Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Mart '16

 
Kategori
Kitap
 

Bir yazarın kendi kitabıyla karşılaştığında hissettiği duygular

Bir yazarın kendi kitabıyla karşılaştığında hissettiği duygular
 

Geçen gün sanayi sitesinde oto yıkamacısı arkadaşımın dükkânında otururken sehpa üzerinde kendi yazdığım kitaba ilişti gözüm.

Kitabımı arkadaşım benden satın almıştı. İmzalayıp kendisine teslim etmiştim. Motosikletimin deposunda bazen dağıtmak için saklarım kitaplarımı, sonra da okumayı seven dostlarıma mutlulukla takdim ederim onları.

Sanayici arkadaşım içerde bir şeylerle uğraşırken elim kendi kitabıma gitti, sehpadan alıp içini karıştırmaya başladım.

Bir yazar yazdığı yazıları daha sonraları pek okumadığı için ister istemez unutuyor. Kitabın içindeki öykülere şöyle bir göz attıkça kendi öykülerimi meğer ne kadar özlemişim bu çıktı ortaya.

Öykülerimi yazmaya başlayalı bir iki yıl olmasına rağmen sanki kırk yıl evvel yazılmış gibi geldi bana. Düşüncelerim ister istemez geçmişe gitti, öykülerimin mekânları, kahramanları birer birer canlandı gözümün önünde.

Sayfaları çevirdikçe şu anda kitaplı günlerimde yaşadığımı anladım. Oysaki daha dün kitapsız hatta öyküsüz günlerimde ömür sürüyordum. Bir yazar için önceki günler bomboş günlerdi sanki, kitabın yayımlanmasından sonra ise dolu bir hayata geçiyor yazarlar.

Bir yazarın, bir şairin kendi yazdığı esere elleriyle dokunması, yapraklarını çevirmesi, yazdıklarını tekrar okuması ne kadar hoş, ne kadar mutluluk verici bir olay. Kendinizi eskisinden daha fazla sevdiğinizin farkına varıyorsunuz. Bir işe yaramanın verdiği haz doluyor içinize.

Kitabevlerinde Tolstoy’un Anna Karenina’sının, Dostoyevski’nin Karamazof Kardeşleri’nin, Jack London’un Martin Eden’inin, Charles Dickens’in Oliver Twist’inin, Panait Istrati’nin Sokak Kızı’nın bulunduğu, Victor Hugo’nun Sefiller’inin, Knut Hamsun’un Açlık’ının yer aldığı raflarda sizin yazdığınız kitabın da bulunması ne büyük bir sevinç kaynağı: Halil Akgün’den Öyküler 1…

Kitabımı karıştırdıkça aklıma şu düşünceler geliyor:

Kapak fotoğrafı tam istediğim gibi, doğa ile özdeşleşmiş. Arka kapaktaki yazım tam bir ilham eseri. Kitabımın içindeki öyküler kısa kısa. En önemlisi de üslup, anlatış biçimi. Çoğu arkadaşım öykülerimin sürükleyici, heyecan verici, canlı, konuşur gibi olduğunu söyledi. İşte bu mühim benim için. Kitap sıkıcı ise 50 sayfa bile çok uzun gelir insana, ama sürükleyici ise 1000 sayfayı dahi zevkle okursunuz. İçimden geldiği gibi yazmışım.

Yaprakları çevirdikçe Mahmut’un sünnetli haliyle top oynayışı, hamsterin baskıya dayanamayıp evden kaçışı, muhasebecinin aklını oynatması, Meryem Ana Evi’nin gizemli öyküsü, bir yerden para bekleyen adamın çaresizliği, Ada’nın çıyan gençleri, Güvercinada’daki dedenin seslenişi, Ahmet’in babasının kayıp mezarı, Süleyman’ın kitap sevdası, Rıfkı Dede’nin komitacı yalnızlığı, Yero’nun mentaları, İzzet Şeker’i milli parkta ısıran balık, Müfit’in caz tutkusu, Ragıp Bey’in paranın kölesi oluşu canlandı gözümde.

Bütün bunları ben mi yazmıştım? Nasıl yazmıştım? Oysaki yıllarca hiç öykü yazmak gelmemişti aklıma. Dün bu öyküler olmadığına göre bugün kim bilir hangi öyküler yok da daha sonra varolacak? Zaman neleri ortaya çıkarıyor ve neleri ortaya çıkaracak.

Ne mutlu bana. Kitabım Hemingway, Steinbeck, Kazancakis, Zola, Zweig, Gogol, Çehov, Maupassant, Bukowski, Kafka gibi yazarların arasında duruyor.

Ne mutlu bana. Sait Faik, Ömer Seyfettin, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Reşat Nuri Güntekin, Halikarnas Balıkçısı gibi Türk edebiyatçılarının eserleri arasında benim de kitabım var.

Bu hisler, bu duygular, bu düşünceler başarılı olan yazar ve şairlerin düşünceleri, hisleri, duyguları.

Edebî mutluluk bu olmalı.

Sonsuz edebiyat ve sanat zevkinin bir parçası… yazarlar, şairler için böyle herhalde…

 
Toplam blog
: 137
: 158
Kayıt tarihi
: 09.03.14
 
 

1958 yılında Söke'de doğdum. Esnaf çocuğu olarak ilk, orta ve lise eğitimimi Aydın ili Söke ilçes..