Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Ağustos '18

 
Kategori
Bilim
 

Bizden Ne Farkı Var Onların?

Bizden Ne Farkı Var Onların?
 

“İsveç’te toplumsal düzen,
çocuk ve öğrenci üstüne kurulmuştur.”


Dr. Osman Nuri Yıldırım
(Ömür Böyle Geçti)

 

Hayatta başarılı olmuş insanların hiçbiri, tesadüfen başarılı olmamıştır. Aksine bilgi, akıl ve zekâsını kullanarak doğru yolları seçmişler; görünüşe aldanıp çürük yolları tercih etmemiş, sağlam yollardan yürümüşlerdir hep.

Bireyler için olduğu gibi toplumlar, uluslar, devletler için de geçerlidir bu yargı. Biz, dün olduğu gibi bugün de, ülke olarak amaçladığımız hedefe ulaşamamış olmamızın nedenini, I. Dünya Savaşı’ndan yenik çıkmamıza bağlarız. 

Bence, hiç de doğru değil bu. Aslında hiç girmememiz gereken o savaştan yalnızca biz mi yenik çıktık? Almanlar da yenilmedi mi?

Bırakın I. Dünya Savaşını, adamlar II. Dünya Savaşında da yenilmediler mi? Ülkeleri düşmanları tarafından işgal edilip Doğu Almanya-Batı Almanya diye ikiye bölünmedi mi?

Pekiyi, bu millet kısa zamanda nasıl derlenip toparlandı da bugünkü saygın durumuna geldi yine?

1945’te bombalarla yerle bir edilip kayıtsız şartsız teslim olan Almanya, çok değil 15-20 yıl sonra 1960’larda dış ülkelerden işçi almaya başlamıştı. Bu nedenle o yıllarda, yüz binlerce insanımız göçüp gitti Almanya’ya. 

1970’te, Alman Hükümeti, oradaki yurttaşlarımızın çocuklarına Türkçe öğretmek için öğretmen istedi bizden.  Dicle mezunu öğretmen Necmettin Çivilibal bunun için gitti işte Berlin’e.

Bir ülkenin geri kalmasının da ileri gitmesinin de tek nedeni eğitimdir; inancındayım ben.  Almanya bugün, ekonomik açıdan dünyanın önde gelen üç-beş ülkesinden biri ise, yine 1945’te iki şehrine atom bombası atıldıktan sonra bir anda yüz binlerce insanını kaybeden Japonya ileriyse, mutlaka uyguladıkları eğitim sistemi ileri ve çağdaş demektir.

Yıllardır yaptığımız gibi, maval okumayı bırakıp gerçeklerle yüzleşmenin zamanı çoktan geldi de geçti bile.

Zararın neresinden dönülürse kârdır; deyip eğitim sistemimizi yeniden gözden geçirmeli, Berlin’de ortaöğretim okullarında uzun yıllar öğretmenlik yapan Çivilibal’ın deneyim, gözlem ve önerilerine kulak vermeli:

“Almanya’da üniversiteye gitmeyecek hiçbir öğrenciye klasik lise eğitimi verilmez. Ortaöğretimdeki öğrencilerin %20-25’i liseye, %75-80’i meslek okullarına yönlendirilir.”

“Liseyi bitiren öğrenciler, bizdeki gibi, ayrıca bir üniversite sınavına girmez. Her öğrencinin lise not ortalamasına göre gidebileceği üniversiteler ve fakülteler vardır.”

Bu durumda, dershaneye gitmesine de gerek yoktur öğrencinin; değil mi ya! Öyle olunca, hafta sonlarını gezerek, spor yaparak, sanatsal etkinliklere katılarak değerlendirirler ki, çok daha yararlıdır bu bence. 

Dolayısıyla üniversite giriş sınavı, seçme sınavı gibi bir zorunluluk olmadığına göre, “sınav gerginliği”, “sınav stresi” gibi olumsuzluklar da yaşamıyor demektir gençler. 

Gelelim biz şimdi, meslek okullarına yönlendirilen %75 ve %80’lerin durumuna. Bakalım bunun için ne diyor Çivilibal: 

HAYAT İLE İLK TEMAS

“Almanya’da 10. sınıf öğrencileri 2. sömestr başında (15 Şubat)15 günlüğüne hayatın içine gönderilir. Bu kuralı öğrenci, veli, tüm özel ve kamu kuruluşları bilir.

“Öğrenci, o kurumda çalışan bir eleman gibi 15 gün boyunca aralıksız olarak o iş yerinde çalışır. Kimsenin aklından ‘Benim çocuğum evde otursun, tatil yapsın. 15 gün sonunda ben tanıdık bir iş yerinden, çalışmış gibi bir belge alırım’gibi bir düşünce geçmez.

“Okul, öğrencinin çalıştığı işyerine birçok kez öyle baskın denetimler yapar ki, bir aldatma varsa eğer öğrenci de, veli de, işveren de kendini kurtaramaz.

“Amaç, öğrencinin hayatı bizzat yaşayarak öğrenmesidir. 

“Sabah saat 6.00’da işyerinde olmak ve saat 15.00’e kadar çalışmak genel kuraldır.

“15 gün sonunda işverenden detaylı bir rapor istenir. Bu rapor, bir yıl sonra, öğrencinin seçeceği mesleğe yönlendirilmesinde önemli bir rehber olur.

“İşverenlerin çoğu, bu süre içinde, işyerinde çalışan öğrenciyi dikkatle izler. Onunla birçok kez konuşur. Sorular sorar. Beğendiği öğrenciye, “diplomanı al, gel”der.

“Bu 15 günlük çalışma, öğrenciyi oldukça değiştirir. Büyümüş, olgunlaşmış bir insan gibi durmaya başlar. Kendine güveni artmıştır. Hangi mesleği seçeceğin daha iyi bilir.

“Klasik lise yerine, meslek okullarına yönlendirilen bu gençler, Almanya’da asıl yükü taşıyan kitledir: 

“Hastanede hasta bakıcı, hemşire, laborant; inşaatta teknisyen, duvarcı ustası, marangoz, fayansçı; sanayide elektrikçi, demirci, tamirci, tesisatçı; devlet dairesinde müdürün projelerini uygulayıp gerçekleştiren teknik eleman...

“Lokantada aşçı, aşçı yardımcısı, garson; fabrikada branşına göre her türlü işi yapan usta, usta yardımcısı ve işçi olarak çalışan gerçek emekçilerin hepsi, mutlaka bir sanat okulu mezunudur.

“Bu nedenledir ki, Almanya’da işveren, kendine yarayacak en iyi elemanı daima bulur. Sanayi de tüm ihtişamı ile en kaliteli malları üretir durur.

“Evinize tamir için çağırdığınız bir eleman mutlaka, yaptığı işle ilgili bir sanat okulu mezunudur.

“Devlet, 10. sınıftan sonra meslek okullarına giden bu kitleye tüm gücüyle destek verir. Meslek okullarında okuyan öğrencilerin her biri, en az 500 Euro (yüro) burs alır. Bu burs, geri ödemesizdir. Dolayısıyla, bir sanat öğrenerek kollarına altın bilezik takan öğrenciler, ailelerine yük olmaz.

“Amaç, tek bir genci bile kaybetmemektir. Kız olsun, erkek olsun, her genci sevdiği ve yetenekli olduğu bir branşta meslek sahibi yapmak, Alman milli eğitiminin en önemli hedefidir. Bu hedefe ulaşmak yolunda çıkacak engelleri aşmak için çalışan psikolog, sosyolog ve eğitimcilerden oluşan uzman bir kadro, her okulda teori ve pratik olarak uygulanan eğitimi dikkatle denetler. Görülen eksiklik ve yanlışlıkları ya da ortaya çıkmış sorunları gidermek için gereken önlemleri alır.

“Bir meslek okulunu bitirdikten sonra, arar da bir iş bulamaz ya da bir işe girer ama herhangi bir nedenle ayrılırsanız, devlet yanınızdadır. Sağlık, ulaşım, ev kirası ve geçinecek kadar nafakanız devlete aittir.”

Bu ne biçim devlet kardeşim! Böyle devlet mi olur? Yurttaşlarından hep alacağına hep bir şeyler vermeye çalışıyor. Polisle, jandarmayla, askerle yurttaşın gözünü korkutacağına ona hizmet etmek için çırpınıyor. 

Bunları söyleyip yazan 1960’lı yılların ilk yarısında Diyarbakır’ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Okulu’nda tanıyıp sevdiğim öğrencim Necmettin Çivilibal olmasa, “Amma da atıp tutmuş bu arkadaş; mangalda kül bırakmamış.” diyeceğim ama diyemiyorum. Çok iyi biliyorum ki, gerçeğin ta kendisi söyledikleri.

Anlıyorum ki, ister sevin ister sevmeyin, ister beğenin ister beğenmeyin, bizlerden bir farkı var bu Almanlar’ın.

Yalnız Almanlar’ın mı?

İsveçliler’in, İsviçreliler’in, Norveçliler’in, Japonlar’ın!..

“Ak Zambaklar Ülkesi Finlandiya”yı da unutmayalım; derim.

 

HÜSEYİN ERKAN

 
Toplam blog
: 303
: 309
Kayıt tarihi
: 21.02.11
 
 

1942'de Antalya'ya bağlı Akseki ilçesinin Gödene (Menteşbey) adlı kuş uçmaz kervan geçmez bir köy..