Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Aralık '11

 
Kategori
Deneme
 

Başka soru var mıydı?

Başka soru var mıydı?
 

Başka soru var mıydı?


Kazanan, soran mıdır yoksa yanıtlayan mı?..

Hayatımızın; bize yöneltilen sorulara verdiğimiz yanıtların doğruluğuna göre şekillendiğini sanırız belki de ama, aslında yanıtlardan çok sorulardır belirleyici olan. Doğru olan a seçeneğini işaretleyip istediği fakülteye girebilen kişi, bilgisi ile mi kazanmıştır yoksa soruyu yönelten kişinin tercihleri mi belirlemiştir kazananı?
 
Düşünsenize bir, yanıtın varoluş sebebi bile soru değil mi? Neyin yanıtı? Soru'nun yanıtı... Buram buram bağımlılık ve sorusuz olmayan, olamayan, kaderleri göbeklerinden sorulara bağlanmış, yanıtlar. 
 
Misal, hayatta 'bir tek şey' dışında her şeyin yanıtını biliyor olsanız, ancak  size geleceğin kapısını açacak o soru da bilmediğiniz tek şey hakkında olsa ; neye yarar onca şeyi sular seller gibi bilmeniz, ya da daha da kötüsü hep doğru yanıtları vermenize rağmen soruyu soranın sizi doğruyu söylememekle itham etmesi. O birikiminizi sağlarken harcadığınız emek, zaman, hepsi bir anda değersizleştirilir, boşa gider değil mi?... Böylece tek bir soru, bütün yanıtları yenmemiş midir? 
 
Demem odur ki, soru sorma yetkisine, gücüne sahip olan kişi, kurum, güç;  aslında 'oyun'u baştan kazanmış, soruya yanıt verecek olanın, olanların kaderini elinde tutmakta ve geleceği ile ilgili kararı verme gücünü kendisinde taşımakta,  bunun hesabını da kimseye vermemektedir.
 
Hayat da zaten bir yerde sorulara, istenilen yanıtları verme oyunu değil mi? Soruyu soran, ancak istediği yanıtı aldığında  sizi ödüllendiriyor, beklenen, arzu edilen yanıtı vermemişseniz sonradan ne derseniz deyin artık çoktan kaybedenler kulübü'nün bir üyesi olmuş ve kıdem almaya başlamışsınızdır bile.
 
Soruların ayrımı.
 
Sorular,  yanıtlarının bilinmesi ölçütü ile değerlendirildiğinde 4'e ayrılırlar:
 
1. Yanıtını soranın bilip de, sorulanın bilmediği sorular.
2. Yanıtını soranın bilmeyip, sorulanın bildiği sorular.
3. Yanıtını ne soranın ne de sorulanın bilmediği sorular.
4. Yanıtını hem soranın hem de sorulanın bildiği sorular.
 
'Yanıtını soranın bilip de, sorulanın bilmemesi' ya da  'Yanıtını hem soranın hem de sorulanın bilmesi ' ; 
 
Belirli bir süreçte öğretilen bilginin, öğreten tarafından öğrenmekle sorumlu olan kişi ya da kişilere sorulması şeklindeki, eğitim sistemindeki uygulamasıdır. Öğretmen-öğrenci ilişkisi içerisinde yöneltilen soru ve buna verilen yanıt, bu durumun en uygun örneğidir. Doğruluğu kabul edilmiş bilgi;  ehil olarak kabul gören eğitmen tarafından, belirli bir eğitim sürecinde, bu bilgiyi alıp ilerideki hayatında kullanmak amacındaki kişiye aktarılır ve bu 'aktarımın başarı yüzdesi' de sürecin sonucunda öğrenciye yöneltilen sorularla, alınacak yanıtların 'doğruluğu' belirlenmeye çalışılır. Başarı ; soruyu sorma durumundaki, daha öncesinde bilgi aktarımını gerçekleştirmiş olan eğitmene de, yanıtı veren öğrenciye de neredeyse aynı oranda bağlıdır. 
 
Okullardaki sınav sistemi, aslında çok özel durumlar dışında, en adaletli soru-yanıt ilişkisidir. Soruyu hazırlayanın, genel bir başarısızlık halini istemesi yüzünden, çok yüksek zorluk derecesinde bir soru hazırlaması ya da yanıtı vermek durumundakilerin, kopya ve benzeri haksız bir şekilde yanıt vermeleri hariç, en adil uygulamadır.
 
Ancak yine aynı zamanda en adaletsiz uygulamalar da, bir okul ya da kuruma istenilen kişilerin alınması sırasında yapılan sınavda, istenilen kişilere yanıtların önceden verilmesi şeklindedir. Bilgi, eğitmen, öğrenci, süreç dörtlüsüne aynı anda yapılan en büyük ihanet de, böyle bir uygulamada yaşanır. Yıllarca kendisine doğru olarak söylenen bilgiyi, özümsemeye çalışan bir kişi, bu haksızlık karşısında sadece insana ve onun kurumlarına değil, bilgiye ve bilmeye de olan inancını yitirip, kazandığını düşündüğü haksız ilişkiler yumağı içerisinde yeralmak çabası içine girmek ya da kendisini sosyal hayattan tamamen soyutlamak yoluna sapabilir. Burada birey, artık ne soru ne de yanıtın önem ifade etmekte olduğunu görmekte ve bilimsellikten uzaklaşarak, karanlık çıkar ilişkilerinin kör, dipsiz kuyusuna gizli güçler tarafından itilmektedir.
 
Bu iki durumda da; soruyu yönelten, bilginin de sahibi olduğu için doğal olarak yanıtı da biliyordur ancak sorunun yöneltildiği kişinin ise bilmesi ya da bilmemesi kendisine bağlıdır.
 
Bir de 'Bilmediği soruyu biliyormuş gibi yanıtlarken, bildiği yanıtı ise vermemek...'
 
Soruyu yanıtlayan, kimi zaman yanıtı bildiği halde bilmiyormuş gibi yapabileceği gibi, tam tersi olarak bilmediği bir soru ile karşılaştığı zamanda ise, biliyor davranışı göstermesi de söz konusu olabilir.
 
Eğitimci, doğru yanıt hatta sadece yanıt için olmazsa olmaz koşullardan birisi değildir çünkü bilgi'nin öğrenilmesinde eğitmen sadece kişi değil bir olay da olabilir. Ateşin yakıcı olduğu bilgisini, okuyarak öğrenebileceğimiz gibi, bir kağıt parçasını ateşe tutarak da öğrenebiliriz. Dolayısıyla, bilgi için eğitmen gerekli olmayabileceğinden, yanıt için de 'şart' değildir. Yanıtı verecek kişinin bilgiyi, eğitim süreci içerisinde bir bilim yuvasında alması, konunun en sık karşılaşılan şekli olmakla birlikte, bilginin yaşanarak öğrenilmesi de çok yaygındır. Bu, soruya verilecek yanıtın doğruluğunu test etmekte sıkıntılarla karşılaşılmasına neden olabilir. Gerçekleşmiş bir olayda tek şahit olarak dinlenilen kişinin, kendisine yöneltilen sorulara verdiği yanıtların doğruluğunu kontrol etmek de işte bu yüzden problem yaratabilir. 
 
Üstelik de gerçekleştiğini bile görmediği ve suç sayılan bir teşekkül hakkındaki soruları, olayla hiç ilgisi olmayan birisinin cezalandırılmasına yolaçacak şekilde yanıtlamak ya da daha da kötüsü gerçek suçluları bilmesine karşın, onların ceza almasını engellemek amacıyla suçu başkasının üzerine yıkacak yanıtlar vermesi durumunda, tüm bunları açığa çıkartacak adil, adaletli sorular sormak gerekir. Soruların, akıl, izan ve adaletten yoksun olması durumunda, halka yansıyan gerçekler de soru soran ve yalan yanlış yanıt verenlerin, göz boyama amacı taşıyan tiyatro oyunlarından başka bir şey olmayacaktır.
 
Yanıtını soranın bilmeyip, sorulanın ise bilmesi.
 
En basit şeklini yine eğitim müesseselerinde göreceğimiz uygulamadır. Öğrenme arzusundaki öğrencinin, belirli bir konuda eğitim veren kişiye konu ile ilgili soru yöneltmesidir. Bilgi kaynağı, sorulandır. Bir politikacıya, ülkenin geleceği hakkındaki planlarını soran gazeteci de yanıtını bilmediği bir soruyu yöneltiyordur. Bir olayın izini süren kolluk kuvvetlerinin soruşturması da bu çerçevede değerlendirilebilir ancak artık mahkemeye intikal ettiği halde, hakim kendisine savcı tarafından, iddianame haline getirilmiş bir konuda hala 'yeterli bilgi' sahibi olamıyorsa,  iddianame sadece 'iddia ediliyor' türü, kanıtsız dedikodulardan  oluşuyorsa; soru soran, kime inanacağına ancak  'önyargıları' ile karar verir ki, işte bu da adaleti tamamen ortadan kaldıran en büyük yanılgılardan birisi olur. İddia makamına inanırsa sanık suçlu, suçluya inanırsa o zaman da iddia geçersiz olur. Ne yazıktır ki burada da gördüğümüz gibi, soru sormak ve yanıt vermek için ne bilgi, ne şahit hatta ne de bir olay olmasına bile gerek olmayabilmektedir. 
 
Soru soranın yanıtı bilmediği durumlarda, yanıtı bilen ve doğru aktaracak kişiye inanmayıp, yanıtı bilmediği halde biliyormuşcasına yanıtlayana inanması ve onu haklı bulması da göstermektedir ki aslında yanıtı doğru olarak bilmek, pek de öyle düşünüldüğü kadar sonuca ulaşmakta bir anlam ifade etmeyebilmektedir. 
 
Yanıtını ne soranın, ne de sorulanın bilmemesi.
 
En acıklı durum ise, yanıtı bilmedikleri halde birisinin soruyu sormak, diğerinin de yanıtlamak zorunda oldukları durumdur.  Elinde en ufacık da olsa bir delil bile olmadan, üstelik de 'hiç yoktan yaratılmış bir suç'a fail bulmak zorunda olan birisi ile, konuyla uzaktan yakından ilgisi bile olmadığı halde 'suç'un üzerine yıkılmaya çalışıldığı 'suçsuz' birisinin içinde bulundukları ortamı örnek olarak verebiliriz. Bu durum soru ve yanıtın teraziye konulup tartılması ve hangisinin aslında daha ağır bastığını göstermesi açısından, çok da çarpıcı ve aynı zamanda da doğru bir örnektir.
 
Soru, amaca ulaşmak için bir araçtır. Konu hakkında bilgi edinmek, bir suçlu varsa ortaya çıkarmak, suçun neden, hangi amaçla, ne zaman, nerede, kimler tarafından, ne şekilde işlenildiğini öğrenmek ve benzer olayların tekrarlanmaması için de bir takım önlemler almayı hedefleyerek soru sormak bir kenara, tamamen istenilen sonucu alabilmek uğruna, yanıtı ne olursa olsun, zaten baştan suçlu olmasına karar verilmiş kişi ya da kişilere sorulan sorular, doğal olarak bu kategoriye girerler.
 
Yanıtını ne soranın ne sorulanın bilmediği ve aslında yanıtın zaten çok da, hatta hiç de önemli olmadığı sorular, aslında oynanmakta olan bir tiyatro oyunun da figüranlarıdır.
 
SONUÇ :
 
Önyargılarla hareket etmeyen yargıya duyulan gereksinim...
 
Soru soran ya da sordurtan adil olmadığı sürece, kısa vadede sorular da, yanıtları da bir anlam ifade etmiyor gibi görünebilir ancak...
 
Özet olarak, soru soran yanlı ise kararı ne soru, ne de yanıt değiştirebilir. Ne var ki bu gerçek, adalete hasret olanları  doğru sorular sormaktan da, sorulara gerçek yanıtlar vermekten de hiçbir zaman vazgeçirmemelidir.  
 
Nasıl bir seçme sınavında sorulan soru, gerçekten hakedeni belirleyemeyince doğru soru olmuyorsa, gerçek suçluları ortaya çıkartamadığı gibi bir de üstüne üstlük gizlenmelerine yarayan her soru da aslında ortalığı toza dumana katıp, gerçekleri gizlemeye çalışan bir yalandır. Sorunun yalan olduğu bir durumda da yanıtın doğru ya da yanlış olarak değerlendirilmesi ise söz konusu bile olamaz doğal olarak.
 
Doğru soruyu sormak, gerçeklerin ortaya çıkması açısından çok önemlidir ve kimi zaman doğru soruları sormak, doğru yanıtları vermekten bile daha güç olabilir.
 
Ne 'Sen benim kim olduğumu biliyor musun?' şeklindeki korkutma, sindirme amaçlı sorular karşısında eğilmek, ne de ''Bu ne rezalet?'' diye haklı soruları haykırarak yöneltmekten vazgeçmek gerekir.
 
İşte tüm bunlardan dolayı, 'İnsanın başına ne gelirse meraktan gelir'  değil de 'Bilmemek ayıp değil, öğrenmemek ayıp' atasözümüzü düstur almak ve bilmek için de hep soru sormak lazım gelir. Doğru yanıtları alana kadar soracağımız ısrarlı sorular, bizi yanıltıp kandırmak isteyen, aptal yerine koyan, kirli oyunlarını yarattıkları hayal perdeleri ile örtmeye çalışanların tekerlerine sokacağımız çomaklarımızdır.  
 
 
 
Toplam blog
: 344
: 1122
Kayıt tarihi
: 22.07.09
 
 

Okur yazarım. Okur yazarlıktan kastım, okuduklarımı yazmamdır ki, bu yazılarımı genellikle 'kitap..