Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Mayıs '15

 
Kategori
Bilim
 

Bilim adamı gönül adamı

Bilim adamı gönül adamı
 

"türk aynştaynı" (Görsel alıntıdır)


1975 yılında özel kanunla ilk ve tek "Türkiye Cumhuriyeti Profesörü" unvanı verilen Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu, 50 yıldır çözülemeyen bir matematik kuramını bilim dünyasına kazandırmıştı.

Bu nedenle olsa gerek "Türk Aynştaynı" olarak anıldı.

Dünyada "moleküler biyoloji" dalının ilk profesörlerinden biridir.

Sinanoğlu, "Atom ve moleküllerin çok elektronlu kuramı(1961)", "Çözgeniter kuramı(1964)", "Kimyasal tepkime mekanizmaları kuramı(1974)", "Mikrotermodinamik(1981)" ve "Değerlik kabuğu etkileşim kuramı(1983)" ile bilim dünyasında haklı bir üne sahipti ve ne yazık ki tedavi gördüğü ABD'de 20 Nisan'da vefat etti.

*
Onun beklenmedik ölümü nedeniyle "komplo teorileri" üretmek mümkün ama "sap ile samanı birbirine karıştırmaya müsait" olanların onu anlamadığı, anladığını sananların da kesinlikle yanlış anladığı bir bilim adamını bugün doğru anlamaya çalışmak, bize daha akılcı geliyor.
Örneğin, Sinanoğlu; "Neden Türkçe bilime katkı için kimya/kuantum kitabı yazmadınız?" sorusuna, Türkçe tekerlemelerle yanıt verir. Kendine has yöntemleriyle de böylece "akademik geçinenleri" bozmaktan asla çekinmez. O, yaşamın dibine vurabilmiş olağanüstü bir bilim insanıdır.
"Savunduğunuz prototürklük ideolojisi ırkçılık değil mi?" diye sorarak akademik geçinen ve adı "Murat" olan birine öyle bir cevap verir ki adeta Einstein’in dil çıkaran fotoğrafını, bu Murat'ın suratına yapıştırır! ...
Tekerlemenin sonunu "Murat, ... Şimdi git bi tur at!" şeklinde bitiren Sinanoğlu burada, profesörlük dehasını konuşturmuş "Nobel aday adaylığının" boşuna bir paye olmadığını “dosta-düşmana” bir kez daha göstermiştir, bilenler iyi biliyor…
Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu'nu son derece yüzeysel olarak izledik çoğumuz. Yazılarından bazısını okuduk. Belki hiç haz etmedik!
Hayat hikâyesindeki yaşanmışlıkları belki abartılı bile bulduk.
"Yahu bu adam Türkçe elden gidiyor diye bağırıyor ama kendi doğru düzgün konuşamıyor…" dediğimiz de olmamış mıdır acaba?
Oysa hitabet başka şeydir.
Onun verdiği örnekler, klasik milliyetçi örneklerdir, kimya ve cebirden bahsederken örneğin şöyle demektedir:
"…Biliyorsunuz, kimyayı da cebri de icat edip, oralara öğreten atalarımızdır, aynısı kullanılıyor Batı'da, bizden gitme…"
İngilizce yerine "Tarzanca" ifadesini kullanır. Tarzanca ifadesini kötü İngilizce kullananlar için kullanır.
Aynı bağlamda, İngilizce konuşulan, İngiltere veya ABD gibi ülkeler için "Tarzanistan" ifadesini de kullanmaktan geri durmaz.
Akademik karmaşaya girmeden en yalın haliyle "Milliyetçilik" yapar, bir konuşmasında aynen şu cümleyi söyler:
"Yani şimdi Avrupa'da İngilizce diye bir şey yok, herkes kendi diliyle meşgul, bir tek kelime İngilizce göremezsin. İşte bazı yerlerde birkaç Avrupa dilinde birden yazarlar, falan... "
Aslında, ortalama insanların ya da sıradan zekâların bile dikkatini çekebilmek için uygun bir üslup değil midir bu? Elbette öyle.
"Türk Aynştaynı" adında bir söyleşi kitabı olması, tesadüf değildir.

Bu, asla bir "megolamanlık mevzusu" değildir. Einstein, özel isim olması nedeniyle "Aynştayn" diye yazılmaması gerekir, bu doğrudur ancak Oktay Sinanoğlu için "Türk Aynştaynı" diye yazılması dahi onun "Dahi" kimliğine önemli bir vurgudur.
*
“Her kelimenin baş harflerini birleştirerek yeni sözcük icat etmeğe başladılar.

Oktay Sinanoğlu’nun Türkçe ile ilgili görüşlerinden derlenmiş “Bye Bye Türkçe”, (Otopsi Yayınevi, basım yılı 2000). Bu kitapta özellikle eğitim alanında Türkçenin önemi üzerinde durulur. Sinanoğlu, "Bir ülkenin varlığını sürdürebilmesi için dilini korumasının şart olduğunu" belirtir ve der ki:
“Şimdi bu durumda Lâtincesiz olarak eğitim bitirip, bilim-teknik adamı olan Amerikalı'da İngiliz'deki yeni terim ve ad koyma yöntemi de yok; o zaman ne oldu? Bir kaç kelimelik uzun bir lâf edip her kelimenin baş harflerini birleştirerek yeni sözcük icat etmeğe başladılar. Meselâ, bilgisayarlarda biliyorsunuz, "ana-bellek" ram diyorlar. Bunu türetmek için "random access memory" lâfından baş harfleri almışlar. Şimdi şu işe bakın: hiç bilmeyen gariban bir Türk'e (ram yerine) "bellek" deseniz, bellemekle hafızayla ilgili bir lâf ettiğinizi en azından tahmin eder. Hâlbuki kara cahil bir Amerikalı ve İngiliz'e "ram" deseniz koyunun erkeğinden bahsediyorsunuz sanır.”

Akademik çevrelerle, halk arasına sinsice giren ve gitgide büyüyen uçuruma böylece dikkat çeken Sinanoğlu, bilim insanında olması gereken “bilim adamı, gönül adamı” bağlamına uygun tavrın nasıl olması gerektiğine vurgu yapar.

*

Öyle ya; Türkçenin, bu yozlaşmaya gereği olmadığını anlıyoruz.

Dilimizin türetme yeteneği, matematikçileri hayran edecek düzeyde. Akademisyenini de halkını da zekâ ve gönülce birleştirebilecek nitelikte olduğunu Sinanoğlu bir güzel ifade ediyor.

Prof. Dr. Oktay SİNANOĞLU Hocamızdan öğrendik ki; dilimize yapılan saldırıların altında yabancı dille eğitim, temel silah olarak yatmaktadır ve alınması gereken önlemler, yapılması gerekenler vardır:
Yabancı dil yalnızca bu şekilde öğretilir diye aldatılmışız, oysa “hazırlık sınıfı” diye bir uygulama başka ülkelerde yoktur.
Kendi mesleğimizi izleyecek kadar yabancı dil bilmemiz yeterlidir.
Günlük yaşantımızdaki konuşmalarımızda İngilizce sözcükler kullanmak övünülecek değil ayıplanacak bir şey olmalıdır.
Türkçe isimler kullanmaya çaba göstermek, yarınlarımız için yaşamsal önemdedir.

 
Toplam blog
: 276
: 1102
Kayıt tarihi
: 19.11.12
 
 

Evli, 2 evlat babası, 1965'te doğdu, inançlı, müziksever, insansever, yurtsever, iyi yüzer, ünive..