Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Eylül '19

 
Kategori
Dostluk
 

Bir İnanışa Göre Cihangir

Rengarenk boncuklarin şıngırtısını, ta kapıdan içeri girerken duydum.

Sinem hanim gelin bakın sizi kiminle taniştiracağim, çok iyi anlaşacağinizdan da eminim hatta, dedi patron. 

Miniminnacik başında bir tutam turuncu saç, sanki öyle doğmuş öyle büyümüş tıpış tıpış yürürken daha, top tomurcuk  gülüşü hep varmış gibi yüzünde, bırakın tokalaşmayı içini açtı da içine soktu sandığım  büyük bir kucaklamayla Merhaba canım dedi.

Buyrun oturalim Firdevs hanim, oturalim haydi, daha sabah kahvemi içmedim haberiniz olsun dedi. Kafasını kaldırıp bölmenin öbür tarafında oturan Burak beye seslendi, bugün halledermiyiz yayinevine mektup gönderme işini? Çıkıyorum ben Sinem`le yazarsiniz diye cevap verdi Burak Bey, çantasını alıp,öğle yemeğine yetişirim dedi ve  gitti.
 
  Kahvelerimiz mis gibi koktu gelirken. Telaşla anlatmaya başladı,  canım; bizim bu yayinciyla irtibatimizi kesmemiz şart oldu. Bunun için birtakım işlemler gerekiyormuş senin de yardiminla bana oynanan oyunu bozalim, fazla popüler değiller bana göre, ama bilinmeye başladılar ufak ufak diye mırıldandı. Problem, benim uğraşacak halimin olmaması,  kandırdılar beni anlayacağın canım, o yüzden her konuda fes ediyorum haklarimi.

Maviyle boncukla,  gümüşle metal ne güzel yakışıyor birbirine, boynunda sıra sıra, farkettim  de yüzükleri de çok gösterişli, eskiler belli, hepsi antik  birer  eser sanki. Çok neşeli görünüyor, iç çekişlerini duyuyorum ama... kendinden bahsetmeye başladı, parasız yatılı yıllarını, onların ayrıcalıklarını,  geceleri ıslanan yastıklarını. Maden mühendisi babamin küçük kızıydım ben dedi, her Zonguldak haberinde kömüre dönmem ondan. Şarkılar yazdım, söylediler, kitaplar yazdım okudular, şiirim sema idi,  bir kaçı anladı, anlamadı.
 
 İstanbul benim hem eşim hem dostum, hiç bir şey yapmadiysam bile bu şehre iki evlat doğurdum. Kalbi ege de kalan kadınla otururken, suratımın ağrıdığini hissettim sürekli gülümsemekten.

Cihangir'deki evinden yeni taşınmış semtimize. Çevrede olaylarin artması,  gezinmenin imkansızlığı, şarabın düşen itibarı, önceleri ruhunu besleyen Cihangir, şimdi yeni evinin ve yaşantısının gelir kaynağı olmuş. Nişantaşı'nda yaratıcı yazarlığı öğretiyormuş aynı zamanda derslerinde. 
 
Önce Büyükada gezilmiş, yazar kısmı sever Ada'dayım bu sene demeyi Nerelerdesin diye soranlara.  Kiralamaya uygun  bir ev bulunmuş anlaşmişlar gibi vedalaşirken ev sahibine, kedim var benim haberiniz olsun demiş, son vapurla geri dönülmüş ana karaya. Ertesi akşam bir telefon gelmiş kadından, eşim olmaz dedi kusura bakmayın kedili kiracı istemiyormuş. Uzun zamandır  Ada da, bir bardak çay içmemiş, çünkü çok kızgınmış.

Dostlar buraları önerdi, sonra dedi,  sanatçidan yanadirlar ,sanata da  sahip çıkan sakinleri vardir, deniz kokar, martı uçar, vapur geçer.

Dostluğumuz  pekişedursun, birbirimizin hatirini daha sık sorduğumuz zamanlarda, benim de defalarca gittiğim evi anlatmakla bitiremem. Şahane bir terası var, deniz görmeden yazamama, al sana lebi derya der gibi. Kapıdan içeri girdiğinden itibaren ahşabin kokusunu hissediyorsun, geniş pencerenin  yanında klasik İngiliz tarzı bir masa, yanında yeşil kadife bir koltuk. Sanatçı dostlarının eserleri modern tasarımlar, eskici dükkanlarindan alınmış envai çeşit parçalar birbirleriyle ahenk İçinde. Mutfakta kavanoz kavanoz baharat, illa biraz bergamot bulunur. Arkaya doğru misafir odaları, yerler mermer buz gibi. Salonun ortasından kıvırilarak çıkan ahşap merdivenle üst kata ulaşiyorsun.  Minyatür bir hamamı bile var.
Sağda upuzun bir yemek masası şaaşalı. Hemen yanına küçük bir bar koymuşlar raflarında objeler. Ne sigara içer ne içki. Koah teşhisi konmuş, iki kez intehara teşebbüsten mimli, ateist.
 
Kaygiyla ölümden korkan o, üzerine giden yine o. Endişe başlıkli şiirler kıtasının kaşifi de. Yarası sol'da , baharı Nevruz dan, sonbaharı Prag'dan tanır. Nazım' ın oturduğu  cafeyi köprüden izlemesi dakikalarca sürerken, iki adım sonra önünden geçen Şems' i selamlaması bir andadır. Ege de bir belde de, iki Romalının yanindan geçtiğine dair yeminler eder.

Apartmanın cephesi boyu bir teras mehtaba karşı.  Kalabalık. Misafir evsahibi, evsahibi misafir. Sofra ortasında mum ışığinin üstünde, usulca tıkırdayan Arpacık soğanlı liğme et. Yoğurdu sarımsaklı, dereotu altında börülce. Masa çepeçevre entelektüel, aklın doyar. İnanç inanç bir dolu insan. Kapılıp gidiyorsun, Ozanın çaldığı  al Yazmalım. Sazin teline son vuruşu ardından, ağzımdan "acep Samet i sevdiği gibi beni de sever mi" çıkıverdi.

Onlar, ani nidamla beraber yüzümün kızarmasını sen oldun piştin  diye imlediler başlarıyla. Her anları derin, dilleri evrensel. Kendi kitaplarından satırlar okuyup, sevgi savuruyorlar sofraya. Kıtaplıktan aldığı kitabın arka kapağının içine koydu elini çizdi şeklini yazdı içinden geleni bir imza koydu sayfaya, bir nefes kattı yüreğime.
 
Ağzı sorgulardi durmadan, mırıldanırdı, deli gibi bazen, onaylar gibi görünürken kızgın lavlar püskürtürdü bakışlarindan. Kimi sorsam ya düşkünlüğünden ya zaaflarindan bahsederdi meşhur şahsiyetlerin, Tomris' le oturmuş, Ruhi Su' yla konuşmuş.
 
Aşk aşk diye inlerdi, aşk bu yuzden ondan korkarak kaçardi. Gençlere sevgili,  yaşitlarina arkadaş ,  büyüklerine üstad derdi. Bu güne geç kalan yanı, dününden koşarak geliyordu oysa.

Gecenin bizde bittiği zamanlarda laflamaktan yorulmuş, açılmış yatağina uzanirdi. İnsan bazı şeyleri unutamıyor diye ağladı sessizce, seni artist derdim, neşelensin diye, simarıksin, ilgi bekliyor, alaka göstereni itiyorsun. Seni çok bilmiş tombul derdim. Aykırı noteri, sen ki mühründe  aşk yazan, öyle herşeye onay verme.
 
Seni dişileri sevmez, gerçek peşinde koşan, edebe davet ediyorum seni, tövbe et ve kendine gel! Dememe kalmadı bir  eliyle ağzimi kapatip, öbür elini dur biraz  der gibi kaldırdı ve şöyle dedi...

Sus!  Bana bir "Elif" bile deme.
 
 
Toplam blog
: 18
: 542
Kayıt tarihi
: 08.05.08
 
 

 Edebiyat, bilim, ilim, tasavvuf ve kitaplar üzerinde araştırma ve incelemelerim devam ediyor.   ..