- Kategori
- Güncel
Bir söz üzerinde metafor…
En son şarkıcı ve dansçı Yonca Evcimik, Amy Winehouse ölünce “Su testisi…” sözünü kullanmış. Sonra da “Çevir kazı yanmasın” diye, bir açıklama yapmış… Yoncimik bir zamanlar kendisi için Türkiye'nin Madonnası demişti (Dünya ve Türkiye standartlarını kıyaslayarak...) Bu sözüyle kendisini mi yoksa, Türk standartlarını mı küçük gördüğünü hala anlayabilmiş değilim. Bu arada Yonca Evcimik’i Türkiye dışında tanıyan var mı? “Ballı lokma tatlısı” nı çıktığı zamanlarda çocuklar dışında dinleyen var mıydı?
Daha birkaç gün önce TNT’de konser kaydını izlediğim, geç keşfettiğim için kendi kendime hayıflandığım nefis bir yorumcu, gencecik bir kadın şimdi yaşamıyor. Üstelik onun öldüğünü, Yonca Evcimik’le ilgili haberden öğreniyorum. Amy Winehouse gibi gencecik bir yıldız, gelmiş geçmiş en iyi vokallerden birisi öldü. Müzik ve sanat dünyası için kayıp. Yonca Evcimik, hiç şarkı söyleyip konser vermese benim umurumda olmaz. Ama, ölüm haberini alınca da “Su testisi su yolunda kırıldı” şeklinde saygısız, gereksiz bir yorumda bulunmam. Amy Winehouse gibi bir şarkıcının sesini artık salt görüntü ve ses kayıtlarından dinleyebileceğini; onun konserine gidemeyeceğini, canlı yayında izleyemeyeceğini bilmek iç burkucu. Barış Manço, Tanju Okan, Cem Karaca öldüğünde de benzer bir üzüntü ve burukluk yaşamıştım. Şimdi henüz küçücük bir çocukken, o sabah ekmekle birlikte aldığım gazetede Elvis Presley’in ölüm haberini okuyunca annemin, babamın niye o kadar üzüldüğünü anlıyorum.
Gıybet günahtır
Dedikodu etmek, başkasını çekiştirmek, yalan ve iftira, hem etik olarak hem de dinsel olarak hoş görülmez. Yaşayan insan için bile günah sayılan bir davranış ya da söz, ölünün ardından yapılırsa ne olur?
Başkalarının mutsuzluğu ya da ölümünden kendilerine haz payı çıkaranlar, nasıl bir kişiliğe ve psikolojiye sahiptir. Ben hep kendileri çok mutsuz ve doyumsuz olan kötü niyetli kişilerin, başkalarını da mutsuz etmeye çalıştıklarına, başkalarının mutsuzluklarıyla mutlu olmaya çalıştıklarına inanırım. Bir de “Kedi erişemediği ete murdar der” sözü, belki bu bağlamda kullanılabilir.
Dünyaca ünlü sanatçımız, şarkıcımız, oyuncumuz yurtdışında sürgünde ölürken, parasızlıktan tedavi olamazken, yabancı artistlerin devlet protokolüyle karşılandığı bir ülkede yaşıyoruz. Hal böyleyken, ne olduğu belirsiz kadın ve adamların, oyuncu, şarkıcı, gazeteci, yazar diye prim yapıp, televizyonlarda boy gösterip, milyarları götürmesi de diğer bazı ülkelerde olduğu gibi normal karşılanıyor. Ancak, Batılıların gerçek sanatçıları, bilim insanları, şarkıcıları tüm dünyada tanınıp - bazı dönemlerdeki bazı istisnalar dışında- kendi ülkelerinde takdir ediliyor.
Biz kendi sanatçımızın, şarkıcımızın, bilim insanlarımızın, devlet adamlarımızın değerini biliyor muyuz? Çoğunun adını bilenler bile onları gerçekten ne kadar tanıyor? Bizim insanımızı bizden iyi tanıyıp takdir eden bir yabancı bizi gururlandırdığı gibi –bizden çok bildiği ve tanıdığı için – utandırmalı; ama, bizim kendimizi ve kendi değerlerimizi bildiğimiz gibi, yabancı bir sanatçıyı, bilim insanını, düşünürü, şarkıcıyı tanıyıp, takdir etmemiz, olumlu karşılanmalıdır. Dediğim gibi, önce kendimizi, ülkemizi, kendi insanımızı tanıyıp bilmek koşuluyla…
Belki böyle olunca, gerçekten otorite sayılabilecek kişilerin kayda değer sözleri basında yer alır, kamuoyunun gündemini oluşturur; insanların gerçek değeri takdir edilir; zaten kendini ve insanın değerini bilen de ölen bir kişinin ardından her anlama çekilebilecek, saygısızlık sayılabilecek sözler ve yazılar üretmez.
Gülçin Erşen
25 Temmuz 2011 - Güllük