Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Haziran '18

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Bir Dilim Köy Ekmeği Karşılığı Küspe Çiğnediğimiz Günler

Bir Dilim Köy Ekmeği Karşılığı Küspe Çiğnediğimiz Günler
 

Şair yerinde ve doğru söylemiştir: “Geçmiş zaman olur ki hayâli cihân değer.” Günümüz dünyasından sıkıldıkça ve günümüz dünyasında sıkıştıkça geçmişe sığınmıyor muyuz? Öylesine kolay tüketiyoruz ki her şeyi hiçbir şeyin tadı tuzu yok. Çünkü mâzide hiçbir şeyimiz yoktu ama mutluyduk. Ya şimdi? Necip Fâzıl üstadın dediği gibi ‘buz çölü’nde yol alıyoruz. Bizi kurtaracak tek kavrama bile ne kadar uzağız: Merhâmet yahu!

1960’lı yıllarlın ortası olmalı. 4-5 yaşlarındaydım. Müdür babamın tayini Van’dan Bursa – Mustafakemalpaşa Yamanlı Köyü’ne çıkmıştı. Dengi yapıp çıktık yola. Geride şehirler bırakarak 2 gün sonra köye ulaştık. Bereketli topraklar üzerine kurulmuş bir köydü Yamanlı. Köylüler bit ve pireden yana muzdarip. DTT palyatif bir tedbir sadece. Aydınlanma gaz lambası, fener ve lüksle sağlanıyordu.

Zaten gecelerin pek bir anlamı yoktu. Evlerde ne televizyon vardı ne de radyo. Sadece müdür babamın radyosu vardı onunla da sürekli “ajans” dinlerdi babam. Bir ayin gibi. Ha bir de yaz tatillerinde ben ve ablam “arkası yarın”ları takip ederdik. Hiç unutmam Halid Ziya Uşaklıgil’in “Kırık Hayatlar” romanını eksiksiz dinlemiştik ünlü tiyatro oyuncularının dilinden.

Mezarlığın yanında bir evde kalıyorduk ilk yıllarda. Sundurmanın önü, uzun tahtalarla çevrildiği için çevreyi göremiyorduk. Evin bütün pencereleri mezarlığa bakardı. Mezarlık… Serin ve uzun serviler altında yatan yüzlerce ölü, yüzlerce mezar ve ölülerin ayak ve başuçlarına dikilmiş yüzlerce mezar tahtası. Özellikle yağmurlu günlerde odamızın küçük penceresinden mezarlığa bakardım. Her şey yıkanırdı sanki.

Çocukluğumuzda bizim, ne değişik oyunlarımız ve “hobi”lerimiz vardı yahu! Gazoz kapaklarını toplar, onları taşla düzler ve tele asardık sonra da tunç bilyelerle “miliş” oynardık. Bazen de bu “miliş” oyununu düğmelerle oynardık. Yağmurlu zamanların hemen arkasından salyangoz toplar, köye gelen alıcılara satardık. “Çelik çomak”ı nasıl unuturum! Futbol da olmazsa olmazımızdı elbette.

Hele bir “küspe çiğnemek” iş-oyunumuz vardı ki ne kadar çok mutlu olurduk o işi yaparken. Öğütülerek küspe haline getirilen pancar tarlada, römorklerle ahırın yanına taşınır ve diğrenlerle ahırın küçük penceresinden içeriye atılırdı. Biz çocuklar da yer açılsın diye o küspeleri çıplak ayaklarla çiğnerdik. Ne kadar da sıcaktı küspe. Hem zıplar, hem oynar hem de ısınırdık. Güreştiğimizi bile hatırlıyorum küspenin üstünde. İşimiz bitince avludaki tulumbada ayaklarımızı yıkardık. Evin annesi “sundurmadan” seslenirdi:

– Çocuklar, gelin bakalım yanıma.

Koşarak giderdik “komşu anne”nin yanına. “Komşu anne” toprak fırında pişirdiği yuvarlak köy ekmeklerinden birini alır ekmek teknesinden, göğsünde tutarak sayımız kadar dilim keser, yanındaki şişede bulunan halis zeytinyağını dilimlerin üzerinde gezdirir sonra da kırmızı pul biber ekerek bizlere verirdi. Nasıl iştahla yerdik, anlatamam. Oysa altı üstü bir dilim ekmek, zeytinyağı, pul biber…

Yıllar sonra Yamanlı’ya gittim ve çocukken bize “yağlı ekmek” veren “komşu anne”yi buldum. Yaşlanmıştı. Beli iki büklümdü. İyi görmüyordu. Az işitiyordu ama hafızası yerindeydi. Tanımadı önce. “Kara müdürün oğlu” deyince gözleri parladı, gözlerinin önünden sis perdesi kalktı. Bir sarıldı sanki annem. Saatlerce anlattık geçmişten, şimdiki zamandan… Mutfağa geçti bir ara. Elinde bir “yağlı ekmek” dilimiyle döndü. Yıllar öncesinin iştahıyla yedim “komşu anne”nin verdiği ekmeği. Akşam oluyordu vedalaştık tam ana kapıdan (porta) çıkarken “komşu anne” seslendi:

– Kutsi bu torbayı unutma.

Birkaç dakika sonra torunu Nermin yetiştirdi torbayı bana. Yolda giderken merakla baktım. Torbanın içinde yuvarlak büyük bir köy ekmeği duruyordu.

Mustafakemalpaşa, 27 Nisan 2017

 
Toplam blog
: 300
: 1022
Kayıt tarihi
: 13.06.10
 
 

Tarih, edebiyat, şiir, dil ..