- Kategori
- Anne-Babalar
Blogunuz Kaybedilmiştir :(
Bu sefer düşmesin pamuk şekerim...
Eğitim Enstitüsü yıllarımda üç kız bir evde kalıyorduk. Kız arkadaşlarım sohbetlerini gece 12'den sonra da devam ettirir, ben "bana müsaade" deyip yatmaya giderdim zira 12'den sonra oturmak istesem de,göz kapaklarım açılmamak için inatlaşırdı benimle... Onlar da, saat yaklaşırken "hadi sütünü iç de yat" klişe esprilerini hiç aksatmadan yaparlardı...Hastalık gibi olağan dışı durumlar dışında gece saatlerinde uyanık olmayı sevmem, zaten uzmanlar da bunu öneriyor.
Dün, istisnalardan biri oldu, tüm gayretimle başladığım yazımı düzelte yaza bitirdiğimde, saat iki sıralarıydı. Babam, eşim, çocuklarım ve kendimin yaşam kesitlerinin yer aldığı; konusu , yorganına göre uzatılması gereken ayak, başlığı da "benim kahramanlarım" olan yazımı bitirdim. Her zaman yaptığım gibi "yayınla" ibaresine tıkladım "blogunuz kaydedilmiştir yazılı çerçevedeki "tamam" a bastım. O bilindik "kilink" sesini duydum. Hemen yönetim panelime baktım. O da ne... Gençlerin jargonu ile "inanmıyorum yaaa" dedim kendi kendime. Yazı buhar olup gitmişti. Herhalde bir yerlere sıkıştı çıkar gelir umudu ile silinenleri, reddedilenleri tıklayarak denemeler yaptım. Yok, gitmişti emeğim... Sabah eşime , "Benim bilgisayar kafayı yedi sanırım,seninkinden bakıver" dedim. Eşim "Çok ilginç, başlık var yazı yok" dedi.
Allah kısmet ederse, Ekim'de; iki kızı, damadı, iki torunu, otuz beş yıllık hayat arkadaşı ile , 60. yaşını kutlamaya hazırlanan biri değil de, pamuk şekerini yere düşürmüş bir kız çocuğu vardı o anlarda...
Bir e-günce olan MB 'u çoğu kez gazete dergi köşeleri gibi kullanıyoruz. Ülkemizin hali ortada, insanlar şu veya bu şekilde gidişattan etkileniyor, endişelerini dile getiriyorlar, böyle bir olanak varken , günlük , sıradan olayları paylaştığımız yazılar azınlıkta kalıyor. Oysa bu tür yazıları okuyanlar, "ben de bu duyguları, bu süreci yaşadım veya ben böyle düşünmüyorum " şeklinde kendileri ile de yüzleşme fırsatı yakalıyorlar dolayısı ile bir duygu-düşünce zinciri oluşuyor okuyanlar arasında, yaşamı daha geniş perspektiften yorumlama olanağı kazanılıyor böylelikle...
Bu yazımda; kimilerine itici de gelebilen bir şey yaptım . Kendimden, yakınlarımdan söz edip , onlarla ilgili duygu düşüncelerimi aktardım, yine nadir uygulamalarımdan birini gerçekleştirdim. Babamı anlattğım satırları, Furkan Kızılay'ın söylediği "Sen benim babamsın,kahramanımsın" isimli şarkı ile ilişkilendirmiştim bu yazımda... Öksüz ve yetim büyüyen babamın, yüksek okulu bitirip, öğretmen oluşu süreci sırasında yaşadığı bir anısını aktarmıştım... Bir aile sofrasında bulunmak mutluluğunu yaşamak adına, gittiği bir akraba evinde aç olmasına, o sofrada olmayı çok istemesine rağmen "az önce yedim" diyerek ısrarları reddettiği , içimi her anımsadığımda kanatan anısını...
Eşimin yazları çalışıp aile bütçesine katkıda bulunduğunu ama okurken cebinde bir simit parası olmadığını, bu yüzden simidi sevmediğini anlattım...
"Yatırım gençken yapılır" , diyenlere kulak verip; dişimizden tırnağımızdan, eğlencemizden özveride bulunduğumuz yılları... O yıllarda eşimin zengin akrabası bayanın, üzerimde birkaç kez gördüğü kırmızı çiçekli elbiseyi işaret ederek "kızım senin başka elbisen yok mu" sözlerini paylaşmıştım...Oysa İstanbul'da okuduğum yıllarda, Osmanbey'in Kadıköy'ün ünlü mağazalarından harçlığımdan biriktirdiğim parayla aldığım giysilerimden bazılarını hala saklıyorum. Baba parası ne olsa, daha kolay harcanıyor...
Kızlarımızdan söz etmiştim... En zorlu geçen yıllarda büyük kızımız biraz daha fazla etkilendi küçüğe göre zira küçüğün zamanında bir parça rahatlamıştık. İkisi de markalı giysi ve ayakkabıyı ancak üniversite yıllarında -o da sınırlı- giydiler. Karnelerinin yanında bir iki kez teşekkür dışında hep takdir belgesi vardı, bunu söz konusu edip bizden bir karşılık talep etmediler hiçbir zaman. Bir alış veriş yerinde veya pazarda "anne,baba şunu istiyorum" demediler , evde karşımıza alıp böyle bir tembihte bulunmadığımız halde. Çünkü evin durumunu sezerler, neyi alıp neyi alamayacağımızı, neyi isterlerse gücümüzü aşıp zorlanacağımızı bilirlerdi... Çocuk olarak elbette canları çekerdi bazı şeyleri. Onu da, eğilmemizi isteyip kulağımıza söylerlerdi...
Herşey dönüp dolaşıp eğitime geliyor. Hep imrenirim şu Japon halkına... Adamlar eğitime, aile ve okul eğitimine verdikleri önem sayesinde adeta yeniden dirildiler... Sofrasını yeterince sağlıklı donatamayan insanımız çocuğuna son model cep telefonu alıyor, bahanesi de hazır:"Arkadaşları yanında mahçup olmasın..." Biz bugün bile, akıllı olmayan :) cep telefonu kullanıyoruz eşimle, akıllı olanını almayı düşünüyoruz da, en uygun olanını araştırıyoruz:)
Ancak evliliğimizin 18. yılında kiradan kurtulabildik, iki öğretmen maaşı ile...Kredi kartını aştığımız bir kez bile vaki olmadı. Eşimin bir kredi kartı var her ay düzenli ödediği. Ben bir iki yıl oldu edineli, onu da çok gerekli durumlar dışında kullanmıyor cebimdeki paradan harcama yapıyorum...
Keşke ülkemiz emeğin karşılığını hakkıyla verebilecek düzeye gelebilse. İyi yönetilebilse, iyi yönetenleri seçebilecek düzeyde olabilse halkımız... Tek odalı evde yaşadığı halde, yarım düzine çocuk dünyaya getirmekte bir mahzur görmeyen insanımızın bilinç mantık düzeyi yükselse... " İş var da biz mi yapmıyoruz" deyip önüne çıkan işlere burun kıvırmasa insanlar. Elektronik, bilgisayar mühendisi gibi aranılan, üst düzeyde meslek sahibi olan üniversite mezunlarından da iş bulamayanlar var elbette. Elbette ülkemiz için yüz kızartıcı bir durum bu. Bilerek planlayarak işbirlikçiler bu duruma getirmediler mi ülkemizi... Kim sorumlu? Kısa vadeli hesaplar yapan, gayrı menkul sayısını artırmaktan öte başka şeye önem vermeyen kendi insanımız... Aile, okul, eğitim, eşit ve hakça bir düzen söylemlerine kulaklarını tıkayan insanımız...
Kırkta birini dağıtacaksın fakire diyor yüce Alah... Vaz geçtim kırkta birden, milyonda birini verse böyle mi olur bu düzen... Daha beter; nasıl daha çok yiyebilirim, nasıl daha çok sömürebilirim bu devleti, bu halkı diyor adam... Ve bu, şiştikçe şişen insanlarla omuz omuza olan yönetimlere , "Yesin varsın, köprü yapıyoo , yol yapıyoo, tesis yapıyoo... " diyerek oy vermekte ısrar ediyor, sevgili halkımız...
Bilgisayarım... Bu yazım da giderse, atacağım seni aşağıya , bilesin... Yoksa sen de mi, emeği hiçe sayanlardansın... :))