Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Mart '22

 
Kategori
Sağlıklı Yaşam
 

Beyin: Muhteşem Hikayeci

 

Vücudun en çok merak edilen organlarından beyin, yüzyıllardır bilim insanlarının merceği altında. Fiziksel çalışma mekanizması ortaya konsa da, bilinmeyenlerinin çok olduğu hep konuşulur… ‘Beynin gizemli ve karanlık alanlarında neler oluyor?’ ve ‘Beynimizin sadece yüzde 10’unu kullanıyoruz’ gibi söylemler, konuyu daha da karmaşık hale getiriyor.

Beyin ile ilgili pek çok kavram da var; bilinç, bilinçaltı, hafıza, zihin, duygu, empati, hayal, rüya…

Bu organla ilgili son büyük keşif olan ‘nöroplastisite’ nedir? Tünelin ucundaki ışığın bilimsel bir açıklaması var mı? Karabasan gerçek mi? Beynin muhteşem hikaye uydurma özelliği nedir? İyi düşününce iyi şeyler olur mu? Covid enfeksiyonu geçiren kişilerde görülen ‘beyin sisi’ nedir? Telepati ve telekinezi öğrenilebilir mi?

Bu soruları ve çok daha fazlasını Üsküdar Devlet Hastanesi Nöroloji Uzmanı Dr. Ece Balkuv’a sordum. Balkuv pek çok konuya, bilimsel çalışmalarla açıklık getirdi.

Beyni tarif etmek için kullanılan söylemlerden birkaçı arasında ‘gizemli, karanlık ve bilinmeyen’ var. Bunlar beyni anatomik mi yoksa zihinsel açıdan mı tanımlıyor?

Beyin her yönüyle bu tanımlara uyuyor. Anatomik olarak sert, kapalı bir kutu içerisinde ve tamamen karanlıkta. Sıvı dolu bir kesenin içinde elektriksel iletilerle iş görerek; tüm gerçekliğimizi, benliğimizi ve duygularımızı oluşturuyor.

Bilim, anatomik olarak beynin her yönünü ve işlevini çözebildi mi? Bilinmeyen var mı?

‘Beynin şöyle bir kısmı var ama ne işe yarıyor bilmiyoruz’ denilen bir alan çok uzun süredir yok. Ancak işleyişini tamamen çözdük de diyemeyiz. Beyin çok komplike bir doku ve çok da uzun olmayan bir süre önce keşfedildi ki, kendi kendini yenileyebilme ve değiştirebilme kapasitesine sahip.

Dünyaca ünlü ressamımız Eşref Armağan, doğuştan görme engelli olmasına karşın derinlik ve perspektifi mükemmel resimler yapabiliyor. Bu, ‘nöroplastisite’ dediğimiz beynin kendini dönüştürebilme yetisinin nadir bir örneği. Nöroplastisite sayesinde beyninizin işleyişinde, hatta fiziksel görünüşünde bile kalıcı değişiklikler sağlayabilirsiniz. Artık biliyoruz ki; düşünmek, öğrenmek, farklı davranışlarda bulunmak gibi eylemler genlerimizi aktive ya da inhibe ederek, beyin anatomimizi ve tutumlarımızı değiştirebilir. Sadece eylem ve düşünceyle kendini değiştirebilen bir beynimiz olduğu gerçeği yabana atılmayacak kadar mühim bir bulgu. Beyinle ilgili en son ‘büyük keşif’ nöroplastisite kavramının genel kabulü ve kanıtlanması diyebiliriz.

Bilinç, bilinçaltı, hafıza, zihin, duygu, empati, hayal, rüya ve bunun gibi beyinle ilişkili pek çok terim de var. Bunların ne olduğunu genel olarak biliyoruz. Bilmediğimiz beynin tüm bunları nasıl yönettiği… Bilimin bunları birbirinden nasıl ayırt ettiği ve tanımladığı…

Beynimiz, kendisine gelen elektrik sinyallerini yorumlayıp bir gerçeklik yaratır. Bizim ‘gerçeklik’ olarak kabul ettiğimiz şey, beynin gerçeklik simülasyonundan başka bir şey değildir. Beyin tüm ‘ürünlerini’ tek bir amaç için üretir: Adaptasyon.

Bahsettiğiniz tüm terimler, yıllar süren evrim içinde var olan en mükemmel canlıya dönüşmemiz için gerekli olan kavramlardır. Beynin en yüksek kontrol merkezi ‘frontal lob’, organın ön kısmında bulunur. Burası entelektüel işlevlerden sorumlu beyin alanıdır.

Beynin hangi alanının hangi işlem esnasında aktif olduğunun ayrımına varmak için en sık kullanılan yöntemlerden biri, organın o an en aktif kısmının renginin değiştiği fonksiyonel MR görüntüleme çalışmaları; uyku, uyanıklık, koma gibi halleri ayırt etmede kullanılan ve beyin dalgası ölçümü yapan EEG’dir. Elbette her zaman tıbbın her alanında olduğu gibi nörolojide de öykü ve muayene önceliklidir.  

Yüzyıllardır kadın ve erkek beyninin farklı çalıştığı söylenir. Bu bir gerçek mi yoksa şehir efsanesi mi ?

Beyin gelişimi sürecinde kız ve erkek çocuklarda bazı farklılıklar görülür. Kız bebekler yüzlerle daha ilgiliyken, erkek bebekler objelerle daha ilgilidir. Kız çocuklar bebeklerle oynarken, erkek çocuklar objelerle oynamayı tercih eder. Kızlar resim yaparken parlak renkleri seçer, oğlanlar mat renkleri tercih eder. Erkek beyninde algılama ve koordine hareket arasındaki bağlantılar kadındakinden; kadın beyninde ise analiz ve sezgisel süreçler arasındaki bağlantılar erkek beyninden daha kuvvetlidir.

Bir de iyi düşün iyi olsun deriz; bunun bilimsel bir karşılığı var mı ?

İyi düşündüğümüz için iyi olmayabilir ama iyi düşündüğümüz için biz iyi oluruz; o zaman da iyi olmuş gibi olur. 2002 yılında Dr. Goebel ve arkadaşlarından oluşan bir grup Alman araştırmacı, 2 grup hastadan birine bağışıklık yanıtını baskılayıcı bir ilaç verdi. Diğer gruba ise gazoz benzeri aromalı bir içecek… Sonuç olarak her iki grupta da bağışıklık hücre sayısında azalma ortaya çıktı. 2016 yılında, sinirbilim profesörü Fabrizio Beneditti ve arkadaşları, ilaç olduğunu söyleyerek bir grup Parkinson hastasına tuzlu su verdi ve pek çok  hastada titreme ve eklem katılığında düzelme görüldü.

‘İyi düşün iyi olsun’un bilimsel karşılığı, plasebo etkisidir ve çok kuvvetlidir.

2016 yılında Melbourne Üniversitesi’nde yapılan bir çalışmada sahte akupunktur ve gerçek akupunkturun menopoz sendromlarını baskılamada eşit derecede etkili olduğu bulunmuş. Hastalar vücutlarına batan küçük dikensi şeylerin kendilerine iyi geleceğine inandığı zaman iyileşiyor zaten.

Beynin ne kadarının kullanıldığıyla ilgili ile tartışmalar da yaşanıyor. ‘Yüzde 10’unu kullanıyoruz, yüzde 20 olsa neler yapardık’ tartışmalarına ne diyorsunuz ?

Beynin yüzde 10’unu falan kullanmıyoruz. Böylece bu yanlış miti de düzeltelim. Bu mitin ne kadar yaygın olduğunu görünce şaşırıyorum çünkü beynin yüzde 100’ünü kullandığımız bilgisi çok eski ve çok kesin.

IQ testi ne kadar güvenilir ?

Günümüzde en yaygın kullanılan zeka ölçeği, IQ testidir. Buna karşın, yüksek IQ testinin geçmişte olduğu gibi yüksek ‘hayat başarısı’ ile paralel olmadığını biliyoruz.

Günümüzde uygulanan zeka testi ilk olarak 1916 yılında Dr. Terman öncülüğünde Stanford Üniversitesi’nde revize formda yayınlanmıştır. Dr. Terman, zekanın hayattaki başarının en büyük göstericisi olduğuna inanmış bir doktor ve o dönemde IQ testine tabi tuttuğu çocuklarla bir saha araştırmasına başlıyor.

Çalışmada yer alan bireylerin başarı ve başarısızlıklarını yaşam boyu kaydediyor. 25 yıl süren çalışma sonunda anlaşılıyor ki, IQ puanı yüksek olan çocuklarla düşük olanların büyüdüklerindeki başarı durumu arasındaki fark önemsiz. Dr. Terman’ın ‘termitler’ olarak adlandırdığı yüksek IQ’ya sahip çocuklar arasında akıl hastalığı, başarısız iş yaşamı, suça bulaşma ve marjinal yaşam tarzının sık görülmesi, tüm hayatını yüksek IQ’nun hayatta başarı anlamına geldiğini savunan bu adam için büyük bir hayal kırıklığı oluyor tabii. 

1972 yılına gelindiğinde, Dr. Terman gibi Stanford’lu olan Dr. Walter Mischel, hayattaki başarının öngörülebilirliğini ölçen ‘Şekerleme Testi’ni (Marshmallow Test) uyguluyor. Bu testte çocuğa, ‘Şimdi bir şekerleme alabilirsin, fakat 20 dakika beklersen sana iki şekerleme vereceğim" diyor. Ve çocuktan bu iki durum arasından bir seçim yapması isteniyor. Yaşları 4-6 arasında değişen 600 çocuk bu teste tabi tutuluyor. 1988’de Dr. Mischel katılımcıları tekrar ziyaret ettiğinde, isteklerini erteleyebilenlerin hayatlarında daha başarılı olduğunu görüyor. O halde zeka için IQ testi, hayat başarısı için ’hazzı erteleyebilme becerisi’ bugünkü bilgimizle esastır diyebiliriz.

Benim de ilgi duyduğum bazı konular var. Telepati ve telekinezi gibi. Bunlar hakkında bilgi verebilir misiniz ? Bir insan isterse bunları deneyebilir mi?

Nörolojik hastalıklar tıp bilimindeki en kötüleri bence. Mesela Locked-in Sendromu… Kişinin tamamen şuurunun açık ancak bazı göz kasları dışında hiçbir yerini oynatamadığı bir durum. Hastalarımız arasında telepatiden ciddi oranda fayda görecek bir grup var.

Telepati konusundaki çalışmaları yürütmekle bilinen dünyaca ünlü Dr. Gallant, Kaliforniya Üniversitesi’nde bir grup katılımcıyı çok gelişmiş bir MR cihazının içine yatırıp saatlerce video klip izletiyor. Denekler, görüntülerin hızla değiştiği film fragmanı gibi şeyleri izlerken, MR cihazı da beynin içindeki kan akımının üç boyutlu bir haritasını çıkarıyor.

Elde edilen görüntüler ilk bakışta anlamsız renkli noktalara benzerken; yıllar süren çalışmalar sonucunda Dr. Gallant ve ekibi bu renkli noktaların dağılım paterni ve izlenen görüntüler arasında bir ilişki fark ediyor. MR görüntülerini analiz eden bilgisayar, MR kesitlerindeki piksel özelliklerine göre deneğin az önce izlediği videodaki gibi çok benzer bir görüntü çıkarıyor. Üstelik, bu teknolojiyle, sadece ekranda izlediğiniz değil, hayalinizdeki görüntü bile MR cihazındaki kan dağılımını yansıtan pikseller sayesinde bilgisayar ekranında oluşturulabiliyor.

Örneğin annenizi düşünüyorsanız, bilgisayar ekranında izlediğiniz videolar arasında annenize en benzer kadın görüntüsü ne varsa o çıkıyor. Bu çalışmanın amacı, bir objeye baktığınızda ya da onu düşündüğünüzde ortaya çıkan MR görüntüsünü bilgisayarın en uygun görüntü ile eşleştirmesini sağlamak. Böylece, kişinin zihninde oluşturduğu düşünceyi bilgisayar ekranından izleyebilmek. Evet, bir insanın MR cihazına girip hayaline en yakın görüntümün bilgisayar ekranına yansıtılması gerçekleşti bile.

Telekineziye gelince; açıkçası bu alandaki gelişmeler çok daha yüz güldürücü. Düşünce gücüyle hareket edebilen robotik uzuvlar üreten şirketler ve bunları kullananların sayısı gittikçe artıyor. Bu teknolojiyi eğlence sektörü de kullanıyor.

Duke Üniversitesi’nden Brezilyalı Dr. Miguel Nicolelis liderliğindeki ekip, laboratuvarlarındaki maymunların beynine internet bağlantılı çipler yerleştirdikten sonra CB-1 isimli bir robotu sadece maymunların beyin aktivitesiyle yürütmeyi başardı. İşin en can alıcı noktası ise maymunlar Amerika, robotun Japonya’da yürüyor olmasıydı.

‘Koma’yı nasıl tanımlarsınız? Hastaların gerçekten konuşulanları anladığı, sevdiklerinin desteği ile sağlıklarına kavuştukları doğru mu? Bir de hemen herkesin hikayesi olan ‘tüneli ya da ışığı görmek’ tanımlamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Koma, uzun süreli bilinçsizlik halidir. Pek çok nedeni ve farklı evreleri vardır. Hafif koma halinde, ki biz buna ‘minimal kognitif durum’ deriz; bilinçaltı düzeyde bir algılama söz konusu olabilir. Beyin görüntülemeler gösteriyor ki, belli edemeseler dahi, hafif komadaki hastalar, ağrılı uyarana sağlıklı insanlar kadar cevap veriyor. Yani, fonksiyonel MR cihazına sokup beynin görüntüsüne baktığınızda, beynin ağrı bölgesi, minimal bilinç durumdaki insan ve sağlıklı insanda aynı oranda parlıyor. Ancak ‘sevdiklerinin desteği’nin tek başına komadan uyanmak için anlamlı olduğuna dair net bir bulgu yok.

Dünya üzerinde milyonlarca insanın ölüme yakın deneyimler yaşadığı rapor edilmiş ve pek çoğu dediğiniz gibi sonunda ışık olan bir tünelden bahsediyor. Bunun dışında ruhun yükselip bedeni dışardan izlemesi öyküleri de göz ardı edilemeyecek kadar fazla.

Aslında ölüme yakın deneyim ilk olarak 18’inci yüzyılda Fransız Dr. Pierre Jean du Moncheaux tarafından rapor edilmiş. Ancak pek çok araştırmacının ilgisini çekmesi ve popülerleşmesi 2000’li yıllardan sonra oldu.

Kentucky Üniversitesi tarafından 2007 yılında gerçekleştirilen ve 13 binden fazla Avrupalının katıldığı bir çalışmada; her 100 kişiden 6’sının beden dışına çıkma tecrübesi yaşadığı kaydedilmiş. Hollandalı nörolog Gert van Dijk, Leiden Üniversitesi’nde her hafta beyin kan dolaşımını kontrollü olarak azaltarak ölüme yakın deneyim tecrübesi yaratıyor. Katılımcılar her seferde benzer tecrübeler aktarıyor: Sesler duyma ve hoş hisler veya kendilerini başka bir dünyada gibi hissetme... Tıpkı hoş bir rüyada gibi.

REM uykusu esnasında kaslarımız geçici olarak felce uğrar. Bu nedenle en hareketli ve maceralı rüyalar esnasında bile hareket edemeyiz. Aynı mekanizmanın ölüme yakın deneyim sırasında da ortaya çıktığı ve ölü olma hissini kuvvetlendirdiği pek çok kaynakta bahsedilen bir düşünce.

Amerikalı Nörofizyolog Kevin Nelson’ın 2006 yılında ‘Nature’ dergisinde yayımlanan bir makaledeki ifadesine göre; uyku paralizisi (yani uykudaki felç halinin uyanınca devam etmesi, bir nevi karabasan) ölüme yakın deneyim yaşayan insanlarda daha sık.

Dr. Nelson ve pek çoklarına göre bu, uyku bozukluğundan sorumlu mekanizma yakın ölüm deneyimi esnasında da devreye giriyor. Tünelin sonunda ışık görme öykülerine gelince; bu fenomenin altında yatan mekanizmanın tansiyon düşüklüğü ve/veya oksijen azalması ile beynin muhteşem hikaye uydurma özelliği olduğu düşünülüyor. Çünkü beyne az oksijen gelmesi halinde beyin görme alanından tasarrufa gider ama görme alanının en hayati bölgesi olan merkezi görmeyi korur. Görme alanının ortası parlak kalmaya devam ederken etrafı kararır ve tünel görme illüzyonu ortaya çıkar. Aynı mekanizmayla, tünel ve sonunda ışık görme deneyimini yüksek yer çekim kuvvetine ve oksijensizliğe karşı koymak zorunda kalan askeri pilotlar da yaşar.

Bu soru için henüz erken olabilir ama Covid-19’un beyinde fiziksel ve psikolojik olumsuz etkiler yarattığını söylemek mümkün mü ? Geçtiğimiz günlerde hastalığı geçirenlerde unutkanlık geliştiğine dair bilimsel bir sonuç açıklanmıştı…

Covid enfeksiyonu geçiren kişilerde görülmeye başlanan ve sıklıkla ‘beyin sisi’ adı verilen bir durum söz konusu. Hastalık sonrası bilişsel işlevlerde gerileme, odaklanamama, unutkanlık, önemli konularda karar vermede zorlanma, uyku güçlüğü ve karamsar düşünce gibi şikayetler ortaya çıkabiliyor. Henüz nedeni net değil ancak hastaların yaşam kalitesini ciddi biçimde düşürebiliyor. Covid enfeksiyonu ağır geçirilmişse bu şikayetlere rastlanma ihtimalinin arttığını biliyoruz. Beyin sisine bağlı yakınmalar aylarca sürebilir.

‘Beyniniz Hayatınızı Nasıl Şekillendirir?’ kitabınızdan söz edebilir misiniz ?

İnsan doğası ve beyin hakkında kolay anlaşılır ve sürükleyici bir kitap yazma gayretiyle yola koyuldum. Herkes için yazılan bir nörobilim kitabının dürüst ve keyifli olması önemli. Nörobilimsel öykülerin kolay, anlaşılır ve sürükleyici olmayacağını düşünüyorsanız bu kitap sizi şaşırtacaktır.