Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Haziran '11

 
Kategori
Şiir
 

Bir aşkı, bir şiiri hissetmek ve anlamak (II. Bölüm)

Bir aşkı, bir şiiri hissetmek ve anlamak (II. Bölüm)
 

Toplama kampından


Birinci bölümde, şiirin yazıldığı zaman, zamanın ruhu ve sanatçıyı etkileyen edebiyat akımlarından söz ettik. Şiirin ilk dört kıtasını çözümleyip yorumlamaya çalıştık.

Zamanının acı tatlı, umutlu umutsuz tüm çeşitliliğiyle yoğrulmuş bu aşk şiirinin her dörtlüğü, ayrı bir hazla kendi anaforuna çekiyor bizi.

Haydi sevgili okur, yolcu yolunda gerek...Elsa’nın Gözleri’ne eğilmeye devam edelim.

V.

Gözlerin çifte çentik atar mutsuzluk anında
Ki oradan tansığı oluşur Kralların
Üçü de yürekleri çarparak gördüklerinde
Mandırada asılı duran mantosunu Meryem’in

Aragon, bu kıtada da İncillerden bir öyküyü anımsatıyor. Bu öyküye göre, yıldızlara bakarak geleceği öngören üç gökbilimci/yıldız falcısı (Müneccim Kral), İran’dan kalkıp yollara düşer.

Büyük olasılıkla Zerdüşt dininden olan bu biliciler, sanki tansıksal(mucizevi) doğum gizemini imleyen bir yıldız tarafından seçilmişlerdir. O yıldızın kılavuzluğu, yollarını kesiştirir ve onları Beytlehem’deki bir ağıla ulaştırır. Orada Meryem’in mantosunu görünce heyecanlanırlar ve bebeğin imlenen Mesih olduğunu anlarlar. İşte Mesih doğmuştur, oradadır. Büyük tansık gerçekleşmiştir. Derhal önünde diz çökerler, bebeğe armağanlar sunarlar.

Elsa’nın gözlerinin mutsuzluk anlarındaki çakımı, çifte çentik atarak böyle büyük bir tansığı muştular. Gözler; biliciler gibi, kutlu, güzel bir geleceğe, kurtuluşa olan umudu, güveni imler. (Çentik atmak: İşte buraya yazıyorum, der gibi. Öngörüsünden/kehanetinden çok emin.)

Yaşanılan kaotik umutsuzluk sürecinde, ozan/şair Aragon, umudu diri tutmak için Hristiyanlığın, acılarla yoğrulmuş ama umut yayan motiflerinden yararlanır.

VI.

Tek bir ağız yeter sözcüklerin Mayıs ayında
Tüm şarkılar ve tüm ahlar vahlar için
Milyonlarca burç için tek bir gökkubbeden çok çok az
Onlara gözlerin ve İkizler Burcu sırları gerek

Şu Mayıs ayında; tüm şarkıları söylemeye, tüm ağıtları yakmaya(ahlar vahlar) yetecek kadar sözcük, tek bir ağızdan çıkabilir. Ayrı ayrı ağıza ne gerek var? Bakın, milyonlarca burç, tek bir gökkubbede nasıl barınıyor?..O halde insanların umutsuz olmaları için neden yok. Bunun için insanların, yalnızca Elsa’nın gözlerine (İki göz/İkizler) ve İkizler Burcunun gücünü barındıran sırlarına gerek var.

Nedir bu sırlar?

Aragon bu dörtlükte, astroloji ve mitolojiden yararlanıyor. İkizler Burcunun astrolojik adı Kastor ve Polluks. Yunan mitolojisinde Kastor ve Polluks, Zeus’un Leda’dan olan ikiz çocuklarıdır. Haksızlığa karşı savaşırlar ve haksızlıklara karşı savaşanlara yardım ederler.
Roma mitolojisinde ise farklı adlar alan ikizler, büyük toprak sahiplerinin topraklarını halka dağıtmaya kalkarlar, cezalandırılırlar.

Bu dörtlükte Aragon’un gerçeküstücü yanı, gizem ağır basıyor. Şimdi bu bilgilerden yararlanıp şiirin yazıldığı 1942’deki koşulları da düşünerek, Elsa’nın gözlerinin neden Kastor ve Polluks’a benzetildiğini anlayabiliriz. Tek bir ağız, tek bir gökyüzü, faşizme, düşmana karşı savaşta birliğe, birlikteliğe, birleşmeye çağrıdır. İkizlerin sırları/özellikleri, bu savaşta yol gösterici ve yardımcı olacaktır.

Elsa’nın İkizler Burcunun sırlarını/özelliklerini içeren, taşıyan gözleri, savaşkanlığı, bilgisi, cesaretiyle yol gösterici bir simgedir şimdi.

VII.

Güzel imgelerle çevrelenmiş çocuk
Kendininkileri iri iri açar ölçüsüzce
Kocaman gözlerle bana bakınca bilmem yalan mı söylersin
Denebilir ki sağanak yağışta yaban çiçekleri açmakta

İnsanlığa; kurtarıcılık, adalet, barış, sevgi, kardeşlik, özgürlük, özveri, başkaldırı, merhamet, hoşgörü yolunu imleyen, muştulayan çocuğun(İsa) iri iri açılan gözleri inandırıcı, güven vericidir. Bilicilerin armağanlarıyla donatılmıştı İsa bebek (Güzel imgelerle çevrelenmiş çocuk). Yıldızın kılavuzluğu, bilicileri işte bu bebeğe ulaştırdı. Armağanlar da yıldızın imlediği Mesih/kral içindir ve muştuladığı değerleri simgelemektedir. Çünkü bebek, insanlığı bu değerlere kavuşturmak için gelmiştir.

Sağanak yağış(Acı çekildiği için dökülen gözyaşları), toprağı fazlaca ıslatsa, zararlı gibi görülse de yabanıl çiçeklerin (Doğada kendiliğinden biten) açmasına neden olmaktadır.Meryem’in çektiği acılar, İsa’nın çarmıha gerilişi, umutların yeşermesini, İsevilerin çoğalmasını nasıl engelleyemediyse bugünkü acılar da kurtuluşun yolunu kapayamayacaktır.

Tarih boyunca insanları peşinden sürükleyen çocuğun bu vaatleri yoksa yalan mıdır? Yalansa, insanlar neden inanmaktan vazgeçmezler? Acaba Aragon ya inancınıza sahip çıkıp savaşın, savaşmayacaksanız inancınızın anlamı nedir, diye mi soruyor? Üstelik, o güne değin gerçekleşmeyen umutları gerçekleştirmek için Mesih’in yeniden geleceğine inanırken...

Şair, çocuk İsa’ya ve çağrılarına gönderme yaparken “Kocaman gözlerle bana bakınca” sözleriyle de Elsa’yla koşutluk yaratıyor, özdeşleştiriyor.

VIII.

Yıldırımlar mı saklanır gözlerinin lavantasında
Ki orada böcekler zorlu aşklarını uğratır bozguna
Kayan yıldızların ağına yakalandım ben
Ağustos ortasında açık denizde ölen gemici gibi

Lavanta, çok sık, ince, gri, küçük yaprakları olan, toplaşmaya elverişli, mavi küçük çiçekleri açtığında tümden maviye kesilen bir bitkidir. Kokusu, yaprakların, dalların sıklığı, güzelliği ile böceklerin de çekim merkezidir.

Ne var ki böcekler aleminde erkeği kendine çeken dişi, genellikle erkeğin katilidir. Aşka koşan erkek, dişi tarafından yok edilir. İşte ben de o lavanta mavisi gökyüzüne(gözlere) daldığımda orada kayıp duran yıldızların ağına yakalandım, tutsak oldum, tıpkı bir böcek gibi. Sonra yıldırımlar çarptı ve yazın dinginliğine kanıp, açık denizin maviliklerinde ölen bir gemici gibi can verdim orada, diyor şair.

IX.

Ben o radyumu doğal uranyumdan çıkardım
Ve parmaklarımı yaktım o yasak ateşte
Ey yüz kere bulunup yeniden yiten cennet
Benim Peru’m, benim Golconde’um, Hint Adalarımdır gözlerin

1942 yılında, ABD’nin New Mexico kentinin Los Alamos bölgesinde, ABD yönetimi tarafından, bir grup bilim adamı bir araya getirilir. Atom bombasının yapılmasına karar verilir. Üç yıllık çalışma sonucu bomba imal edilir ve 1945’te Hiroşima ve Nagazaki’de patlatılır. Büyük olasılıkla Avrupa’nın komünist çevrelerinde bu çalışma duyulmuş ya da hissedilmiş olmalı. Güya büyük gizlilik içinde yapılıyor. Ancak, savaş yıllarındaki karşılıklı casusluk öykülerinin nice kitaba, filme konu olduğunu anımsarsak duyulmuş olma olasılığı yüksek görünüyor.

Atom bombasının yapımı, insanoğlunun kendini, kendi elleriyle yakıp kavurma deneyiminin ilk adımı. O radyumu doğal uranyumdan çıkarırken, o yasak ateşte parmakları yanıyor Aragon’un.

Golconde, Hindistan’da kim bilir hangi savaşlarla harabeye çevrilmiş bir kent. Hint Adaları ise Kristof Kolomb’un Amerika’ya yanlışlıkla verdiği ad.

“Yüz kere bulunup yeniden yiten cennet” derken, Aragon, savaşlarla yakılıp yıkılan, sonra yeniden inşa edilen ülkelerden, kentlerden mi söz ediyor? Kan ve ateş içindeki Avrupa’dan bakınca, Peru, Golconde, Amerika savaşa uzaklığıyla, huzur ve barış özlemini mi yansıyor acaba?

X.

Güzel bir akşamüstü kırılmaya başladığında evren
Kurtulan yolcuların tutuşturduğu kayalıklarda
Görüyordum ben denizin üstünde parlayan
Gözlerini Elsa’nın, gözlerini Elsa’nın, gözlerini Elsa’nın

1940’lı yılların, cehennemi yeryüzüne getiren ortamında ne varsa ve ona karşı direnişin yaydığı umuttan, cesaretten, bilgiden yana ne varsa...Hepsi Elsa’nın aşkla tutuşan, tutuşturan mavi gözlerinde ve Aragon’un ozan soluğuyla donanmış şair bilgeliğinde aynalanıyor.

“kırılmaya başladığında evren”, yani kıyameti andıran bu savaş, dünyanın sonunu imlese, gemi batsa, bu aşıklar boğulsa da, kayalıklara tırmanıp kurtuluş ateşini yakanlar, onu insanlığa sunacak Prometheuslar mutlaka olacaktır.

İşte o zaman Elsa’nın mavi gözleri, o mavi sularda, kayalardan yansıyan kurtuluş ateşinin utkusuyla parlayacak ve tüm evreni yeniden aydınlatacaktır.


SONUÇ:
“Her sanat yaratısı, ortaya çıktığı zamanın izlerini taşır. Sanatçıları etkileyen sanat akımları, düşünürleri var eden felsefi akımlar, hep yaşanan toplumsal sürecin ürünüdür.” demiştik.

Tarih acımasız adımlarla, kıran kırana yürüdü geldi bugünlere. Her çağın soluğunu, bilgisini, “Çağımdan ben de sorumluyum” diyen düşünürler, sanatçılar ulaştırdı bize. Yaşadıkları çağda insana dair ne varsa, kendi özlerinde duyumsadılar, içselleştirdiler, akılları ve yürekleriyle yoğurdular. Ve işte aşklarını da böyle yaşadılar ve böyle büyük, böyle derin, böyle sınır tanımaz, böyle mutlulukla dolu ve böyle tastamam insanca oldu aşkları.

Yaşamasına yaşadılar ama... Aragon, aşka dair son sözünü söylerken “Mutlu Aşk Yoktur” dedi, çıktı işin içinden.

İnsanlık, binlerce yıldır taşıyıp getirdiği, bir türlü ulaşamadığı arzusuna, kadim özlemlerine ulaşıncaya dek MUTLU AŞK YOKTUR...

BARIŞA, SEVGİYE, DOSTLUĞA, KARDEŞLİĞE, ADALETE, EŞİTLİĞE, ÖZGÜRLÜĞE ulaşıncaya dek MUTLU AŞK YOKTUR...

İnsan her şeyi elinde tutamaz hiçbir zaman
Ne gücünü ne güçsüzlüğünü ne de yüreğini
Ve açtım derken kollarını bir haç olur gölgesi
Ve sarıldım derken mutluluğuna parçalar o şeyi
Hayatı garip ve acı dolu bir ayrılıktır her an
MUTLU AŞK YOKTUR
LOUİS ARAGON

22.03.2011
VİLDAN SEVİL 

 
Toplam blog
: 102
: 882
Kayıt tarihi
: 07.06.11
 
 

1949 İstanbul doğumluyum. Emekli edebiyat öğretmeniyim. Çeşitli edebiyat sitelerinde, çeşitli kon..