Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Mart '11

 
Kategori
Siyaset
 

Beyin tutulması

Beyin tutulması
 

Plato


Nihat Genç'in "Bu Yazıyı Kendime Yazdım" başlıklı yazısını birçok cümlesinde kendimi de görerek soldan sağa doğru bir güzel okudum. "Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla" türünden eğitici, öğretici bir şekilde gerçekleri, alışık olduğumuz üslubundan daha farklı, pamuk ellerle zaaflarımızı yüzümüze yüzümüze vuruyordu. 

Pamuk ellerle dedim çünkü, onu her okuduğumda ya da dinlediğimde ajite olur, " vur gözüne gözüne! " demek geçer içimden. 

N.Genç, unuttuğumuz, hayallerimizde kalan siyah beyaz filmlerimizden çıkıp gelen, duygularını saklamaya çalışırken zaman zaman sesi titreyen, dolan gözlerini göstermemek için yutkunan “insan insan” dediklerimizden biri. Bu hâli ile bana, küçüklerini korumaya hazır olan mahallemizin güçlü, kuvvetli, güvenilir bir abisi gibi gelmiştir. 

Gerçek bir çınar olan anneannem; "Allah derdi-tasayı, taşa vermiş taş çatlamış. İnsana vermiş o dayanmış" derdi. Bu sözün anlamının sabır değil, bencilliğimiz olduğunu şimdilerde daha iyi anlıyorum. 

İnsanın olmadığı bir yerde herşey olsa bile insanlık için ne anlam taşır. Ülkemizde insanlar hedef için birer araç konumunda. Sadece çıkar sağlanacak, kâr edilecek varlıklarmışız gibi bakılıyor. 

Yerlere atılıyor, tekmeleniyor, kendi vatandaşına, toprağına girmiş düşmana yapılamayacak şeyler yapılıyor. Gık yok. K.çını yırtsan yine değişen bir şey yok. Nasıl bir tutulma yaşıyoruz anlayamıyorum. Sanki hepimiz aynı rüyadayız. Sanki hepimiz bir kurgu filmin aktörleriyiz ve yönetmen ne derse yapıyoruz. Yapmayan set dışına atılıveriyor. 

Yarım asırdır bu dünyadayım, ay tutulması, güneş tutulması yaşadım, böyle bir beyin tutulmasına şahit olmamıştım. 

Bizim insanımızın asıl sorunu hayatla boğuşmaktan yaşama mertebesine erişemeden bir ömrü bitiriyor olması. Çoğu şey yarına erteleniyor. İnanan insanlarımız da sanki bir çaresizlikle, " Bu dünya zaten fâni " diye kendini avutuyor. Bir diğerleri de, " Ben yanmasam sen yanmasan..." diyor. Bir başkası, " Birgün karanlıklar aydınlığa çıkacak" diye bekleyip duruyor. Bir diğeri "Aldırma gönül, aldırma" diye türkü tutturuyor. Bir diğeri de bu türküyü anlamsızlaştırırcasına memelerini fora edip, kıçını sallayarak erotik dans bile ediyor. Memleketimin dağlarına bir türlü bahar gelmiyor. Erkeklerimiz çoğu, sadece maçlarda öfkelerini dile getiriyor, 90 dakikalık maçı hiç başka sorunu yok gibi bir hafta bağıra çağıra konuşabiliyor. Kadınlarımız kermitler gibi keten tohumuna, ota-çöpe hücum etmiş durumda. Dizilerle kafasını dağıtıp, Secret'larla çıkış arıyor. 

Onla bunla… kendi kendimizi avuturken, avuturken ağzımızda sıkmaktan yok olmuş, artık bardakda bekleyen takma dişlerimize bakıp; 'Bir ömür nasıl da çabucak geçip gitti daha biz yaşayamadan' diye acı acı hayıflanacağız. Hepimizin sonu bu... 

Ha, bu arada ayrıcalık ve dokunulmazlık elde etmiş mutlu azınlık hiç doymayacakmış, hiç ölmeyecekmiş gibi elinde keser kendine kendine yontup dururken bir de bakıyor ki raf ömrü bitmiş, musalla taşına boylu boyunca uzanıvermiş. Ezmekten yana olan zihniyeti hâlâ değişmemişse o an da dahi, koca göbeğiyle uzandığı yerden; "Musalla taşına bel verdirdim" diye seviniyor bile olabilir... 

Vatandaşlık görevimiz olan oylarımızı, yasalara uygun yapacaklarına yemin edenlerin hırsları yüzünden, artık genlerimize kazılmış olan güvensizliği bir türlü atamayıp herşeyi takip etmekten, birer birer tenis topuna dönüşüp, salaklaştık. Hem de öyle bir salaklaştık ki, adamlar kural tanımazlıklarını gözümüze soka soka göstermelerine rağmen, bizler hâlâ dizi film seyreder gibi "Yok artık, bu kadarı da olmaz" diye hipnozdaymışcasına tepkisiz, sadece ürkek ürkek homurdanmakla yetiniyoruz. 

Bu kadar çok şamar yiyen, aldatılan insan nasıl salaklaşmasın? Zihnimizde sürekli, “Acaba” sorusu var. Doğru söyleyen sayısı giderek azaltılıyor. Güven sıfırlandı. Geriye 2 seçenek kaldı ya susup kabullenecek sürüye katılıp, meleye meleye önümüze atılan otla yetineceğiz ya da bunu hak etmiyoruz diye hakkımızı savunacağız. 

Sıkı Yönetim yıllarındaki gibi 2 kişi yanyana gelmeye korkar hale geldik. Sanki uzaylılar gelmiş de, bir bir götürülüyoruz. Yemin ediyorum, ülkece hipnozdayız. Bunun başka bir açıklaması olamaz. Bulamıyorum... Herkes ama herkes şikayet ediyor, kimse birşey yapamıyor... Ülkemde adeta bir beyin tutulması yaşanıyor. 

Dipnot: Karanlık güçlerce katledilen Ankara İlahiyat Fakültesi profesörlerinden Bahriye Üçok (1919 -1990) şöyle yazmıştı: "Müslümanlık IX ve X. yüzyıllardaki akılcı uygulamalarından geri çekilince cehalet koyulaştı. Matbaa 270 yıl sonra girebildi ülkemize. (…) Bugün de, 15.05.1979 günlü Diyanet İşleri gazetesinde 'Cihat müminin ahlâkıdır…Cihada denk ibadet yoktur' gibi kışkırtmalarla karanlık amaçlara yönelinmektedir." 

(Cumhuriyet Gazetesi, 18.03.1982) 

Saime Eren 

 
Toplam blog
: 61
: 771
Kayıt tarihi
: 18.09.08
 
 

Dünyanın en güzel şehri olan İstanbul' da yaşıyorum. Emekliyim. Güncel olayları yorumlamanın yanı..