Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Mart '17

 
Kategori
Öykü
 

Ben Hayatımı Harcamadım! Biriktirip, Başkalarına Dağıttım.

Ben Hayatımı Harcamadım! Biriktirip, Başkalarına Dağıttım.
 

Fikret ile arkadaşlığımız ilkokul yıllarına dayanıyordu. Benim o zamanlar en büyük zevkim Muzaffer İzgü’nün Ökkeş serisi kitaplarını okuyup oturma odamızda ki kanepenin altında biriktirmek iken… Fikret’in en büyük zevki, büyük bir hırsla kazandığı boy boy, renk renk bilyelerden koleksiyon yapmaktı. Her ne kadar mutlu olduğumuz şeyler farklı olsa da, ortak mutluluk noktamız birbirimizle geçirdiğimiz zamanlardı.

Çocukluk yıllarımıza veda edip gençliğe adım attığımız lise yıllarına geldiğimizde, Fikret ile farklı olan hayat görüşümüzün uçları iyice keskinleşmeye başlamıştı. Ben okuyup, araştırıp sorgulamaktan hoşlanırken… O, paradan, motosikletlerden, kız arkadaşlarıyla uzun olmayan ilişkilerden hoşlanıyordu. Ben kısa şiirler ve öyküler yazmaktan zevk alırken… O, benim şiirlerimi ve hikâyelerimi kullanarak başkalarını etkilemekten zevk alıyordu. Ben, içerisinde rahat ettiğim elbiseleri tercih ederken ve saçlarıma hiç jöle sürmezken… O, Yeşilçam aktörleri gibi giyinir ve saçları her daim bol briyantinli olurdu. Bana karşı ilk olumsuz söylemleri o zamanlar başladı. Sıkça: ‘’Salih! okumak, yazmak,  bunlar boş iş oğlum, hayatı kaçırıyorsun farkında değilsin.’’ Derdi. Ben de O’na ‘’Sen sıkı yapış Fikret, sakın kaçırma.’’ Derdim. Yine de severdim çocukluk arkadaşımı.

Yakışıklı oğlandı Fikret… Biz ona sınıfta corç ‘’George Cooloney’’ diye hitap ederdik. O da bana ‘’Victor Hugo’’ derdi. Neden bu isim dediğimde:’’Ömrümde ilk kez okumak için bir kitaba başladım hocanın zoruyla, adı ‘’yoksullar’’mıydı? ‘’Fakirler’’miydi? onunda yazarı bu adamdı. Başka yazar tanımıyorum. Hatta bu adamı da tanımıyorum.’’ Demişti alaycı bir kahkahayla.

Lise yıllarının sonuna yaklaştığımızda ayrılık vaktinin geldiğini ikimizde hissediyorduk. O, bir an önce iş hayatına atılıp zengin olma hayalleri kuruyor, ben ise üniversitede edebi yönümü geliştirebileceğim bir bölüm okuyup yazar olabilme hayalleri. Ayrılık vakti yaklaştıkça Fikret ile daha çok vakit geçirmeye başladık. Daha çok hayal kuruyor, daha çok dertleşiyorduk… Ve hep, O bana akıl! veriyordu:‘’Salih! oğlum yazarlığın okulu bile yok, harcama kendini’’ derdi. ‘’Fikret, hayatta neyi arzuluyorsan inşallah onu yaşarsın.’’ Derdim ben de.

Fikret ile ayrıldığımız gün, ömrümde en çok ağladığım ve zoruma giden günlerden biri oldu. Uzun süre birbirimizi bırakamadık. Gözyaşlarımın gözümde neden olduğu buğudan dolayı Fikret’i bile bulanık görüyordum.

‘’Her şey gönlünce olsun corç’’ dedim hıçkırarak.

‘’Dikkat et kendine Viktor hügo’’ dedi tebessümle.

Ve ayrılık…

Önceleri sık sık mektuplaştık Fikret’le… Zaman ilerledikçe azaldı ve sonra da tamamen kesildi mektuplar. O zamanlar şimdiki gibi cep telefonları ve internet olmadığı için iletişim kurmak çok zordu. Tatillere geldiğimde onun işlerinden vakti olursa görüşüyorduk. Her buluşmamızda aramızda ki soğukluk hissediliyor, hayata bakış açımızın farkı daha da artıyordu. Ben üniversiteyi bitirip başka bir şehre yerleşince iletişimimiz iyice koptu.

Yıllar… Yıllar… Yıllar…

Şimdi soruyorsunuz sonra ne oldu diye değil mi?

Ben, küçük bir yayınevinin kitaplarını bastığı, az sayıda okuyanı olan, az satan bir yazar oldum… Fikret ise yüzlerce çalışanı olan milyoner bir müteahhit oldu.

Kitap fuarında imza günü için Fikret’in yaşadığı şehre gideceğimi öğrendiğimde hemen aradım. İmza gününün akşamı lüks arabasıyla çıkışta Fikret bekliyordu. Yine lüks bir restorana yemeğe götürdü beni. Özlemiştim Fikret’i, ama bakışlarındaki küçümseyici ifadeyi anlamakta zorlanmadım. ‘’Geçinebiliyor musun? Yazarlıkla’’ diye sordu. ‘’Tam olarak geçinebildiğimi söyleyemem, ara sıra yarı zamanlı işlerde çalışıyorum.’’ Diye cevapladım.

‘’Sana çok söyledim harcama kendini diye’’

‘’Ben kendimi hiç harcamadım… Aksine kendimi biriktirdim… Şimdi de biriktirdiklerimi başkalarına dağıtıyorum Fikret. Ben düşüncelerimi, hayallerimi, sevincimi, üzüntümü, mis kokulu kâğıtlara emanet ediyor, cüzi fiyatlara, gönüllü, almak zorunda olmayan ama alan insanlara satarak karnımı doyuruyorum. Sen beton yığınlarını fahiş fiyatlara almak zorunda olan insanlara satarak kazanıyorsun. Sen para biriktiriyorsun ben ise hayat.’’ Gözlerime uzunca baktı ve yine alaycı bir tebessümle: ’’Çocukluğumuzda biz seninle nasıl geçinebilmişiz ya’’ dedi. ‘’Haklısın Fikret, çocukluğun içindeki saf, temiz, karşılıksız, sevgi dolu duygular işte… Nedeni bu!’’

Yemeğin sonunda Fikret beni otogara bıraktı. Ayrılırken O’na getirdiğim hediyemi verdim ve kalkmak üzere olan otobüse bindim. Koltuğumu hafif geriye doğru yatırdım. Kulaklıklarımı takıp mp3 çalarımı açtım. Tiryakisi olduğum gurup, Gurup Vitamin’e bıraktım kendimi, tabii ki Gökhan Semiz’e rahmet dileyerek.

...

Lüks arabasına binen Fikret, arkadaşından aldığı hediye paketini açtı. İçinden iki adet kitap çıktı. Kitapların isimlerini ve yazarlarını okudu;

Sefiller – Victor HUGO

Victor Ve Corç – Salih ÖZTÜRK

Az sonra Fikret ve Salih'in telefonlarına aynı anda iki mesaj geldi.

Salih'in telefonu:''Hocam yeni kitabınız insanın yüreğine dokunuyor. İyi ki varsınız.''

Fikret'in telefonu:''340.000 dolar hesabınıza yatırılmıştır.''

Saygı ve sevgi ile...25 Mart 2017-Denizli / Özkan SARI

 
Toplam blog
: 102
: 4394
Kayıt tarihi
: 05.09.15
 
 

Kalın Sağlıcakla... ..