Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Aralık '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Bir damla civa, bir damla göz yaşı

Bir damla civa, bir damla göz yaşı.

Öğrencilik yıllarımda herhalde 6. veya 7. sınıf öğrencisiydim. Fen dersinde öğretmenimizi beklerken elinde küçük mavi renkli bir plastik şişe ile sıfıtan içeri girdi. İçinde su olsaydı sanrım 300-350 gram ağırlığında olabilecek büyüklükteydi plastik şişe. Doğal olarak tüm arkadaşların gözü öğretmenin elinde duran şişeye takılmıştı. Soru sordu öğretmenimiz dersin ilerleyen saatinde; “sizce ağırlığı ne kadardır?”. Herkes kendince bir tahminde bulundu ama üç aşağı beş yukarı birbiri etrafında dolaşan tahminlerdi.

Beni yanına çağırarak şişeyi masanın üzerinde almamı ve elimle tarttıktan sonra bir kez daha tahminde bulunmamı istedi.

Dediğim gibi tahminen bir ağırlık vardı kafamda ve onu kadıracak güç ile kaldırmak için avuçladım ama elimle birlikte şişe hala masanın üzerindeydi. Çok ağırdı bu. İçinde ne vardı ki acaba? Acaba demir tozumu? Zira bildiğim en ağır metal oydu o güne kadar. Bir kez daha fazla güç kullanarak masadan şişeyi kaldırmayı başarmıştım. İçimden de kızıyordum öğretmenime beni rezil ettiği için sınıfa.

Şişenin kapağını açarak sınıfın zeminine bir parça döktü şişenin içindeki sıvıdan. Gümüş renkli bir sıvıydı bu. Döküldüğü yerde öylece kalmıştı bu sıvı dağılmadan hiç. Herkes şaşırdı, çünkü bildiğimiz her sıvı döküldüğü zeminde akar giderdi. Bu ise döküldüğü miktar kadar hiç bozulmadan elips halinde duruyordu zeminde. Sonra bir parça kağıt istedi öğretmenimiz ve aldığı kağıdı kullanarak yerdeki sıvıyı tekrar şişenin içine doldurdu. Yerde hiçbir iz kalmamıştı. Hayretler içinde kaldım.

Daha sonrasında öğretmenimiz bu sıvı ile ilgili bilgileri bize anlattı. Artık benim için dünyadaki en ağır maddeydi, demirden bile.

Yüreğim fazlaca sancıyordu. Korkunç bir şey bu. Dünyanın sonu gibi bir şey ya da sonu olmasa bile sona yakın bir anı yaşıyor olmalıydım. Aklımdan hep aynı mısralar geçiyordu o aralar :

“ terketmedi sevdan beni,

Aç kaldım, susuz kaldım,

Terketmedi sevdan beni”

Bir gönül yarasıydı yaşanan özetle ve o yaşlarda bu yara dünyanın sonu oluyordu. Bedenim ağırlaşmış, kıprdayasım yoktu olduğum yerde. Hep olduğum yerde hiç kıpırdamadan kalmak istiyordum. Sanki tonlarca bir ağırlığı omuzlarımın üzerine bağlamışlardı. Toprakla bir edecekmişçesine bastırıyordu omuzlarımdan aşağıya doğru. Kafam zaten kazan gibi. İçinden geçmeyen bir tek olumsuz düşünce kalmamıştı dünyada bilinen. Hani insanın içinden vurup kırmak ortalığı dağıtmak gibi şeyler gelirmiş ya bu durumlarda ben de tam tersi bir şey var. O ağırlıkla nasıl kalkabilirim ki olduğum yerden. Bir kalkabilsem zaten gerisi de gelecekti.

Gecenin ilerleyen saatleriydi. Yapayanlız herkes yurda girmiş bir ben dışarıda ya da herkes içinde ben kendimle yalnız. Derin derin nefeslerle ardı arkası kesilmeyen sigara. Dudaklarımdan dökülen ama sadece kendimin duyabileceği kadar belirgin bir şarkı:

“oysa ben sana neler adamıştım,

İçli şarkılar, kırık ezgiler.

Sonunda elimde kalan,

Bir avuç hüzün ve keder”

Tamam artık ayaklarım taşımıyordu bedenimi. Yere bağdaş kurdum. Ne şarkı kaldı ne mekan. Bir sonsuzluk içinde ve o sonsuzluğun karanlığında bir başına kalmış ruhtan başka bir şey kalmamıştı artık.

Gözlerim buğulandı, yanaklarım ıslandı. Çok değil birkaç damla göz yaşı. Elimle sildim yaşları ve bir sigara daha içmek istedi canım. Islak parmaklarımla sigarayı dudaklarıma götürdüm bir derin nefes daha çektim içime. Ayağa kalktım. Bir farklı yürüyordum sanki ne oldu bana? Elimin tersi ile silerken gözlerimi ve yanaklarımı yürüyordum bir yandan. Her tarafım seslerle doldu. Bu insanlar ne zaman geldiler buraya ne zamandan berri buradalar. Bir kampana çalarak sanki hepsi dolmuştu buraya.

Adımlarım sanki daha hızlı. Ama az önce bu bacaklar taşıyamıyordu ki bu vücudu. Kuş kadar hafif bir bedeni daha kolay taşıyordu bacaklarım.

İşte o gün yıllarca inandığım bir şey değişti. Dünyanın en ağır maddesi civa değildi. Bu bedendeki, bu ruhtaki tonlarca ağırlığı birkaç damla ile dışarı atan göz yaşlarıydı. Hafifleyen bedenimle birlikte şarkı da değişmişti dudaklarımdan dökülen :

“duydum ki yar beni terk etmiş

Gider ise gitsin canım sağolsun,

Sanki kunduramdan bir çivi düşmüş”

Bir damla civa, bir damla göz yaşı. Hangisi daha ağır sizce?

 
Toplam blog
: 71
: 606
Kayıt tarihi
: 18.12.08
 
 

1967 Yakacık doğumluyum. H.Ü. Edebiyat Fakültesi'nde 2 yıl öğrenimden sonra İ.Ü. Arkeoloji ve San..