden otobüse binmiştim ya… Sıkıntılı ortamdan etkilenip ilk durakta otobüsten kaçar gibi bir halimle iniyorum. Dürüst, temiz, güzel, efendi olabilsek. O günkü, o anki görevimiz ne ise, sağa sola bulaşmadan, kimseyle dalaşmadan işimizi yapabilsek. Sanırım birçok mesele, bizim için kendiliğinden halledilmiş olacak.

Gayri ihtiyarı yürürken özel bir hastanenin tabelası gözüme ilişti. Kalbimin baskısıyla hastaneden içeri girdim. “Buraya kadar geldimse, bahane olsun bir kardiyolojiye görüneyim” dedim.

Müracaattaki kızlar birbirleriyle sohbet halindeler, birine yaklaşıp “merhaba, nasılsınız” diyorum. O kız yüzü arkadaşına dönük, an profili pür neşe “Beni eklemiş, ısrarla adresimi istedi vermedim. Fotoğrafı kendinin mi, bir öğreneyim veririm. Ama çok yakışıklı yavv” diyerek gözlerini baygınlaştırıp, ağzını yayarken bana dönüşünde birden ciddileşti. belli ki sosyal ağlardaki takılmaları konu ediyorlardı. "Kusura bakmayın kızım rahatsız ediyorum "dedim. Yapmacık bir tebessümle elimden aldığı nüfus kartıma şöyle baktı. Sonra “TC’ni giremiyorum biraz bekle” dedi. Sanki bunun kabahatlisi benmişim gibi olumsuz bir bakışla,” Hangi doktor” diye de sordu.    Ben de samimi güler yüz görememekten, merhabama karşılık alamamaktan afallamış haldeyim “Uzman bir kalpçi istiyorum” dedim. Süslü müracaat memuresi bu defa “Özel sigortalı iseniz bekleme yapmazsınız, karşıdaki arkadaşım hemen ilgilenir sizle” dedi. “Yok, yok. Ben SSK’dan emekliyim kızım, biz de nerde özel sigorta, SSK'dan emekli olabildiğimize şükür. Eskiden daha bir horlanıyormuş SSK'lılar tek bir hastanede kuyruk beklemekle günü geçiriyorlarmış. Bak şimdi, özel bir hastanede muayene olabileceğim ne havalı, ne güzel değil mi?

Soruma karşılık ödeyeceğim paranın miktarını söyledi. Çarşıya gitmek için evden çıkmıştım ya, yanımda dediği miktar paradan biraz fazlası bile vardı. Ama “Röntgen çekileceksin, şu kadar da para ödeyeceksin” deseler karşılayamazdım. Neyse ki ben dediği miktarı ödeyince süslü kız sıra numaramı verici fişimi çekti, pardon kesti. Sıra fişimi teslim alırken doktorun muayene odasını sordum, eliyle danışmayı işaret etti. Başını arkadaşlarından yana çevirip konuşmaya koyuldu. “Doktor sağ koridorun sonunda” dese, diline mi yapışırdı? Yok, soruların muhatabı danışma bellenmiş. Danışma deseler de danışacağız artık, o görevlide mesaisinin hakkını versin değil mi, ama… Danışmadaki görevli, doktorun yerini sormamla tarifini veriyor. Özel hastaneye daha önceleri de gelmişliğim var, ancak bu şekil ilk geliyorum. Randevusuz ve yalnız... Neyse çok beklemiyorum, içeriden çıkan hastanın ardından çağrılıyorum. Bilgisayar bir nimet çok şükür, benden önce adım doktorun önüne gelmiş. Şikâyetim soruluyor, “Kalbim şöyle şöyle” diye anlatmaya koyuluyordum ki, doktor lafımı kesti, “Uzan sedyeye sıyır üzerindekileri kalbini bir dinleyelim”  dedi. “Uzanamam başımda dönüyor,” dedim. “Tamam, oturduğun yerde dinleriz” deyip elinde bir cihaz önünde bilgisayar o cihaz benim kalbimin üzerinde gezindikçe bilgisayar ekranında kalbim luk luk, luk luk diye atıp duruyor garibim… Kalbimi içimden görmek heyecan verici, nasıl güzel bir et parçası ve o et nasıl öyle hassas hayret doğrusu…

Doktorum sonra benden EKG min yani kalp grafiğimi çektirmemi istedi. Yeri için danışmaya yönlendirmedi, kendi bizzat tarif etti. “Hemen karşı ki odaya gidin EKG nizi çektirin gelin” dedi. Denileni yaptırmak için tarifini aldığım odaya yöneldim. Kapısı açıktı, ama kapının dışında renkli gömlekli bir genç kız bekliyordu. “Sıra alın “dedi. Kapının girişine bir oyuk yapılmış oraya büyük rakamlarla yazılı küçük kartçıklar takılmış. Aldığım numara 21di. Benden sonra tekerlekli sandalye ile çok yaşlı bir kadıncağız getirildi EKG odasının önüne, başında ben yaşlarda gelini mi kızımı biri arabayı kullanıyordu. Onlara da selam verdim, almadılar. Sonra içerden beyaz önlüklü küçük görünümlü bir kız çıktı EKG çekilecekler sizi içeri alalım” diye seslendi. Elimdeki numara 21 olduğundan benden önceleri de vardır sanıp, sese bakınmakla yetindim. Bakışıma bağırılmakla karşılık buldum. “Hanım sen EKG için mi buradasın” dedi. “Şey evet, numaram söylenmeyince” demeye kalmadı. Sesleniyorum cevapta verilmiyor, çektirmeyeceksen burada ne işin var, “diyerek sert bir fırça darbesi fırlattı. Stajyer sağlık görevlisi olduğunu yakasındaki isimlikten öğrendiğim bu kızcağız benimle birlikte tekerlekli arabadaki yaşlı hastayı da içeriye aldı. Yüksek sese tepkili kalbim itaatkârlıkla içeriye girmiş, stajyer kız ne derse yapar olmuştu. Paçalarını sıva, kollarını sıva, kazağını sıyır, atletini yukarıya kaldır uzan şuraya… Ben bu söylenenleri harfiyen yerine getirirken tekerlekli sandalye üzerinde oturan yaşlı teyze yakınıma kadar kafasını uzatıp, tepeden tırnağa bedenimi süzercesine bakarken, “Sen buruşuk değilsin neden, sana kolay şeyler yapıyorlar neden, sen buranın akrabasımın neden” diye soru yağmuru başlattı. Stajyer kız ses etmiyor, ama yaşlı teyzenin arabasının başında duran yakını hanım, “Anne sus, ayıp oluyor” deyip duruyor. İşim görüldü, grafik çıktımı alıp apar topar toparlanıp odadan çıkıyorum. Doktorun odasına doğru yönelirken başıma bir ağrı dikiliyor, içime bir evham düşüyor. Ya yaşlı kadın bana nazar değirirse, neden ben o hastanın benimle aynı anda odaya alınmasına ses etmedim. Neden yaşlı kadına kendimi seyrettirdim. Neden o konuşurken “teyze ben senin yarı yaşındayım, sen ben yaşta belki kalbinden şikâyet duymuyordun “demedim. Ahh, ah, bugün benim basiretim bağlanmıştı belli ki; birkaç saat içinde nelerle karşılaşmıştım ve hiç konuşturulmaya fırsat bırakılmamıştım. Evden besmelesiz mi çıkmıştım, özel hastanede ne işim vardı, niçin yaşlı kadınla aynı odaya alınmama ses etmedim. Günümün finali evhamla ve kendi iç sesimle kavgalarımla neticelendi. Neyse ki kalbimde endişe verici bir rahatsızlığım yokmuş, sadece stres ortamından uzak durmalıymışım. Öyle bir yer var mı, bana birisi böyle bir yeri öğretir mi? Lütfen biraz nezih insan olmaya çalışalım. Nezih ve nezihe sadece isim olarak kaldılar. Anlamlarını yaşamımıza uyarlayalım. Lütfen birbirimize iyilikte destek olalım, şu dünyanın güzellik dolu nimetlerinden faydalanalım lütfen, iyi olmayı deneyelim…

 
Toplam blog
: 622
: 205
Kayıt tarihi
: 08.12.14
 
 

Gazeteci-yazar ..