Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Ekim '09

 
Kategori
Deneme
 

Başka öykü var mı bildiğin tek gerçek dediğin?

Başka öykü var mı diyordu, yenilerini yazmalısın. Lütfen devam et, lütfen yenisini yarat. Sana yeni hayatlar getirdim öyküleştir diye. Onları dinlemeyecek misin? Yazdıktan sonra okutmayacak, sormayacak mısın olmuş mu diye? Çok uğraştım oysa, Sen seversin sevgilim yeni hayatları tanıyıp öyküleştirmeyi. Devam et, sen tek gerçeğin sevgi olduğunu bilirsin, sana yeni sevgiler getirdim hadi yaz ve tek gerçeğimizi kanıtla. Bu getirdiklerim sana, yıllanmış şarabın eşsiz tadını alacaksın bunları yazarken. Hadi sevgilim! Elinde not aldığı müsveddeleri vardı gözünün içi parlayan yosun saçlarının arasında beyazlamış saçları bulunan genç delikanlının. Elinde bir el vardı çoktan soğumuş, canı kesilmiş, tırnakları morarmış. Yalvarışlarına yanıt alamıyordu genç delikanlı, buna rağmen devam ediyordu anlatmaya. Sonradan anlamıştı bir boşlukta olduğunu. Yüreğindeki bir yaranın inceden inceden kanadığını ve kanların birikmediğini içindeki boşluğun yanında evrenin sonsuz boşluğu hiç kalırdı.oysa kağıt üzerinde her şeyin bir sonu vardı sonsuzluk beyindeydi, aklın yarattığı bir aldatmaca belki.Ya da insanların sığındıkları sığınak. Şimdi ne olacak bu boşluk ne ile dolacak boşluk mu var, niçin dolmalı? Belki çok az bir boşluk var ama ayna çok. Bunları kendine mi saklamalıydı? Ne olacaktı böyle, ne zamana kadar dayanabilirdi bunlara ne zamana kadar akıl yürütebilirdi? Tüm soru bulutları bir gün yok olabilecek miydi? Oyuncaksız oyun bir gün oyuncak bulabilecek miydi, yoksa bulamadan sobelenecek miydi? Hava soğuktu üşümesi gerek o halde, oysa acılar soğuktan daha kırıcı, daha soğuk bu nedir ki? Özlemler bu kadar büyükken sıcağa özlem nedir ki? Yaralanmış yüreği şimdi nerede niçin acımıyor, niçin canı yanmıyor, niçin ağlayamıyor, nerede en büyük aşklar, nerde yitirilmeyecek kadar büyük olan dostluklar, nedir bu manasız boşluk, hiç mi elinden tutan olmayacak. Özlemleri nerede, Şefkati, acıma duygusu, nerede en büyük aile, nerede sevgililer... Bu girdapta mezara girer gibiyiz. Orada hesap verirken yalnız olduğumuz gibi. Yapayalnız, yaralı, yorgun, pişman, girişi olan ama çıkışı olmayan, çok geç demek için bile çok geç kalınan bir zaman. Çırpındıkça batan kelebekler gibi, ömrü iki gün olmasına rağmen bir gününü çamurdan çıkmak için çırpınarak geçiren kelebek. Hava kurşuni, hava ağır civa kadar, değersiz para gibi, peki şimdi kim haklı çıktı, hak neydi ki böyle bir konunun hakkı mı olurdu? Hergün binlerce soru doğuyor, her gün birlerce soru unutuluyor ama hiçbiri gerçek cevaplarını bulamıyordu. Gerçeklerle arada perde vardı. Aralanamıyordu, sorular birbirine benziyor; belli bir süre sonra sormaktan, cevaplamaktan bıkıyordu beyin ve ruh sıkılmıştı tüm bunlardan. Doğuştan çaresiz bir hastalıktı. Evet herkes inkarda etse bu hastalık doğuştandı. Yorgun düşmüştü genç, uyurken sayıklamaya bile mecalinin olmadığı anlaşılıyordu, çıkaramadığı seslerden, yorgunluğu bilinmezdi zaten o da bilinmesini istemezdi, kapalı bir kutu olmaktan haz duyardı, belki de bunu kimse bilemezdi hiç kimseye çekici gelmediğinden kimsenin ilgisini çekmez, sıradanlık diye geçiştirilirdi. Olsa olsa, büyük bir acı çekmiş olabilir ve o acı yüzünden hayata susmuş olabilirdi. Ya da büyük bir oyuna gelip kalleşçe bir aldatılma yaşamış, insanlara güvenemiyor olabilirdi. Belki de korkularının kurbanıydı. Belki de içinde büyüttüğü bir soruya yanıt bulamamıştı. İçindeki çelişkileri bitirmeden konuşmayacaktı. Daha bir sürü şey söylenebilir, üretilebilir neler olur neler; korku, umut, aşk, acı, nefret .... Ve bir sabah uyandı, çelişkilerle yaşayalı altı yılı geçmişti; altı ramazan, altı kurbandır bu çelişkilerle yaşıyordu, altı kadir gecesidir bunlardan kurtulabilmek için dua ediyor, ağlıyor, hıçkırıklara boğuluyor sonra hıçkırıkların yerini sorular alıyordu, daha ne kadar dayanabilirdi bu bombardımana, beyni hiç dinlenmeden banttaki yeni soruları yanıtlıyordu, hafızası yavaş yavaş dayanamadığının belirtilerini veriyordu ben yoruluyorum diyordu ve hastalıklar davetsiz bir şekilde biz geldik diyordu. Şimdi gençti dayanabilirdi peki ya yaşlanınca o zaman ne olacaktı? Kopan parçalar bir daha eklenemezdi, eklense de eskisi gibi olmazdı. Ah eskiden, ahhh çocukken ne oyunlar oynardık biricik çocukluk arkadaşımla, şimdi o yok oyuncaksız bir oyundayım içinde miyim çemberin bilmiyorum, sanrım kafam dışında mutsuzluğum bundan. Mutlu, şadî günler çok uzak geliyordu çelişkilerle geçirdiği günler yıllara bedeldi. Düşüne düşüne yaşlanmıştı, neredeyse geçenlerde görmüştü biricik çocukluk arkadaşını o çok dinçti, ne olmuştu neler değişmişti hayatta da savrulmuşlardı böyle, sadece çocukluk kalmıştı ellerinde. Nerdeydin ey hayat, nereye kaçıp da saklandın, bulamadık seni buluşamadık sende, nereye gidiyordu neden bu kadar yalnızdı, kolundan tutanlarda kimdi, çok güzellerdi, cinsiyetleri neden belli değildi, nur dedikleri şey bu muydu? Aman tanrım yoksa yoksa hayır olamazdı daha biraz önce az önce bu gördükleri, yoksa yoksa film şeridi dedikleri miydi?Olamazdı yapacakları işler vardı acilen, en azından onları bitirmeliydi, sevindireceği çocuklar vardı, araması gereken ailesi, simit atması gereken martıları, silmesi gereken dolapları, yıkaması gereken çamaşır ve bulaşıkları..Bu kadar erken olmamalıydı çok geç demek için gerçekten çok geçti.....Yalnızdı, yapayalnız, ölüsünü kimse görmeyecekti, gelenler kokusuna geleceklerdi, yüzü böcekler ve sineklerle dolacaktı.Gözü açık kalacak, çenesi kapalı olmayacaktı.Ölümü yalnızlığı kadar güzel ve kusursuz olmayacaktı.Çünkü o yalnızdı, özgürdü...
 
Toplam blog
: 21
: 411
Kayıt tarihi
: 21.09.06
 
 

Çalışmayı ve okumayı seviyorum. Uyumayı sevmiyorum. Herşeyi bilmek istiyorum. Bütün insanları tanıma..