Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Ocak '07

 
Kategori
Resim
 

Benim balonlarım vardı - Fikret Mualla'nın ardından...

Benim balonlarım vardı - Fikret Mualla'nın ardından...
 

1995 yılı Kasım ayı. Gazetelerin sanat sayfalarından birinde okuduğum haberde, Vakıfbank Köroğlu sanat galerisinde Fikret Mualla sergisi düzenlendiğini, serginin anısına bir de kitap hazırlandığını öğrenmiştim. Hemen Galeriyi aradım, adresini öğrendim ve ertesi günü öğle arasında, geç kalmak pahasına Sergi salonunda kendimi buldum. Yaklaşık 100 kadar resmin biraraya getirildiği ve "Nakkaş: Fikret Mualla" isminin yakıştırıldığı, (genelde mektuplarında bu mahlası kullanmıştır) sanatçının son paletinin de segilendiği rengarenk görkemli bir sergiydi bu. Sergi ile birlikte Vakıfbank tarafından sanata destek olarak bastırılan aynı başlıklı 192 sayfalık kitabın ön ve arka kapağında Devlet Resim Heykel Müzesi Kolleksiyonuna dahil olan, ellerinde rengarenk balonlarla çocuk ve insan figürlerinin resmedildiği "Balon Satan Kadın" resmi yer almaktaydı. Ne büyük mutluluktur ki, 2000 adet basılan bu kitaplardan bir tanesini de ben edinmiş ve o gün bugündür atölyemdeki mütevazi kütüphanemin baş köşesine yerleştirmiştim.

Yazmaya başlarken birden, Fikret Mualla ile Van Gogh arasında büyük benzerlikler olduğunu düşündüm. Öyle ki, sefalet, korku, paranoya ve yalnızlık her ikisinin de yaşamları boyunca peşlerini hiç bırakmadığı gibi yaşamlarının son zamanlarını birilerinin himayesinde geçirmişlerdi. Mualla, bir yandan, Toulouse Lautrec gibi sokaklara dalmış, barların, kafelerin içerisinde gerçekçi gözlemler ile enstantaneler yakalayıp resmetmiş; öte yandan, bir dönemler Ankara'da yaşamış ve alkolün tutsağı olmuş ressam Tuncay Betil ile aynı kaderi paylaşmıştı.

Mualla'nın resimlerine ilişkin bazı şahsi yorumlarımı sizinle paylaşmak isterim. Resimleri devinen, hareket eden insanlarla doludur. Figür, resimlerinin vazgeçilmez konusu olmuştur. Desen, dolayısıyla çizgi resimlerinin ana öğelerindendir. Bazen, figürler fondaki hakim renk lekesi içerisinde sadece kontur çizgileriyle belirlenerek arka plana itilirken, bazen de sadece el, ayak gibi uzuvlar çarpıcı renklerle boyanarak biçimin, dolayısıyla resmin dışavurumu sağlanmıştır. Örneğin, iki müzisyeni resmederken piyanistin bacaklarına sarı bir pantolon giydirip diğer müzisyenin saksafonunu sarıya boyarken, her iki müzisyenin de yüzlerini yeşile boyamış, diğer biçimler ve mekan kahverengi fonda eriyip kaybolmuştur. Çizgileri tedirginliğini anlatır gibi titrek, kesik ve kırıklı çizgilerdir. Van Gogh gibi, onun resimlerinde de sarı rengin ve tonlarının olmadığı bir resim hemen hemen hiç yok gibidir. Mavilerle yapılmış en soğuk resimlerinde dahi hep bir sıcaklık vardır. Öte yandan en az Fovistler* kadar çarpıcı ve yoğunlaştırılmış renk tonlari ile gerilim yaratan renkleri ustaca bir arada dengelemesini bilmiştir.

1903 yılında İstanbul'da doğan Fikret Mualla'nın küçükken bir kaza sonucu topal kalması, annesinin genç yaşta İspanyol nezlesinden ölümü, babasının çok geçmeden yeniden evlenmesi onun sinirli ve uyumsuz olmasına yol açar. Galatasaray Lisesi'nde okurken Almanya'ya gönderilmesini evden atıldığı şeklinde yorumlar. Orada resim sanatı ile ilgilenir. 1928'de alkol tutkusu nedeniyle tedavi görür. Sonrasında Paris'e geçerek Paris'in sanat çevresinde yaşar ve sürekli resim yapar. 1930'ların başında Türkiye'ye döner. Bu dönemde, resimlerinde Eyüp Sultan'ı, Balıkpazarını, Karacahmet'i konu almış; Lüküs Hayat gibi operetler için kostümler çizmiştir. Bir ara resim öğretmenliği yapmaya yeltenmişse de sonrasında vazgeçmiştir. Bir süre yanlış yorumlanan sözlerinden dolayı önce sorgu ve takibata uğramış, sonrasında Bakırköy'de gözetim altına alınmıştır. Böylelikle ölümüne değin süren polis korkusu başlamıştır. 1939 yılının ilk günlerinde bir daha geri dönmemek üzere İstanbul'dan ayrılır.

Savaş yıllarında kendini Paris'in renkli sanat ortamında buldu. Refah yüzü görmedi, mutluluk nedir bilmedi. Açlık, sefalet çekti. İç sıkıntılarını bir taraftan resim yaparak öte yandan alkol alarak gidermeye çalıştı. Bir şişe şaraba, bir öğle yemeğine resim çizdi. Fransa'da da depreşen paranoyaları, rahatsızlıkları nedeniyle yolu zaman zaman akıl hastanesine düştü.

Hıfzı Topuz, 1953'de Mualla'yı ilk kez Montparnasse yakınlarında köhne bir apartmandaki atölye-evinde ziyarete gittiğinde büyük ressamın evinin bütün eşyasının divan, masa ve sehpadan ibaret olduğunu, duvarlarda çerçevesiz tuvaller, masa altında eskizler, palet ve boya tüpleri ile masanın üzerinde natürmort'larına konu olmuş birkaç armut, elma, patlıcan ile birkaç baş soğandan ibaret olduğunu görmüştü. "Bohemliğe hiç merakım yok" diyor, ama Bit pazarından yukarı çıkamadığı için hayat şartlarının onu zorla bohem yaptığından yakınıyordu. Sanat endişesinden bahsederken de "Ne isterlerse onu yapıyorum" diyerek sipariş resim yaptığından da bahsediyor ve "Eğilmiyorum, ilerlemiyorum da. Orta yerde kalıverdim" diyerek sivrilmekten korktuğunu belirtiyordu. Hayatını yalnızca fırçası ile kazanıyor, yaptığı resimleri galerilere bırakıyor, onlar ne verirse onunla yetiniyordu. O yıllardan itibaren Paris'in en meşhur ressamları ile birlikte olmuş, hatta Picasso ile tanışmış ve Picasso, ona çok beğendiği bir resmini hediye etmişti. Ancak, dönüşte, elindeki resmi gören önceden tanıdığı kolleksiyoner bir hanımın aşırı ısrarına dayanamayarak tabloyu ona satar. Mahçubiyetinden bir daha Picasso'yu ziyaret edemez. 1954 yılında açtığı sergi ile Paris sanat çevresinde kendine yer edinir. Daha sonra resimlerinin sürekli müşterisi olan Madame Angles ile tanışır. 1962'de felç geçirdiğinde yardımlarını esirgemeyen bu hanımefendinin himayesine girerek Nice yakınlarında Reillane'deki evine yerleşir. Madame'ın bu yardımına karşılık olarak yaptığı tüm resimleri bu hanıma verir. Sonuçta, 28 yıldır vatan hasretiyle tutuştuğu İstanbul'u bir daha göremeden 1967 yılında bu sakin beldede öldü ve Paris'e ilk geldiğinde tanıştığı Hale Asaf ile aynı kaderi paylaşarak Kimsesizler Mezarlığı'na gömüldü. Mezarı, ancak 1974'de Karacaahmet'e nakledilebildi. Taha Toros'a göre gerçekte Mualla, Hale Asaf'a gönül vermiş, ancak topallığı nedeniyle beklediği karşılığı görememişti. Ömrü boyunca sakatlığının ve içkili sıralarındaki çirkinliğinin üzüntüsü içinde yaşamıştı.

"...Doğru, bu bezirganların hakları var. Resim yapmak, resim yaptırmak zengin cemiyetlerin lüksüdür ve ben leblebiciler arasında bir ucubeyim. Ben bu kitle içinde onlarca bir deliyim. Nitekim bence de, beni resim yapmaktan uzak tutan herhangi bir kimse de benim düşmanımdır ve ben de ruhen fakir bir cemiyetin ve tufeyli zenginliğinin müthiş düşmanıyım. Benim gibi düşünenler de yok değil. Onlarla buluşunca rahatım. Fakir fakat bahtiyarım. Fakat onlardan ayrılınca yalnız kalıyorum. Düşenin pek dostu yoktur Leblebistanda." Sözleriyle resim tutkusunu ve yalnızlığını ifade etmiştir. Öte yandan Bedri Rahmi Eyüboğlu, Mualla'nın hayata bakışını şu sözlerle anlatmıştır: "Bir ressam tasarlayın ki, aklına estiği zaman resim yapmaktan başka hiç bir şeyden sorumlu değil. Haftada üç gün aç susuz dolaşmayı göze almış: Kırlarda böğürtlen toplarcasına sokaktan izmarit toplayıp içiyor. Eşin dostun yardımıyla birkaç resim satabilirse ilk işi en sert içkilerle kafayı çekmek, en pahalı yiyeceklerle karnını doyurmak ve en sunturlu küfürlerle etrafındakileri kasıp kavurmak oluyor."

Batılı kaynaklarda kendi adından söz ettirebilmiş ilk Türk sanatçısı olup, Türk Resim Sanatımızda ayrıcalıklı bir yere sahiptir Fikret Mualla. Başlangıçta yok pahasına sattığı resimleri bugün müzayedelerde en yüksek fiyatlara satılmaktadır. Bir örnek, Nisan ayında düzenlenen bir müzayedede "Mavi Göl" isimli resmi 33 milyardan başlayan açık artırmada 44 milyara satılmıştır. Zamanında sanatın ve sanatçının değerini bilenlere ve ilgilenenlere duyurulur.

Huysuz, saldırgan, uzlaşmaz ve küfürbaz kişiliğine, yaşamındaki savrukluğa ve düzensizliğe karşın, resimlerindeki renkçi, uysal görüntüler ile konuya ve üsluba hakim oluşu bir çelişki gibi görülse de resimleri onun kişiliğini yeterince dışa vurmaktadır. Genellikle, çok hızlı çalışabilmesini teminen renkli fon kağıtları üzerine guvaş* tekniğiyle çalışmış; çağdaş akımlara katılmadan içinden geldiği gibi öznel, coşkun ve lirik resimler yapmıştır.

Portrelerinde genellikle kadınları çizmiş, natürmort resimlerinde şarap şişeleri hiç eksik olmamış, kafe-bar ve meyhaneleri konu alan resimlerinde insan ilişkilerinin iç yüzünü de irdeleyen konuşan, sohbet eden figürler, garsonlar ile orkestra ve müzisyenlerin resimleri ile iskambil oynayanlar yer almıştır. Sokaklarda gezinen, rastlaşan hep de kadın figürlerinin olduğu, hatta kendisinin Madame Angles ile olan kavgasını da resimlediği sokaktaki insanlar dizisi, çocuklar ve kadınlar ile birlikte balonlu resimleri, nü'leri ile domuz, maymun, papağan, boğa gibi sanki insanların iç dünyalarında saklı kalmış yanlarını anlatmak istercesine hayvan resimleri, balıkçılar ile teknelerin de yer aldığı manzara resimleri onun resim yelpazesinin ne denli zengin olduğunun bir göstergesidir. 12.11.1953 tarihli hastanede bekleyen insanların hallerini irdeleyen çizgi ağırlıklı guvaş resmi gerçekten çok anlamlıdır.

Bundan sonra, şarap kadehinizi kaldırırken bir kez de "Fikret Mualla için" kaldırmanızı ve yudumlarken onun resimlerindeki tadı duyumsamanızı diliyorum.

guvaş* boya : su ile inceltilen ve tüpte saklanan bir tür yoğun sulu boya
Fovist* : "Fauvism" sanatının takipçisi sanatçılar (örnek: Henry Matisse.)

Kaynakça: Ekim 1995 tarihli Vakıfbank "Nakkaş: Fikret Mualla" sergisi kataloğu.

Alaattin Bender

 
Toplam blog
: 26
: 8842
Kayıt tarihi
: 21.11.06
 
 

1990-1994 yılları arasında T.M.O. Plastik Sanatlar Atölyesi'nde Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar ..