Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Haziran '14

 
Kategori
Anne-Babalar
 

Blogunuz Kaybedilmiştir :(

Blogunuz Kaybedilmiştir :(
 

Bu sefer düşmesin pamuk şekerim...


Eğitim Enstitüsü yıllarımda üç kız bir evde kalıyorduk. Kız arkadaşlarım  sohbetlerini gece 12'den sonra da devam ettirir, ben "bana müsaade" deyip  yatmaya giderdim  zira  12'den sonra  oturmak istesem de,göz kapaklarım  açılmamak için inatlaşırdı benimle... Onlar da, saat yaklaşırken  "hadi sütünü iç de yat"  klişe esprilerini  hiç aksatmadan yaparlardı...Hastalık gibi olağan dışı durumlar dışında  gece  saatlerinde uyanık olmayı sevmem, zaten uzmanlar da  bunu öneriyor. 

Dün,   istisnalardan biri oldu, tüm gayretimle başladığım yazımı düzelte yaza bitirdiğimde, saat  iki sıralarıydı.  Babam, eşim, çocuklarım ve kendimin yaşam kesitlerinin yer aldığı;  konusu , yorganına göre uzatılması gereken ayak, başlığı da "benim kahramanlarım" olan  yazımı  bitirdim.  Her zaman yaptığım gibi  "yayınla" ibaresine tıkladım "blogunuz kaydedilmiştir  yazılı çerçevedeki "tamam" a bastım. O bilindik "kilink"  sesini duydum. Hemen  yönetim panelime baktım.  O da ne...  Gençlerin jargonu ile  "inanmıyorum yaaa"  dedim kendi kendime.  Yazı buhar olup gitmişti.  Herhalde bir yerlere  sıkıştı çıkar gelir umudu ile  silinenleri, reddedilenleri tıklayarak denemeler yaptım. Yok, gitmişti emeğim... Sabah eşime , "Benim bilgisayar kafayı yedi sanırım,seninkinden bakıver" dedim.  Eşim "Çok ilginç, başlık var  yazı yok" dedi.

Allah kısmet ederse, Ekim'de;  iki kızı, damadı, iki torunu, otuz beş yıllık hayat arkadaşı ile , 60. yaşını kutlamaya hazırlanan biri değil de, pamuk şekerini  yere düşürmüş  bir kız çocuğu  vardı  o anlarda... 

 Bir e-günce olan MB 'u  çoğu kez  gazete dergi  köşeleri  gibi kullanıyoruz.  Ülkemizin  hali ortada, insanlar şu veya bu şekilde gidişattan etkileniyor,  endişelerini  dile getiriyorlar, böyle bir olanak varken , günlük  , sıradan olayları  paylaştığımız  yazılar azınlıkta kalıyor.  Oysa  bu tür yazıları okuyanlar,  "ben de bu duyguları, bu süreci yaşadım veya  ben  böyle düşünmüyorum " şeklinde  kendileri ile de yüzleşme fırsatı yakalıyorlar dolayısı ile bir duygu-düşünce zinciri oluşuyor okuyanlar arasında, yaşamı daha geniş perspektiften  yorumlama olanağı kazanılıyor böylelikle...

Bu yazımda;  kimilerine itici de gelebilen bir şey yaptım . Kendimden, yakınlarımdan söz edip , onlarla ilgili duygu düşüncelerimi  aktardım, yine  nadir uygulamalarımdan birini gerçekleştirdim.  Babamı anlattğım  satırları, Furkan Kızılay'ın söylediği "Sen benim babamsın,kahramanımsın" isimli  şarkı  ile  ilişkilendirmiştim bu yazımda... Öksüz ve yetim büyüyen babamın,  yüksek okulu bitirip, öğretmen oluşu süreci sırasında yaşadığı bir anısını aktarmıştım... Bir aile sofrasında bulunmak mutluluğunu yaşamak adına, gittiği bir akraba evinde aç olmasına, o sofrada olmayı çok istemesine  rağmen "az önce yedim"   diyerek  ısrarları  reddettiği  , içimi her anımsadığımda kanatan  anısını...

Eşimin  yazları çalışıp aile bütçesine  katkıda bulunduğunu ama okurken cebinde bir simit parası olmadığını, bu yüzden simidi sevmediğini anlattım... 

"Yatırım gençken yapılır" , diyenlere kulak verip;  dişimizden tırnağımızdan, eğlencemizden özveride bulunduğumuz  yılları...  O yıllarda eşimin zengin akrabası  bayanın, üzerimde birkaç kez gördüğü   kırmızı çiçekli elbiseyi  işaret ederek "kızım senin başka elbisen yok mu" sözlerini  paylaşmıştım...Oysa İstanbul'da okuduğum yıllarda,  Osmanbey'in Kadıköy'ün  ünlü mağazalarından  harçlığımdan biriktirdiğim  parayla   aldığım giysilerimden bazılarını hala saklıyorum. Baba parası ne olsa,  daha kolay harcanıyor...

Kızlarımızdan söz etmiştim... En  zorlu geçen  yıllarda büyük kızımız  biraz daha fazla etkilendi küçüğe göre zira  küçüğün zamanında bir parça rahatlamıştık.  İkisi de markalı giysi ve ayakkabıyı ancak üniversite yıllarında -o da  sınırlı- giydiler. Karnelerinin yanında bir iki kez teşekkür dışında hep takdir belgesi vardı, bunu  söz konusu edip  bizden bir karşılık  talep etmediler hiçbir zaman. Bir alış veriş yerinde veya pazarda "anne,baba şunu istiyorum" demediler , evde karşımıza alıp böyle bir tembihte bulunmadığımız halde. Çünkü evin durumunu sezerler, neyi alıp neyi alamayacağımızı,  neyi isterlerse gücümüzü aşıp zorlanacağımızı bilirlerdi... Çocuk olarak elbette canları çekerdi bazı şeyleri.  Onu da, eğilmemizi  isteyip kulağımıza söylerlerdi... 

Herşey dönüp dolaşıp eğitime geliyor.  Hep imrenirim şu Japon halkına...  Adamlar  eğitime, aile ve okul eğitimine verdikleri önem sayesinde adeta  yeniden dirildiler... Sofrasını   yeterince sağlıklı donatamayan  insanımız çocuğuna son model cep telefonu alıyor, bahanesi de hazır:"Arkadaşları yanında mahçup olmasın..."   Biz  bugün bile,  akıllı olmayan :) cep telefonu kullanıyoruz eşimle, akıllı olanını almayı düşünüyoruz da, en uygun olanını araştırıyoruz:)

Ancak evliliğimizin 18. yılında kiradan kurtulabildik, iki öğretmen maaşı ile...Kredi kartını aştığımız bir kez bile vaki olmadı. Eşimin bir kredi kartı var her ay düzenli ödediği. Ben bir iki yıl oldu edineli,  onu da  çok gerekli durumlar dışında kullanmıyor cebimdeki paradan harcama yapıyorum...

Keşke ülkemiz emeğin  karşılığını hakkıyla verebilecek düzeye gelebilse.  İyi yönetilebilse,  iyi yönetenleri seçebilecek düzeyde olabilse halkımız...  Tek odalı evde yaşadığı halde, yarım düzine çocuk dünyaya getirmekte bir mahzur görmeyen  insanımızın bilinç mantık düzeyi yükselse... " İş var da biz mi yapmıyoruz" deyip önüne çıkan işlere burun kıvırmasa insanlar.  Elektronik, bilgisayar mühendisi gibi  aranılan,   üst düzeyde  meslek  sahibi olan üniversite  mezunlarından  da  iş bulamayanlar  var   elbette. Elbette ülkemiz için yüz kızartıcı bir durum  bu. Bilerek planlayarak işbirlikçiler  bu duruma getirmediler mi ülkemizi... Kim sorumlu? Kısa vadeli hesaplar yapan,  gayrı menkul sayısını artırmaktan öte  başka şeye önem vermeyen kendi insanımız... Aile, okul, eğitim, eşit ve hakça bir düzen söylemlerine  kulaklarını tıkayan  insanımız...

  Kırkta birini  dağıtacaksın fakire diyor  yüce Alah...  Vaz geçtim kırkta birden, milyonda birini verse böyle mi olur  bu düzen...  Daha beter;  nasıl  daha çok yiyebilirim, nasıl daha çok sömürebilirim bu devleti,  bu halkı diyor adam... Ve bu,  şiştikçe şişen insanlarla omuz omuza olan yönetimlere , "Yesin  varsın, köprü yapıyoo , yol yapıyoo, tesis yapıyoo... "     diyerek  oy vermekte  ısrar ediyor, sevgili halkımız...

Bilgisayarım...  Bu yazım da giderse,   atacağım seni aşağıya , bilesin... Yoksa sen de mi, emeği hiçe sayanlardansın...  :))

 
Toplam blog
: 307
: 1382
Kayıt tarihi
: 08.08.07
 
 

Emekli Türkçe öğretmeniyim.Şimdi Marmara Üniversitesi bünyesinde bulunan, Atatürk Eğitim Enstitüsü ..