Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Kasım '09

 
Kategori
Bilgisayar
 

Bilgisayar ve ben 1 - daktilodan PC'ye geçiş

Bilgisayar ve ben 1 - daktilodan PC'ye geçiş
 

Bundan çeyrek asır önce Olympia marka bir mekanik daktiloyu ilk denediğimde böylesine karmaşık ve mükemmel işleyen bir araç geliştirdiği ve ödünç de olsa bizim gibi yemyeşil ormanlar ve fındık bahçeleri içindeki dağ köyü ve çiftçi kökenli bir ailenin evine girebilecek denli ekonomik üretip ve bunu da yaygın bir şekilde piyasaya sürebildiği için insan zeka ve becerilerini içtenlikle takdir etmiş ve minnet duymuştum.

Gerçekte annemin ayak pedalli Singer dikiş makinesi de mekanik teknolojinin harikalarından biriydi. Küçüklüğümde annem onu kullanır ve bakımını yaparken uzun uzun hayranlıkla izlediğimi de hatırlarım.

Buna karşılık mekanik daktilonun verdiği heyecan bir başkaydı... düşüncelerini kitap ve gazetelerinkine benzer biçimde kağıda dökebilmek çok büyük bir kişisel kudret gibi gelirdi bana; insan bununla fikirlerini kağıda döküp, çoğaltıp koca koca politikacılara, filozoflara, yazar ve şairlere meydan okuyabilir, onlarla boy ölçüşebilirdi.

El yazısıyla yazılmış bir metnin başkaları tarafından dikkate alınma olasılığının daha az olduğunu düşünürdüm.

Ablamın üniversitede bitirme tezi hazırlarken eve ödünç olarak getirdiği bu daktiloyla hem o tezin yazılmasına yardım etmiş hem de boş kaldığı zamanda eski defterlerden kopardığım kağıtlara şiir vb. epey şeyler karalamıştım; arada bir kendi başıma heyecanla hızlı on parmak yazma denemeleri yaptığım da olmuştu... on parmak değilse bile Türkçe F klavyede 3 – 5 parmak yazma konusunda kendimi epeyce geliştirmiş ve sonunda birgün kendi kitabımı yazabileceğim kanaatine varmıştım.

Bu ilk makineli yazma heyecanımın üzerinden 5 yıl kadar bir süre geçtikten sonra ben de lisans öğrenimimi tezle bitirmiş ve yine bunu kız arkadaşımın da yardımıyla daktiloyla yazmıştım. O zaman 90’lı yılların başıydı ve kara bir ekranda beyaz karakterlerle verilen komutlarla çalışan DOS işletim sistemli kişisel bilgisayarlar (PC) piyasada yaygınlaşmaya başlasa da her isteyenin kolayca alamayacağı kadar da pahalıydılar; biz bilgisayarı daha 80'li yılların başından beri çoğunlukla televziyonda ve filmlerde görürdük.

Henüz bilgisayar bilen sekreter de rağbet gören bir elemandı; üniversiteyi bitirme aşamasındaki işsiz kalmaktan korkan kimi kız akranlarımızın elimizde geçerli bir meslek olsun diye «bilgisayarla yazma sertifikası» kurslarına gittikleri bir zamandı.

1991’de bir arkadaşın evinde bilgisayara karşı satranç oynamış ve onu ‘çoban matıyla’ yenmiştim; dahası mat hamlesini yaptığımda ekrandaki satranç tahtasının üzerinde bir kum saati belirmiş ve 10 – 15 dakika beklememize rağmen durumda bir değişiklik olmayınca makineyi ana şartelinden kapatmak zorunda kalmıştık.

Bu ilk deneyimden bir süre sonra bir tanıdığımın bürosunda bilgisayar pazarlamacısı bir teknisyenle aralarında ilginç bir sohbete tanık olmuştum; genç adamın «...biz toplama bilgisayar yapıyoruz, yani montaj üretimi. Henüz kendi markamızı koymadık ama ürünlerimizin markalı bilgisayarlardan aşağı kalır tarafı yok, size her zaman teknik destek de veririz.... yalnız program konusunda bir tercih yapmanız gerekiyor; orijinal Windows ve Word gibi bir yazı programı kullanırsanız bunun için en az bilgisayarın fiyatının yarısından daha fazla ek ödeme yapmanız gerekir; buna karşılık biz size kopya program da sağlayabiliriz, bunun için programa değil fakat bizim yükleme işleri için cüzi bir miktar ödemeniz gerekiyor. Ha! kopya program kullanmak üretici firma tarafından yasaklanan bir şey ve bu bir şekilde yasal olarak takip edilirse bütün sorumluluğu sizde...» dediğini daha dün gibi hatırlıyorum.

O günkü bilgilerimle durumu tam kavrayamamıştım... aklımdan «...bilgisayar alınınca program da alınmış olmuyor mu, bilgisayarı ve programı başka firmalar mı üretiyormuş?! Bilgisayarın materyalinden dolayı onca para etmesini anlamıştım da kolayca kopyalanabiliyorsa bu programların böyle pahalı olması niyeydi ve kopyası varken kim orijinal programa para verirdi, gerçekten bu program firmaları sahiplerine ve çalışanlarına kazandırıyor muydu, yoksa hepsi kıt kanaat geçinen, aslında kazançlarını başka işlerden sağlayıp zevk için program işleriyle uğraşan insanlardı?! gibi bir çok soru geçmişti.

Bu tanıdık bilgisayarı alıp teknisyenin monitor ve yazıcı gibi donanımlarla tam olarak kurduğunda ben de oradaydım ve esasen “püskürtme tekniğiyle” çalışan HP marka yazıcıya yakından baktığımda Olympia daktilodaki mekanik harf kollarını baskı başlarını göremeyince şaşkınlığımı gizleyemedim ve bu aracın gerçekten daktilo gibi düzgün ve karmaşık bir yazı işi yapabileceğine şüpheyle karşıladım fakat ilk deneme baskısını görünce haliyle ağzım açık kaldım. Üstelik yazıcı da ayrıca en az bilgisayar ve monitor kadar pahalı bir araçtı...

devam edecek.

 
Toplam blog
: 60
: 1352
Kayıt tarihi
: 09.06.06
 
 

Arkeolog olarak arkeoloji, Eski Çağ tarihi, günümüzde sit ve çevre sorunları başlıca ilgi alanlar..