- Kategori
- Aile
Bir sıkımlıkmış hayat
Gözümü açtığımda hava henüz koyu griydi. Sandım ki gün henüz başlamamış. Yok, başlamış da ıslak gri karartmış. "Olsun varsın" dedim, sıkmadım canımı grilere inat. Sıcak yatağımda, sabaha karşı yanmış kombinin ısıttığı evimde güne başlamanın sıkılası bir yanı mı olurmuş?
Kalktım, son günlerde olduğu gibi yaşamaktan utanırcasına başladım güne. Çayımın yanına alışkanlıkla kızarttığım ekmeklere aynı alışkanlıkla sürdüm tereyağını. Peynirim, zeytinim. Hani evinin köşesindeki köylü kadının sattığı siyah zeytinlerden koymuştun seni bırakıp evime dönerken. Bir de “ben yemem senin için almıştım” diyerek verdiğin beyaz peynir.
Sonra “hadi” dedim kendime “yaşam devam ediyor”, toparlan artık. Artık alabilirsin. Hani bana geldiğinde elden geçirmiştik, geçirmiştin her yanı da atı atı vermiştin bir şeyleri. Arka odamı da düzeltecektik ama fırsat olmamıştı; büyüktü iş, bir şeyler atılıp yerlerine yeni bir şeyler konacaktı. İşte o “yeni” şeylere bakmaya gittim bugün. Şehrin öbür yakasındaki kocaman yapı markete.
Bindim metroya, sonra otobüse; sana 65 yaş kartı alacağımız ve şehri gezeceğimiz metroya, sonra otobüse; acelem yok, sen hepten yoksun.
Sakince, sessizce, usulca… dolaştım, baktım, olabilir dedim, alabilirim; bunu, şunu bir de bunu, bunu… konuştuğumuz gibi.
Acıktım bakmalarım bitince. Senin “acıkmadığını” bilerek. Güneşin ısıttığı bir masada yedim kızarmış tavuk butlarını, ketçapladığım kızarmış patatesleri. Az gelmişmiş oysa ketçap, alttaki patatesleri yemek istemedim. Ama “yesem” diyorum, kalkıp ketçap alıp gelecek halim yok. Bir umut, sıkıp kenara koyuverdiğim ketçap poşetini aldım elime, iki parmağımın arasında sıvazladım, sıktım ve “aaaa içinde kalmışmış” meğer. Sevindim ya abla ben, sevindim!...
İçimde yokluğunun halâ alışamadığım ince sızısı, bir sıkımlık ketçapa sevindim ben bugün ablaaa, bir sıkımlık ketçepa.
Yaşın yok artık abla; sen hepten yoksun…
…uğurlar olsun!..