Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Şubat '13

 
Kategori
Anılar
 

Bir zamanlar Köprübaşı köyünde

Bir zamanlar Köprübaşı köyünde
 

Kış Mevsiminde Köprübaşı Köyü (Çorum- Kargı)


KÖPRÜBAŞI VILLAGE ONCE UPON A TIME

Sığınak, sıkıntılarla dolu bir dünyada, insanın kaçabileceği küçük ve güvenli bir yer demektir. Tıpkı geniş bir çöldeki vaha, fırtınalı bir denizdeki ada gibi!

Ümit, bu geceyi birlikte yarattıkl...arı bu sığınıkta geçirmek için, yazmaya karar verdi. Ama hemen dışarıdaki sıkıntıyla dolu dünyanın korkusu iliklerine kadar işliyordu. Bu dünyanın tarifi buydu… 2011… Lanet Şehir İstanbul…

BİR ZAMANLAR KÖPRÜBAŞI KÖYÜNDE

Önce kuzeyden bir karayel eserdi. Ardından bir kar fırtınası, gözlerimi kapatarak fırtına yönünde, karın yüzüme çarpışışını hissederek koşardım. Daha sonra bahçedeki yazdan kalma Narları mayhoşluğu ile ellerim üşüyerek arada da şilepleşerek iştahla yerdim…

Ekmek Ayvası ve İvazın kokusu, yedikten sonraki aromalarının ağızda bıraktığı tadı hala damağımda…

Yaz aylarında duyulan, çılgın bir orkestra şefinin yönettiği kuş ve böcek seslerinin. Artık, güneyden yankılanacağını da; tabiattaki taşlar, topraklar ve kurumuş sararmış ağaç yaprakları itiraf ediyordu...

Topraktaki karıncalarda mesai saatlerini doldurmuş İşçiler gibi yuvalarına çekilmişler bile tek yaptığım şey, tabiatın yavaş yavaş ölmesini seyretmekti. Sincaplar arta kalan cevizler için dallarda, güzel bir kızı paylaşamayan iki erkek gibi şimdiden kavgaya başlamışlardı. Dallarda Elmalar, Narlar, Ayvalar doğanın verdiği kırağı savaşını kazanmanın edasıyla sırıtıyorlardı…

Üşüdüğüm zamanlarda eve gidip sobanın başında ısınışım; daha sonra buğulanan camları ellerimle silip, karşıdaki çıplak vişne ağacındaki küçük serçelerin, üzülme Ümit kışın sana arkadaşlığı biz edeceğiz diye anımsatan ötüşleri ile kışı selamlamamı istiyorlardı…

Yurtta kaldığım günlerde köye izne geleceğim zaman!
Jetonlu telefondan Annemi arayıp! O Akşamın yemek listesini verdiğim, Ramazan ayının günlerinden bir hafta sonu köye geldiğim, işte o anılarımdan biri…

Minibüsten mahsus, bir an önce köy toprağına adım atmak için. Köyün 1 km uzağındaki yol ayrımında iniyorduk ve bunu hep yapardık. Kötü çaya doğru, kestirme yol tarlalardan, okul lojmanı olan evimize gidiyorduk. Bizi önce rahmetli ‘’Koca Mehmet’’ dayının tarlasında. Anneme müjde vermek ve o akşam güzel bir ziyafeti hak etmek için. Kurt cinsinden, adı ATEŞ olan köpeğimiz karşılıyordu. Bizi taa 300 metreye yakın bir uzaklıktan görüp, tarla duvarı üzerinden uzun bir sıçrama ile atlıyor. Kurt kulaklarını dikerek, otların içinde üzerimize doğru koşuyordu.

Yaklaştıkça değişik sesler çıkarıp, kafasını sağa sola çevirerek yanımıza geliyor.1 kaç adım kala, duruyor sevincini belli etmek için havaya doğru ritimlice havlıyordu, onun için bir kardeş gibiydik, oda bizim için öyleydi. Bizde onu kucağımıza alıp, sevip kafasını okşadıkça olduğu yerde duramıyor kuyruğunu da, kendinide şımarta şımarta etrafında dönüyordu… Daha sonra aynı hareketlerine devam ederek beraber eve doğru ilerliyoruz. Annemin bizi göremediği alanın tamda ortasında durarak, bi anneme birde bize bakarak sevinçle havlıyor, Anneme bizim geldiğimizin müjdesini veriyordu. Yurda döneceğimiz zamanlarda Annemle beraber minibüsün yanına kadar yanımızda gelir, bizi yolcu ederdi, Onun ne kadar akıllı bir köpek olduğunu onu tanıyanlar çok iyi biliyordu…

Puslu soğuk ramazan günlerinde, evin ardındaki bahçede, önce araziye bakıp dağlardan gelen; soğuk esen rüzgâr eşliğinde, ıslık çalan çıplak ağaçlara bakar ve gecenin karanlığının yavaşça ağaçları bir kara çarşaf gibi örttüğünü görürdüm…
Sonra ise İftar salatası için: toprak altında gizlenen havuçları, turpları çok kıymetli bir şey bulacak olan; bir define avcısı gibi heyecanla salmaca ile topraktan çıkarmak ve marulların, maydonazların en görpe yerlerinden kibarca kopararak leğene doldurmak ve üşüyünce de hızlı hızlı eve koşmak gibisi nerede şimdi!

Dışarıda, Ezan’a az bir zaman kala! Köyün İmamının Neon lambalı kandilleri yakmasını beklerken! Mutfak penceresinden burnuma gelen.;Tarhana çorbasının kokusu ve az önce topladığım sebzelerin bıçakla doğranırken havaya karışmış kokuları. Havada, Tarhana Çorbasının mis kokusuyla buluşarak ayrı bir esans oluşturuyordu…( Tarhana Çorbasının Formülünü Biliyor musunuz? Diye, Yeni Nesil Kızlarımıza Sorsam Hayır Diyeceklerdir. Çünkü Kızları, Sonradan Görme Olan Annelerinin Gözlerinde Tohumluk Onlara İçin Üzülüyorum )

Ezan okununca heyecanla sofraya oturup, Hemen salatadan tatmak, ardından reyhan otu kokan tarhana çorbasından içmek! O an gibi, güzel bir duygu varmıydı bu dünya da…

Uzun bir kış akşamının, İftarından sonra 1 paket Yayla Marka Yağ, birazcık şeker ile 250 gram fıstık alıp, ( Şuayip (Ay), Emrah (Yıldız), Âdem, Ümit) Ay-Yıldız Teyze çocukları ile teravih namazından dolayı boşalan tipik bir köy evi olan, evlerindeki kuzine sobayı çam odunuyla doldurup…

Kocaman bir Mevlit tenceresini sobanın üzerine koyup, yağın cazır cuzur erimesiyle, kara un helvası yaparken! Disko ışıklı teybe, döneminin popüler şarkıcıları olan Mahsun Kırmızıgül’ün Yıkılmadımı, Yurtseven Kardeşlerden Özledim kasetlerinden konur, sobanın üstünde ağaç kepçe ile helvanın unu kararıncaya kadar kavrulurdu.

Arada odayı duman kaplar, son ayar olan teyp sesi içinde’’ Mahsun; Drama yüklü olan melodilerini doruğa çıkardığı o an,‘’Sonu gelmez yarınlarda, acılarla doluyum ben, her şarkıda duygulanan o hasretin oğluyum ben ‘’Yıkılmadım ’’ diye sarı lambanın loş ışığında odayı yıkarken! Birbirine laaaayyn, gapıyı, pencereyi açın, laa olum gözüm yanıyo, boğulacağuz diye muhalefetlerle bağrışmalar özlenmez mi?

Kuzine sobanın fırınına, al kuşaklı çuvallardan alınan patatesler atılır ve közlenmeye bırakılır. Kabak çekirdekleri de sobanın, tencereden kalan boş kenarlarına dizilirdi! Kabak çekirdekleri ısının etkisiyle patladıkça patlar, havalara çıkar, bazen gözlere, kaşlara gelir’di! Ev de, O an! Anadolu’nun 1000’lerce yıldan beri süregelen ‘’Tarım Ritüellerinin Ritmik Yankılarını da, Soba üzerinde, kabuğundan ayrılarak, patlayan kabak çekirdeklerinden duyabiliyorduk…

Fıstıkları ile iyice kararan kavrulmuş unun, hazırlanan sıcak şekerli şerbeti göz kararı ölçüsü ile dökülür. Okla ağaç ile tencere içinde 360 derece daireler yapılarak, şerbetle sulanan unun kıvamı tutturuluncaya kadar çevirtilir, sonra tabaklara bastırılarak, üzerine kaşıkla artan şerbet den dökülür, iyicene helvanın üzeri şerbetle sıvanır ve soğumaya bırakılırdı. Tabi evdeki adı Fistan olan kediye dikkat edilerek soğuması beklenirdi

Soğuyan Kara Un Helvası, Çalkama yoğurt ile ayran yapılarak, bir tas karışık beyaz kelem, domates, fasulye, kelek turşusu ile afiyetle yenirdi…

Soba üzerinde yapılan kara un helvalarının, kuzinelerde közlenen kömpüllerin, pişirilen mıhlamaların, patlatılan mısır ve çekirdeklerin, içilen çayların tatlarını, kokularını ve nice kültürel değerlerimizi! İstanbul’un unutturmaması dileğiyle. Köylülerim Tehlikenin Farkında mısınız? Köyünüz de komik olabilirsiniz; Ama İstanbul’da asla… Kendilerini bir zamanlar İstanbullu zannedenler, bugün doğdukları topraklarda yatmaktadırlar. ‘’Unutmayın siz ne kadar kültürel değerlerinize sahip çıkarsanız, Kıyametin saati de o kadar uzayacaktır’’…

Hıristiyan potası haline gelmiş; İstanbul da eriyip, asimile edilip yok olup gitmeyin. Yoksa 1 Kuşak sonra unutuluverilir, karanlık tarih sayfalarında bile hatırlanmaz gidersiniz, o yüzden çocuklarınızla iletişiminizi güçlü tutun, gerekirse bu konuda mahalle baskısını attırınız. Kültürünüze sahip çıkın, çıkmaz iseniz mezarınız bile kaybolur gider… Benden hatırlatması zavallı duruma düşmeyelim…
Saygı ve Sevgilerimle Esen Kalın

A.Ümit YILDIZ 1996-2011 (Çatırdayan Ağaçlar Ayında) Beyazıt/ İstanbul  2020'ye doğru..!

http://www.youtube.com/watch?v=W1KHo-ngcaw

 

 
Toplam blog
: 67
: 4037
Kayıt tarihi
: 24.04.07
 
 

17 Şubat 1986'da: Soğuk karlı bir Şubat gecesi Koca Karı olan ebenin ellerine ''bilim otoritelerinc..