Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Ekim '07

 
Kategori
Alternatif Tatil
 

Bayramda Hüdai makamına siz de davetlisiniz

Bayramda Hüdai makamına siz de davetlisiniz
 

Hüdai Makamı Üsküdar

Marmara’nın sahiline sedefle işlenmiş bir Osmanlı ruhudur Üsküdar. Her sokağında her taşında bir eski zaman musikisi duymak ve de hissetmek hala mümkündür. Yer yer tarihi camilerin avlularına serpilmiş çınarların altında kendini aramak ve kendini bulmak isteyen insanlara şahit olabilirisiniz. Kimilerinin varlık kapısında tükendiği bu dünyada, yokluk kapısından varlığı bulan bir gönül sultanının izine düştük.

İçine güneş ışıkları serpiştirilmiş Marmara’nın mavi sularına daldık ilk önce. Kendinden emin ve bir o derece mağrur gemiler, şilepler, tankerler küçük balıkçı teknelerinin yanında bir çalımla akıp gittiler öte denizlere. İlerimizde Kız kulesi, karşıda “ben İstanbulum” diyen Süleymaniye, Sultan Ahmet, Ayasofya ve arkamızı yasladığımız Üsküdar’ın kollarına bıraktık bir süre kendimizi.

İstanbul’un her semti birbirinden derin çizgilerle ayrılan farklı yaşam tarzlarına, şehir kültürüne, mimari yapıya sahiptir. Üsküdar yaşayanlarının mütevazılığı, mimari yapısının mistizmi ve yüreğinde misafir ettiği ya da misafir olduğu Allah dostlarının oluşturduğu manevi atmosferin hissedildiği semtlerin önde gelenlerindedir.

Üsküdar’a giderken başlar manevi yağmur, ıslatır içinden Allah dostlarının geçtiği sokaklarda insanı. Üsküdar’da özellikle gönül makamlarının yükseğine çıkmış Aziz Mahmut Hüdai (KS) makamına varanlar önce ıslanır yağmurdan, sonra yağmur olur gözleri.

Hüdai İle Yoldaş Olmak

Anlatılan odur ki Üsküdar’ın mana fatihi Hüdai hazretleri sağlığında ve de ölümünden sonra insanların kendisini gelip ziyaret etmesi için çağrıda bulunmuş ve birde dua etmiş. “"Sağlığımızda bizi, vefatımızdan sonra kabrimizi ziyaret edenler ve türbemizin önünden geçtiğinde Fatiha okuyanlar bizimdir. Bizi sevenler denizde boğulmasın ahir ömürlerinde fakirlik çekmesin, imanlarını kurtarmadıkça göçmesin."

Bu çağrıya uyan yüzlerce insan her gün onun kapısına varıyor. Bir türlü önümüzden ayrılmayan nefsimizi biraz olsun frenleyip düştük Hüdai yoluna. Üsküdar iskelesindeki kalabalıktan bir süre kopup yürüdük çarşıya doğru. Çarşı eskiye nazaran yeni şeyler satsa da kendi derinliğinde eski zaman çizgilerini hala taşıyor. Çarşıda her türden esnaf bulunsa da Bursa çarşılarında nefisini ayaklar altına almış kadılık kaftanı ile ciğer satanlara rastlamak mümkün değil.

Çarşıda kendinden alıp kendinden satan devrin alış verişlerinden kurtulup, Üsküdar Meydanından şehrin yüreğine doğru ilerleyen yolun az ilerisinde bulunan tepsi fırını sokağın yokuşuna sürüyoruz ayaklarımızı. Yükseğe olaşmanın yolunun yokuşlardan geçtiği bir an içimizden geçiyor öylesine. Yokuşun en altından bakınca Hüdai camiinin minaresi deniz feneri gibi yol gösteriyor kendi içinde kaybolmuş biz kayıp denizcilere.

Yokuşun sonuna yaklaştıkça yol kenarlarında gül kokusu geliyor, Hüdai hazretlerinin anısına yapılmış ürünleri satan dükkanlardan.

Öncesi Hüzün Sonrası Huzur

İçimizde yokluk kapısının perdesi aralanıyor bir süreliğine. Karşımızda duran külliyeye duvarlarının dış cephesine bakınca umudumuz kırılıyor. Boyaları dökülmüş duvarlar Hüdai Külliyesinin manevi atmosferini gölgeliyor. Külliye giriş kapsının yanında bulunan çeşmenin musluklarının kuruması da içimizde bir çöl sessizliğinin oluşmasına sebep oluyor.

Külliyenin giriş kapısındaki yazıda “Bu meşet Allah yolundakilerin cesetlerinin, ruhlarının toplandığı yerdir. Azizim; buraya edeple gir. Burası Hüdai’nin pâk türbesidir. Ey gönül; eğer ilâhi zevki tahsil edeyim dersen böyle yap. Hüdai’nin kapısından giren elbet nasibini alacaktır.”

Sizde Davetlisiniz

Hüdai hazretlerin “davetlileri” bu kapıdan içeri girerken edeplerini kuşanıp günahlarını bir mendilin arasına sıkıştırıp öyle giriyorlar. Hani Üsküdarlı kızların sevdikleri katipleri için yazdıkları türküde

“Üsküdar’a gider iken bir mendil buldum,
Mendilimin içine de lokum doldurdum.
Katibimi arar iken yanımda buldum.”

Dedikleri gibi türbeye davetli olanlar ellerinde kendinden istenenlerle geliyorlar. Kimisi şeker, kimisi tatlı kimisi seccade getiriyor.

Hüdai Hazretlerini ziyarete gelenlerin çoğu rüyasında Hüdai hazretleri tarafından türbeye davet edildiklerini belirtiyor. Davete icabet ederken de gelenlere ikram edilmesi için bir şeyler getirmesi isteniyor.

Hukukçulara Öncelik

Görevlilerden biri bu konuda bizimle tecrübelerini paylaşıyor. Türbeyi ziyarete gelenlerle konuştuklarında, bazı günler aynı şehirden gelenlerin çoğunluğu dikkat çekiyor. Bazı günler gurbetçiler çoğunlukta oluyor. Özelikle de hukukçu olan Hüdai hazretleri hukukçulara özel ilgi gösteriyor. Onları rüyalarında özel olarak çağırıyor.

Bir gün türbeye bir genç delikanlı geliyor. Bitmişliği tükenmişliği umutsuzluğu yüzünden okunuyor. Genç türbeye girip davete icabet edip çıkarken içindeki huzur dışına yansıyor. Bu durum görevlinin dikkatini çekiyor. Durumu sorunca kendisinin hukuk fakültesinde okuduğunu, büyük sorunlar yaşadığı bir gece rüyasında Aziz Mahmut Hüdai Hazretlerinin kendisini ziyaret etmesini söylediğini, bu sebeple de Niğde’den kalkıp geldiğini söylüyor. Hüzünle gelip huzurla ayrıldığını da sözlerinin sonuna ekliyor.

Kapısında Edeple

Sizi türbenin kapısında çok beklettim biliyorum. Ama ev sahibinin hoşnutluğu için önce edebi bilmekte fayda var derim.

Kapıdan içeri adımımızı atıp çıktık merdiven basamaklardan ağır ağır. Merdiven boşluklarının yanında önlerine konulan sütü içip uykuya dalmış kediler Hüdai kapısının keyfini sürüyor.

Merdivenlerin solunda türbe, üst yanında camii sağ tarafta da külliye ve abdest hane bulunuyor.

Önce külliye vakıf haline gelmiş. Vakfın kapısını her çalana yardım edilmeye çalışılıyor. Herkes istediği yardımları bu vakıftan alabiliyor. Ekmek isteyene ekmek, çorba isteyene çorba, hasta olana ilaç, yaşlı olana yatak ve ve ruhu yaralı olana merhem sunulmaya çalışılıyor. Bu Hüdai hazretlerinin vasiyetinin en güzel sonuçlarından biri.

Şadırvanda abdest alanlar camiye varıp namaz kılıyor. Camii ve külliyede ahşap Osmanlı mimarisinin izlerini görmek mümkün. İkindi namazının huzuru ile camiden çıkıp türbeye giriyoruz.

Ve Huzurdayız

Giriş kapısının hemen karşısında Hüdai hazretleri tarafından öğrencileri için açılmış su kuyusu var. Şimdilerde kuyu kapatılarak musluk takılarak çeşme yapılmış. Halk arasında bu su zemzeme benzetilir. Gelenlerin bazıları şifa niyetine bu sudan içer.

İç mekana geçtiğimizde türbelerin bulunduğu alandan önce bir ara mekan daha var. Burada Hüdai hazretlerinin kullanmış olduğu eşyalardan bazıları var. En dikkat çekici demirden yapılmış ince ve naif kuyu çıkrığı selamlıyor bizi. Burada Hüdai davetlilerinin getirdikleri gelen yiyecek eşya vb misafirlere ikram ediliyor.

Türbenin bulunduğu makama giriyoruz. Derin bir sessizlik. Sadece dudaklar kıpırdıyor. Hüdai hazretlerine edilen dualar İstanbul’un ötesine kadar ulaşıyor. Suskunluğumuz biraz edep, birazda dünyalıkları kapıda bırakamamızdan kaynaklanıyor.

Güneş istemeye istemeye Marmara’nın derinliğine dalıp yerini karanlığa bırakmaya hazırlanırken ayrılıyoruz edeple makamdan.

KERAMETLERİ

Padişahlar Eline Su Döker

Rivayete göre Aziz Mahmud Hüdai Hazretleri bir gün, Sultan Ahmet Han’la sarayda sohbet ediyordu. Bir ara abdest tazelemek istedi. İbrik ve leğen getirdiler. Padişah hocasına hürmeten ibriği eline aldı ve abdest suyunu döktü. Sultan Ahmet Han’ın annesi de kafes arkasında havluyu hazırlamıştı. Valide Sultan kalbinden; “Aziz Mahmud Hüdai’nin bir kerametini görseydim” diye geçirmişti. Bunun üzerine Mahmud Hüdai, Valide Sultan’ın gönlünden geçenleri anlayarak; “Hayret! Bazıları bizim kerametimizi görmek isterler, padişahın elimize su döküp, muhterem validelerinin havlu hazırlamasından daha büyük keramet mi olur?” buyurdu.

İsteyene Altın

Aziz Mahmud Hazretlerine hanım olmak kolay değildir. Zira mübarek elindekini avucundakini dağıtır ve fukara gibi yaşar. Kadıncağız hamiledir ama karnını bile doyuramaz. Ev rutubetli ve soğuktur, dahası ne yemek yağı vardır, ne kandilin yağı. Bir gün kadının gırtlağına gelir. “Yetti gayri!” der, “sen tut Bursa Kadılığı gibi bir makamı bırak, malını mülkünü ona, buna dağıt. Sonra köleler gibi sürün. Bebeğimizi saracak çaputumuz bile yok. Yaptığın iş mi yani?” Aziz Mahmud Hüdai sesini çıkarmaz, sadece mânâlı mânâlı güler. İşte tam o sıra kapı çalınır. Sarayağaları altın dolu torbaları eşiğe bırakırlar. “Sultanımız Efendimiz, ellerinizden öpüyorlar” derler, “Hadiseler aynen tabirinizdeki gibi gelişti. Lütfen, bunları kabul edin, sevindirin bizi!” Hanımı mahcup ve pişmandır. Eh, o altınlar da geldiği gibi gider tabii, anında bulur yerini. Üsküdar garibi bol semttir, fukara bol bol sebeplenir

Denizler Eğilir

Sultanahmet Camii’nin açılacağı gün cuma hutbesini okuma şerefi Aziz Mahmut Hüdai Hazretlerine verilir. Ancak o gün deniz kabına sığmaz, rüzgar kamçı kamçı dolanır. Dalgalar kubbe kubbe gelir, sahili döverler. Sular zeminde patlarlar gülle gibi. Ama Hüdai Hazretleri fırtınaya aldırmaz, Sarayburnu’na doğru açılırlar. Teknenin geçtiği yerde derya sütliman olur. Talebeleri ardı sıra ilerler, adeta tünelden geçerler.

İşte bu ehline aşikar yol zaman zaman sandalcılar tarafından kullanılır. Hoş, Üsküdarlı kayıkçıların tamamı ona intisaplıdır. Netameli havalarda “Ya Rabbi şeyhimin hatırına” der, sığınırlar Hüdai yoluna. Söz konusu geçit daima sakin, daima emindir.

Padişahlar Arkasından Yürür

Bir gün Sultan Ahmet Han, mürşidini ziyaret için Üsküdar’a gelmişti. Çarşıdan geçerken, Hüdai hazretlerinin alış-veriş ettiğini gördü. Genç Hünkar bu esnada attaydı. Derhal atından indi, hocasının elini öptü ve atına binmesi için rica etti. Bir müddet Hüdai hazretleri at sırtında önde ve Padişah da yaya olarak ardınca yürüdüler. Kısa bir süre sonra Mahmud Hüdai dünyayı titreten koca bir padişahın, arkasında yaya yürümesine razı olmadı ve; “Sultanım! Sırf hocam Muhammed Üftade hazretlerinin duası ve emri yerine gelsin diye bindim. Çünkü o;”Padişahlar huzurunda yürüsün.” Diye dua etmişti.” Buyurarak atından indi. Ata tekrar Sultan Ahmet Hanı bindirdi. !”

KİMDİR

Osmanlı devri İstanbul velîlerinin büyüklerindendir. Asıl adı Mahmûd'dur. "Hüdai" ismi ve "Azîz" sıfatı kendisine sonradan verilmiştir. Cüneyd-i Bağdâdî Hazretleri'nin neslinden olup, "seyyid"dir.

Aziz Mahmud Hüdai, Celveti Tarikatının piridir. Şereflikoçhisar’da 1541 yılında doğmuş, çocukluğu orada geçmiş ve ilköğreniminden sonra İstanbul’a gelerek Ayasofya Medresesi’nde öğrenim görmüştür. Hocası Nazırzade Ramazan Efendi ondaki kabiliyeti görerek yanına yardımcı almıştır. Bu arada Halveti şeyhlerinden Muslihüddin Efendi’den tasavvuf dersleri almıştır. Nazırzade Muslihuddin Efendi Edirne’de Sultan Selim Medresesine atanınca Hüdai Efendiyi de beraberinde götürmüştür. Nazırzade Ramazan Efendi Şam ve Mısır’a giderken Hüdai Efendi’yi de beraberinde götürmüştür. Orada Halvetiye Şeyhi Kerimüddin Efendi’den Usul-i Esma dersi görerek tasavvuf yolunda ilerlemiştir. Bundan sonra hocasının Bursa kadılığına tayin edilmesi üzerine O da Bursa’ya gelmiş, Ferhadiye Medresesi’nde müderrislik yapmıştır. Nazırzade Ramazan Efendi’nin 1576’da ölümü üzerine de Onun yerine Bursa Kadısı olmuştur.

Üftade Hazretleri ile tanışır onun kadılığı bırakıp ona talebe olur. Üftade Efendi Hazretlerinin en iyi öğrencilerinden olur. Bir süre sonrada Üftade Hazretleri Onun kemale erdiğini görür ve İstanbul’a gönderir.

İstanbul’da Sultan I. Ahmet (1603–1617) zamanında Üsküdar’da kurduğu dergâhında öğrenciler yetiştirir. Küçük Ayasofya ve Fatih Camilerinde tefsir, hadis ve fıkıh dersleri vermiştir. Otuza yakın Arapça ve Türkçe kitabı bulunmaktadır. Bugün bu yazma kitaplar Üsküdar Hacı Selim Ağa Kütüphanesi’nde bulunmaktadır. Aziz Mahmud Hüdai Efendi İstanbul’da 1628 yılında ölmüştür. Üsküdar da kendi adını taşıyan camiinin avlusunda yatmaktadır.

HAYATININ DÖNÜM NOKTASI

Hüdai hazretlerine yokluk kapısından varlığa giden yolun kapısını açan baktığı Bursa’da kadı iken bir davadır. Bir kadın gelerek kocasının “ Hacca gitmezsem seni boşarım” dediğini. Ancak Hacca gitmesine zaman ve imkan ve olmadığı halde hacca gittiğini söylediği anlatır ve kocasından şikayetçi olduğunu belirtir.

Hüdai Hazretleri şikayet edilen kocayı mahkemeye çağırır. Olayı anlatmasını ister. Adam istemeye istemeye olayı anlatır.

Yıllarca içinin Hac ile yandığını ama fakirlikten gedemediğini söyler. Hacca birkaç gün kala Üftade hazretlerine gittiğini onunda kendisini Eskici Mehmet Dede gönderdiğini söyler. Mehmet dedenin kerameti ile beraber Arife günü hacda gittiklerini bütün görevlerini yaptıktan sonrada döndüklerini anlatır.

Ancak anlatılanlar ikna edici değildir. Kadı delil ister. Bursalı hacılarla görüştüğünü onlara emanet verdiğini belirtir. Mahkeme Bursalı Hacılar gelene kadar ileri tarihe ertelenir. Beş altı ay sonra Bursalı hacılar döndüğünde mahkeme yeniden kurulur. Adamın anlattıkları doğrudur. Adam hacca gitmiştir. Mahkeme adamı haklı bularak davayı kapatır. Yalnız asıl dava şimdi Hüdai hazretleri için başlar.

Hacca giden adamın peşine düşer. Kendisini Hacca götüren adamı sorar. Eskici Mehmet Dede cevabını alınca doğru yanına gider. Eskici Mehmet Dede onu yokluk kapısı Üftade Hazretlerinin yanına gönderir.

Üzerinde kadılık kalfası atı ile mağrur şekilde Üftade hazretlerinin makamına çıkar. Üftade Hazretleri bahçede çalışmaktadır. Gurur ve kibirle ben Bursa kadısıyım. “Üftade ile görüşmek istiyorum” der. Bahçede çalışan Üftade hazretleri “ Ne yapacaksın onu” diye sorar. Hüdai hazretleri onunla görüşmek istiyorum der. Bunun üzerine Üftade hazretleri “Üftade benim lakin Yazıklar olsun ey Kadı Efendi! Herhalde yanlış yere geldiniz. Burası yokluk kapısıdır ve biz bu kapının kuluyuz. Halbuki sen varlık sahibisin. Bu halde ikimizin bir araya gelmesi mümkün mü? Senin ilmin, malın, mülkün, şanın ve mamur bir dünyan var. Bizim gibi kulların Allah’tan başka kimsesi yoktur “der.

Büyük umutla geldiği kapı bir anda üzerine kapanmıştır. Koca kadı yıkılmıştır. Deyim yerinde ise “ocağına düştüm” der. Üftade hazretleri “bize talebe olacaksan kadılıktan istifa edip, üzerindeki kadılık elbisesi ile Bursa sokaklarında ciğer satacaksın” der.

Malı mülkü makamı elinin tersi ile iter. Bursa sokaklarında “ Ciğerci” diye bağırdıkça ciğerleri yanar. Yandıkça pişer, piştikçe yanar, yandıkça pişer…

TÜRBEDE KİMLER VAR

Türbede Aziz Mahmud Hüdai Hazretlerinin yanı sıra oğulları Evliya Mehmet Muhtar Efendi (1595), Mustafa Ebrar Efendi (1595), Ali Murtaza Efendi (1601), Abdülvahit Efendi (1611), Ahmet Sıdık Efendi (1624), kızları Ayşe Hanım (1600), Fatma Zehra Hanım (1624), Zeynep Hanım (1642) ve torunu Fatma Zehra Hanım (1642) olmak üzere on bir sanduka bulunmaktadır.

ESERLERİ

1) Nefais-ül-Mecalis, 2) Tecelliyat, 3) Divan-ı İlahiyyat, 4) Vakıat, 5) Tezakir-i Hüdai, 6) Ahval-ün-Nebiyyil-Muhtar Aleyhi Salevatullah-il-Melik-il-Cebbar, 7) Haşiye-i Kuhistani fi Şerh-i Fıkh-ı Gidani, 8) Tarikat-ı Muhammediyye, 9) Mensur Mevlid-i Nebi.

YOL NOTLARI

    O, bir asra yakın ömür sürmüş ve sekiz pâdişâh devrini görmüştür.Her Pazar sabahı Hüdai vakfında şifa niyetine çorba dağıtılır içebilirsiniz.Avrupa yakasından vapurla gelerek Üsküdar’ı uzaktan seyretmek güzel olurBilen bir kayıkçıyı bulursanız sizi denizde Hüdai yolundan götürür.Hüdai hazretlerini ziyaretten önce yada sonra sahilde bulunan eski konaklardan birinde çayınızı içerken boğazı seyredebilirisiniz.Hemen yakındaki Çamlıca tepesini de görmeniz mümkün

İLGİLERE NOT

Türbe ve külliye içi gerçekten bakımlı ve temizdir. Ancak dış cephe duvarlarının boyaları dökülmüş bir külliye harabe görünümündedir. Güzel bir dış cephe bakımı yapılması o güzel makama yakışır.

NASIL GİDİLİR

İstanbul ili Üsküdar ilçesi Gülfem Hatun Mahallesi, Mektep Sokak, Aziz Mahmut Hüdai Camisi’nin avlusunda bulunan bu türbeye araç yada vapurla geline bilir. Üsküdar iskelesinden Üsküdar meydanına oradan da semt merkezine giden yol takip edilir. Bankaların bulunduğu yerden sağa dönen tepsi fırını sokak takip edilerek ziyaret edilebilir.

 
Toplam blog
: 65
: 3295
Kayıt tarihi
: 16.01.07
 
 

Çeşitli dergi ve gazetelerde, gezi, deneme, öykü, şiir yazan bir yazar. ..