Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Ekim '12

 
Kategori
İnançlar
 

Bir ateistin not defterinden

Bir ateistin not defterinden
 

 

Öleceğini bilerek yaşamak doğru değil. Bunun bir şekilde gizemli olması yaşamı anlamlı kılardı. Üstelik zamanı da aşağı yukarı belli. Bu yüzden hayatın hiç cazibesi yok. Yarın öleceğim diye bir paranoyam yok ama bir gün nasılsa öleceğimi düşündükçe de endişelerim artıyor.

Beni en çok delirten (kabul edilemez bulduğum) şey zamanında ölmüyoruz. Ne zaman öleceğin belli olmadığı için hayatın da belli olmuyor. Ne plan yapabiliyorsun ne de program. Doğduktan itibaren ölüm yolculuğu başlıyor; çünkü daha bebek yaşta ölenleri görüyorsun. Kul hatası olsa Ali’yi döversin, Veli’ye söversin ama Allah’ın emri deyince kolun dalın kırılıyor.

Ne konuşabiliyorsun, ne yazabiliyorsun; ne bu ya, öleceksek ölelim. Öbür tarafta zaten katran kazanları boş kalmış, bizi dört gözle bekliyorlar. Ahretçiler bir heves bir heves “ Öleceksiniz ya, ruzu mahşerde hesap vereceksiniz ya, o vakit göreceğiz sizi…” Görelim lan! Ya zaten cennet menet beklediğim yok, napayım cenneti. Lakin katran kazanına atılmak beni strese sokuyor. Korkup günah işlemesinler diye yaratanın öğüdüdür. Hiç Allah kulunu katran kazanına atar mı?

Bir kere ömür yapmak istediklerimiz için kısa. Tahsil bitti yaş 25. Ev ocak çoluk çocuk sahibi oldun etti 50. Gerisi de zaten belli. Ya da yaptıklarımız saçma. Koca ömrü doldurduğumuz şeylere bak. Bunun içinde kendimizi beden ve ruh olarak tepeden tırnağa değiştirebileceğimiz bir süreç olmalıydı örneğin. Beğenmiyorum kendimi! Arkam çıkık, önüm kakık. İnsan diyorlar ama başka şeylere de benziyorum. Lakin günaha da girmeyelim, hakkını yemeyelim Rabbimizin. Bebelere bakıyorum sümüklü mümüklü ama vücutları fit. Yani demem o ki fabrika ayarlarına geri dönebiliriz. Bu vücutlar Tanrının değil bizim yarattığımız vücutlar.

Dünyayı görmeden tanımadan ölüyoruz. Mesela her milletten bir sevgilimiz olmalıydı. Esmer çukulata, sarı çekik gözlü çiğdemler, Apaçi kızı, illa da urus Natalya. Tanrı bin bir nimet yaratmış ama benim tanıdığım tek nimet komşu kızı Nimet.Tanrımıza gidiyoruz ama görünen o ki ölümden sonrası karanlık. Biz Tanrı’nın çocuklarıyız, napalım yani dünyada yaramazlık yaptıysak. Çoğumuzunki misket kavgasıydı, katran kazanına atılmak da noluyor?

Öldükten sonra yok olmadığımızı söylediği için din hoşuma gidiyor; dinin kayda değer mesajı  ölümün son olmadığı. Dünyada her şey yok oluyor (değişmek de yok olmaktır) sadece yaratan ve biz kalıyoruz. Katranlık bir günahım yok ama yine de katran kazanı bende trip yaratıyor. Biz kul olarak şikâyetlerimizi dile getirelim ki yaratan belki duyar. Tanrı’nın olmadığı iddiasının cazibesi yok, varlığı daha anlamlı. Hatta yoksa bile lütfen olsun, onsuz yalnızım ve korkuyorum; Tanrı yoksa insanların varlığı anlamını yitiriyor zaten.

Tanrı’ya inanmanın bedeli olmamalı. Biz hepimiz işte bu nedenle dağlara kaçtık. Ayetlerin elinde kılıç olur mu? Yoksa Tanrı bu Tanrı, din bu din değil mi, biz her şeyi değiştirdik mi? Zaten bizde akıl var iken ayrıca kitap gönderilmesi de kafamı karıştırıyor. Bize verilenlerle yolumuzu bulamayacağımızı düşünemiyorum. Peygamber sadece tercüman belki de, Tanrı’nın dilinden anlamak kolay mı ki on bin yıl sonra bile hala soruyoruz. Bence dinin varlık sorunu hala çözülmemiş ki “kabulcü” lerin ibadetine katılmamakta haklıyız. Varlık sorununu çözdükten sonra ant olsun ki nemazımızı Tur dağında kılarız! Biz ateistiz ama olmayan Tanrıyı  bile severiz!

Vaktinden önce ölümlerin Tanrı’nın işi olmadığını artık idrak ettim; 3 yaşındaki çocuğu biz öldürüyoruz, Tanrı’da kitaba yazıyor; çoban kaybolan koyununun hesabını tutmayacak mı? Yine de ölümü sorgulamalıyız vaktinde olsa da. Ki ölümün vakti konusunda da sorun var, örnekler (ölümlerin çoğu 70–90 arasında oluyor oysa) insanları ikna etmiyor nedense. Bir de Tanrı eğlenceyi sevmiyor, dinde davul çalmak bile yasak; bu şekilde yaşamak anlamlı değilse bizler ya mutlu olamayıp Tanrı’ya yöneleceğiz ya da mutlu olup şeytana. Tanrı sanki din ile aramızda mücadele olmasını istiyor gibi,  yapamasın da günahkâr olsun, biz de cezalandıralım der gibi, yapamayacağımız, bünyemize aykırı şeyler (içimizde nefis var ve hâşâ sanki Tanrı kadar güçlü) isteniyor. Dinin sorunlarının henüz çözülmediğini düşünüyorum.

Bu yazı beni anlatıyor olabilir yine de inananlara karşı sevgi doluyum. Onlardan olsaydım onlara bu kadar yakın olamazdım. Benden bir inananın kılına zarar gelmez. Yüzlerinden tebessüm eksilmesin diye inanmadığım Tanrılarını bile yüceltirim; inanç denizinde kaybolmuş bir ateistim. Yolumu kaybetmedim, kabul dağlarını terk edip ruhunuzun yücelerine çıktığınızda yol olmadığını göreceksiniz. Sahi siz kabul ile samimi dindar olunabileceğine inanıyor musunuz? Gelin birlikte Tanrıyı arayalım, bulamasak bile gam değil, Tanrı kadar yüce olur döneriz. Ben Tanrıyı görmek istiyorum ve eğer varsa göreceğimi biliyorum; çünkü ben görmek için bakarım.

 

 
Toplam blog
: 6332
: 653
Kayıt tarihi
: 21.09.08
 
 

Sadece sayfalarda kalan yazılar şaheser olsalar bile önemsiz ve anlamsızdır. İnsanlara ulaşan ve ..