Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Haziran '20

 
Kategori
Anılar
 

Benim hayatım - (4)

Sevgili Milliyet Blog yazarları, benim bu seriyi hazırlamakta ki maksadım öncülük yapmaktı. Ve sizlerin de bu konuda ki çocukluğunuzdan başlayarak "anılarınızı" yazmakta bir ilk olmak ve devamını da sizlerin getirmesiydi tüm niyetim.

Görüyorum ki bu konuda daha hazır değilsiniz galiba niçin? Lütfen bu konuda bir düşünün. Evet "anılar" hakkında çok yazı'lar yazılmakta, ama bu konuda daha hiç bir yazıyı okumadım galiba. Çocukluğundan başlayarak "anılarını" yazana rastlamadım! Acaba ben mi yanılıyorum! yazıldı da ben mi okumadım? Aydınlatırsanız memnun olurum.

Belki de haklısınız, bu gibi konular ilgi çekmiyor değil mi? Ve de okuyucusu daha da az oluyor. Aman canım şimdi bunu kim okuyacak mı deniliyor acaba? Okuyucusu az olsada yazmanızı, gelecekde sizden sonrakilere sizin ve aileniz hakkında bilgiler vermek açısından ben çok önemli bulmaktayım. Niçin yazılmasın? Niçin yazmayalım?

Benim hayatım 4.cüsü ile devam etmek istiyorum.

Otobüsten indiğimizde, suluca bağı'na kadar epeyi bir yol vardı. Ve dik bir yokuş, nedense o yokuşu hiç sevmezdim. Bana o yokuşu çıkmak eziyet gibi gelirdi. Tırmanmak sanki "AĞRI" dağının tepesine çıkacakmış gibi bir his verirdi, ama başka da çare yoktu, bağa gidilecek başka bir yol yoktu. Bağa gittiğimizde ufak bir havuzumuz vardı. Önceden de var mıydı? yoksa Hacı gınkahayrım ile hayriglerim mi yaptırmışlardı? Bilemiyorum!

Buz gibi içine oluktan su akardı. Hem havuzda yüzer, hem de ağzımızı suyun geldigi yere dayar, buz gibi su içerdik...

Ağaçlara tırmanır, beyaz ve kırmızı dutlar ne kadar tatlı olurdu. Ceviz ağacına tırmanırdık, ceviz toplardık, kabuğunun yeşilini temizleyince, elimiz yeşil olurdu ve de ne güzel bir koku verirdi, ben o kokuyu çok severdim. Asmaların altında yatar elimizi bile uzatmadan, ağzımızla üzüm yerdik. Beyaz ve kırmızı üzümler, ah ne güzeldi o günler. Ve uzaktan mamam'ların ve bütün kadınların toplanıp yaptıkları o güzelim yemeklerin kokusu gelirdi. Hele pilav kokusu taa uzaklardan gelirdi, ilk pilav yapılırdı, sonra da ne varsa, etlerin kokusu gelirdi. Daha aileden hiç kimseyi kaybetmemişiz, herkes yanımızda, hayriğim, mamam, Nevrik yayam, Nargüle yayam, Araksi ve Annik horakurlarım. Civan ve Hacı keraylarım. Yeğya daydayım, hanımı Mayram murakur ve çocukları, Parseğ, Agop ve Artin, şimdi onlar da Arjantin deler. çocuklar yani bizler, Apkar, Sarkis, Sahak, Penyamin ahpariklerim, Tülün, İnci, Madlen, Raksen, ben, Gülşen, Silva, Levon, Nevrik varmıydı acaba, yoksa vardı da daha çocuk muydu, niye hatırlayamıyorum. Sarkis daydayım, hanımı yani yengem Maryeni murakurum ve çocukları Atanas ile Kirkor. Nazar eniştem ve Hayganuş halam. Beyrutlu Hacı eniştem ve murakurum Sultan. Ve daha bir çokları! Evet ama kimlerdi onlar hatırlayamadıklarım!

Yemekler yenilir, ateşin üzerine cezve'ler konur, kahve yapılırdı. O günlerin birinde Yeğya daydayımı, hayriğim ve keray'larım tok karnına havuza atıyorlar. Rahmetli de o kadar çok yemiş ki, adamcağız patlayacak neredeyse, havuza attıkları yetmiyor gibi de boyuna da su atıyorlar adamcağızın üzerine, adam yalvarıyor yapmayın öleceğim diye ama dinleyen kim. Neyse sonradan akılları başlarına geliyorda havuzdan çıkartıyorlar, hemde elbiseleri ile birlikte atmışlardı. Civan kerayrim iki bardak bulundururdu yanında birinde su, birinde ise rakı. Yeğya daydaya boyuna rakı veriyor, kendiside su içiyor. Sen su içiyon derlerse çaktırmadan hemen rakı bardağını dayardı gözlerine, su mu diye, işte öyle komiklik ve kurnazlık yapardı. Hele Cüce Nazar kerayrıma, kadehi boşaldıkca boyuna doldururdu rakı'yı, tabi kendisi su içerdi. Güle güle bir hal olurlardı! Yemekten sonra büyükler oturur domino veya üçlü oynarlardı. Üçlü'yü Kayseri'liler bilir. Dört veya altı koldan üçlü oynanırdı, bir kâğıt oyunu! İleride tarif etmeye çalışırım! [Koldan] 4 kişi veya 6 kişi.

Bir bağ'da Hacı gınkahayrımın idi. Bu bağ hâlâ duruyor. Hacı kerayr, aynı zamanda gınkahayrım olur, Araksi horakurumun kocasıdır. Seneler sonra onu da bir trafik kazasında kaybedecektik. Ağzına içki koymayan Rupen daydayımı ise "Siroz"dan, Civan kerayrım uyuduğu yerde, Hayriğimi, yayamı, mamamı, Hayganuş halamı, kalp krizinden, Cüce Nazar [Has Nazar] kerayrımı ameliyat masasından kalkamıyacaktı. Norayr ahpariğimi kaybettik. Sofik kuyriğimin kardeşi "Mikayel"i ise, iş yerinde yangın çıkınca işçisini yangından kurtarıp, kendisini o yangında kaybedecektik, genç yaşında! Sarkis daydayımı, Garabet daydayımı kaybedecektik. ALLAH rahmet etsin, toprakları bol olsun!

Garabet daydayımı ise, çok ilginç bulduğum için yazmak isterim. Daha ölmeden mezarını yaptırmıştır. Ve her pazar kendi mezarını ziyarete giderdi. Bizim ailemizinde 150 senelik tarihini çıkartmıştır. Ve ölmeden önce de o yazılı belgeyi, Kirkor ahpariğime vermiştir. [Kirkor ahparik bir kopyasını gönderebilirmisin.]

Evet iki bağımız var dedik. Birine "Suluca" derdik, birine "Hasbağ" birbirlerine 15-20 dakikalik uzaktaydılar. Yürüyerek bir oraya, bir buraya giderdik, yollarda hiç korkmazdık ve genelde çok az insan olurdu, herkes kendi bağı ile uğraşırdı. Yabancı birinin gelip geçmesine imkan yoktu. Hacı gınkahayrımın bağı hâlâ duruyor!

"Suluca" Hacı [Agop] gınkahayrımın. "Hasbağ" ise, Rupen daydayımındı. Ortada ayrımız gayrımız olmadığı için, her iki "Bağ"a da bizim derdik!

Hacı gınkahayrımın, oğlu İngilizce öğretmeni, Sahak N. her sene iki-üç ay orada kalır. Bağ işleri ile uğraşır, orada ev yapmış evin içinde de her şey var, almış. Bir hatıramız daha duruyor. İstanbul'a göç ettikten sonra bir kere kısmet oldu, Erkilet'e gitmeye o da komşumuzun bağına, arkadaşım Hatice'nin babaannesine gittik. Zannedersem askerden çok önceydi. Annik horakurum, kızı Nevrik ve ben!

(Terzi Annik horakurum, bir sene önce vefat etti, Allah rahmet eylesin, ışıklar içinde yatsın.)

Kayseri'ye 1973'de askerlik yoklaması için gittim. Ve yalnız Etliğe gidebildim! Penyamin ağayıda gördüm.

Orada "Etlik"te çalışan, her ikisi ise rahmetli oldu. Çatlı Gülbenk ağa'nın hanımı Lusaper yayayı görmek için. Kendisini yayam gibi severdim. Geçenlerde de oğlu Misak ahparik rahmetli oldu. Üçüde İngiltere'de yaşadıkları için, orada toprağa verildi. [Çat, Kayseri oradan İstanbul oradan da İngiltere. İşte Ermenilerin bitmeyen ve bitmeyecek dramı.]

Yine 1974 tarihinde askerliğe gitmek için, Kayseri'ye gittim. Dağıtımım Sivas Temeltepe'ye çıkmıştı. Ve ben askere teslim tarihinden üç gün önce birliğime katıldım. Oradaki subaylar, başçavuşlar ve erbaşlar şaşırdılar, üç gün önce birliğime katıldım diye ve aralarında da güldüler de!

Kayseri'deki evimiz çok büyüktü ve aynı zamanda arkada da çok büyük bir bahçesi vardı. Ama oraya gitmek için, bir sokak geçmek ve arkaya gitmek gerekirdi. Orada fazla bir oyun oynamazdık. Bize uzak gelirdi orası nedense!

Kış'ları çok kar yağardı. Ve yayamla birlikte evimizin önünde biriken karları, tahtadan yapılmış kar küreği ile temizlerdik. Ve her yaz evin üstünde damda olan uzun sopalı ve demirden yapılmış, [LOĞ] derdik adına evin damını, sertleşsin diye düzlerdik ki, yağmur yağdığında odaya yağmur suları gelmesin. Bunuda genelde rahmetli hayriğimle yapardık. Ya da diğer büyüklerimiz yapardı. Dama çıktığımda devamlı yapmışımdır. Dama çıkmak çok kolaydı, sadece bir duvarı tırmakmak yeterdi!

Devam edecek...

Açıklama ; Horakur, Hala \ Murakur, Teyze \ Mama, Anne \ Hayrig, Baba \ Ginkahayr, Sardıc \ Yaya, Babaanne veya Anneanne \ Dayday, Dayı / Hopar, Amca \ Kerayr, Enişte \ Kuyrik, Abla \ Ahparik, ağabey \


Not ; Niçin Ermenice deyimleri kullandığımı merak edenler için. Çocuklarımın anlaması için!


Paris, 21 Nisan 2008 01.42 

 
Toplam blog
: 161
: 379
Kayıt tarihi
: 06.02.07
 
 

Matbaacıyım, şu anda malülen emekliyim. Askerden önce şiir denemelerim oldu. Bazı dergi ve gençlik ..