Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Nisan '20

 
Kategori
Anne-Babalar
 

Beş duyu...

Bulaşık makinesi boşaltırken aramayı tercih ettiğiniz arkadaşınız kim? Benimki Seda. Bu iş öyle sıkıcıdır ki ancak en iyi dostların sohbeti eşliğinde katlanılabilir hale gelir. Ben de istisnasız her sabah makine boşaltırken Seda'yı ararım. Hele ki telefonu açtığında o da ev işi yapıyorsa değmeyin keyfimize.Birbirimizle anında uyumlanırız. Muhabbetimiz ise genelde yaşadıklarımızdan yola çıkarak yaptığımız psikolojik çıkarımlardır. Bakın bir yandan fiziksel, bir yandan da düşünsel eylem... Varoluş sancısı falan kalmıyor insanın bu haldeyken. Düşünüyorum- öyleyse varım, konuşuyorum- öyleyse varım, çatal bıçakları makine sepetine koyarken farklı bölmelere yerleştirerek toplama esnası için kendime kolaylık sağlıyorum- öyleyse varım.

Bize bu muazzam varoluş hazzını yaşatan telefon görüşmelerini de asla mesajlara tercih etmeyiz. Zira telefon ile konuşmak günümüz iletişim modellerinde retro sayılabilecek kıvama gelse de, en samimisi. Bir kere mesajda sadece tek duyu çalışıyor. Görme... Telefonda ise işin içine bir duyu daha giriyor işitme. Ve yapılan araştırmalara göre insan bir konu ile ilgili  ne kadar çok duyusunu çalıştırıyorsa, o konuyu o kadar çok içselleştiriyormuş. Ne kadar da doğru... Hele ki bazı durumlarda ses dahi yetmiyor. "Bunu yüz yüze konuşmamız lazım" diyoruz ya, işte o bir iki duyu ile yetinemeyip daha fazlasına ihtiyaç duymamızdan. Görmenin, işitmenin yanında dokunmaya, bazen de koklamaya.... 

Koronavirüs illetinin en büyük handikaplarından biri de tam olarak bu. İyileşmek için yakınlarına daha çok ihtiyacın var. Ancak  hepinizin iyiliği için onlara dokunman, koklaman yasak. Yakın olma kelimesi onca şefkatli anlam barındırırken içinde, şimdi tehlike unsuru. Bu yüzden daha çok duyu eşliğinde görüşmeye ne kadar çok muhtaç olsak da, bu sıralar işitme duyusu ie yetiniyoruz. Seda'yla da. Herkes evde olduğu için bulaşık makinesi boşaltma işi günde ikiye hatta bazen üçe çıktığından, telefon görüşmelerini elimizden geldiğince sıklaştırdık. Muhabbetlerimizin konusu ise sabit. Korona zamanına özel psikolojik çıkarımlar. 

Bir gün o moralsiz oluyor, bir gün ben...  Telefonu açtığımızda ses tonu analizi ile ikimiz de "Bugün kim daha moralsiz?" testi yapıyoruz sanki. Daha iyi durumda olan karşısındaki ondan daha çok zorlanıyor diye hemencicik kendini toparlıyor. Dert yanmak için ararsın, karşındakinin senden daha dertli olduğunu fark edersin, sonra sana bir güç gelir, onu teselli edebildikçe dert ettiğin şeyi de dert etmediğini görürsün ya. Tam olarak o hisler... Aklıma bu noktada Tolstoy'un "İnsan Neyle Yaşar?" hikayesinden bir alıntı geliyor. "Tüm insanlar kendilerini düşündükleri için değil, insanlarda sevgi olduğu için hayatta kalır." Bugüne kadar internet şubesine girmemiş babanın işlerini halledebildiğin için, markete gidemeyen komşuna alışveriş yapabildiğin için, umutsuzluğa kapılan arkadaşına sesinle bir teselli verebildiğin için sen yaşıyorsun. Sevgi olduğu için, yardımlaşma olduğu için.... Bu yüzden şu anda herkesin herkes için yapabileceği pek çok şey var.  O zaman en değerli duyu da; dokunamasan da dokunabilmenin bir yolunu bulma duyusu.

Bir takıntı, Bir alıntı!

Bir takıntı:

"İnsan bu kadar kaygı ile nasıl yaşar?" Aslı'nın İçsesi 

Bir alıntı: 

"İnsanların kendi kaygılarıyla değil, sevgiyle yaşadıklarını anladım..."  Tolstoy

 
Toplam blog
: 10
: 38
Kayıt tarihi
: 21.03.20
 
 

1983 yılında İstanbul'da doğdu. Zamanın geçmesini sağlayanlar tik taklar değil de yaşananlar oldu..