Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Ekim '08

 
Kategori
Kent Yaşamı
 

Bodrum'da zevkle yemek yemek...

Bodrum'da zevkle yemek yemek...
 

Zevkle yenen yemek


Bodrum'da zevkle yemek yiyebileceğiniz kaç restoran var acaba?

"Zevkle yemek yemek" dendiğinde kişiden kişiye farklı tanımlamalar olduğunun bilincindeyim elbet, hemen atlamayın öyle! Şimdi oturup tek tek tanımları mı yazayım yani?

Eğer mekanda müşteriden daha çok sayıda garson olmasını seven tiplerdenseniz, tepenizde gardiyan gibi bekleyen ordu size kendinizi iyi hissettiriyordur mesela. Yok “benim işim olmaz” diyorsanız başka yerleri seçiyorsunuzdur ve muhtemelen yemek biterken ekmeği anca getiren çocuğa zen bir yaklaşım göstermeyi kabullenmişinizdir peşinen.

Tarzınız olmasa da gün olur içinizden gelir, ÖSS’ye hazırlanır gibi başlarsınız bir maratona: Tüm tembelliğinizi bir yana bırakır içi DNA, RNA dolu kremlerinizi sabahtan sürmeye başlar, gözlerinize çay poşetleri tıkalar, manikür pedikür ne gerekiyorsa hepsine kahramanca katlanırsınız gün boyunca. Yüzünüze en zarif gülümsemenizi yerleştirirsiniz, ne de olsa dostlarınızı şu havalı yerlerden birine davet etmişsinizdir ve racon bunları gerektirir. Kredi kartınızın nasıl şişeceğini dert etmemeye kararlısınızdır artık. Omuzlar dik, topuklu ayakkabıların da yardımıyla kalçaları hafif sallayarak masanıza yerleşir, fantastik maceraya bırakırsınız kendinizi. Kraliçeler gibi hissetmeye hazırsınızdır artık…

Ve kabus başlar: Önce menüde yazan pek çok şeyin olmadığını öğrenirsiniz. Keyfinizi kaçırmamaya kararlısınız ya, garsonla “espirileşirsiniz” bile. Bir anda garson garsonluğunu unutur, güzel bir kadının samimi davranışlarından havaya girer ve abuk subuk davranmaya, sempatik olduğunu sanarak saygısızca konuşmaya başlar. Ya sabır çeker, bir şekilde siparişinizi tamamlar, garsonu öldürmeyi erteleyerek şarabınızı ısmarlarsınız. Sonrası bildik terane. Şarabı siz ısmarlamışsınız ama masadaki erkeğe tattırır, daha adam yutamadan servise başlar, yemekleri ayrı ayrı getirir ve her seferinde kimin olduğunu sorar, sizin salatanız gelmeden arkadaşınızın etini önüne atar, biber istersiniz tuhaf tuhaf bakar, adı cips olmuş patatesleriniz yağın içinde yüzmekten buruş buruştur falan filan…

Tam “bitti kurtuldum” dediğiniz an asıl felaketin kapınızı çaldığı andır. “Türk kahvesi yok efendim, espresso, kapuçino, filtre kahve?”!!! Nasıl yani? Terbiyemi bozayım mı? Bu mekanlarda böyle bir sebepten terbiyeni bozsan “görgüsüz ve kuro” damgası yersin, bozmasan kendine saygın uçar gider, bi de ertesi gün terapi seansına para harcaman gerekir. Neme lazım?

Tabi hesap da erkeklerden birine (onu neye göre kestiriyorlar bilemiyorum) gelir, davet eden sen olmana rağmen adamcağız kontrpiyede kalır, sen ısrarla ödersin, adamın da erkekliği sorgulanır !

Veee işte final: Masadaki herkesin Bodrum uçak bileti kadar para ödemişsindir, bir an önce evinin huzuruna kavuşmak için can atarken para üstü bir türlü gelmez. Servise yetişemediklerinden sanırsınız saf saf. Hayır efendim. Garson para üstünün bahşişi olduğuna karar vermiştir ve sizinle işi bitmiştir !

Dışarı çıkarken etrafınızdakilerden “harika, nefis, muhteşem” nidalarını duyduğunuzda uzaylı olduğunuza kesin kanat getirirsiniz. Ne de olsa sizin gezegende “ne kadar pahalıysa o kadar süperdir” kavramı yerleşmemiştir. Ve de arabanız yeni model bile olsa, mutlaka etrafta daha pahalısı vardır, siz önce çıkmış da olsanız, o yirmi yaşındaki çok çalışmış, alın teriyle kazanıp bu arabayı almış çocuğunki mutlaka sizinkinden önce gelir.

Güzel bir gece değil mi? Çatlanınız kıskançlıktan. Elalem Bodrum’da keyif çatıyor, siz klimalı plazalarınızda ancak uzaktan bakabiliyorsunuz!

Velhasıl, bu “zevkle yemek yemek” ten kastım “verdiğiniz paranın karşılığını almak” tan başka bir şey değil.

Geçen sene Yunan Adaları’nda bol bol bulunma şansım oldu. Hani denir ya “adamlar çözmüş bu işi”, tamamen öyle. Hem de yıllaaaar önce.

Bir kere, hiçbir yerde fiyatı yazılmayan ürün göremiyorsunuz. (Bu aklınıza ne gelirse onun için de geçerli. Küçücük bir nazar boncuğu bile olsa) Dolayısıyla turistin kafasından kazıklanıyor muyum düşüncesi geçmiyor.

Daha önemlisi hijyen. Sokak satıcısında bile zehirlenme riski yok çünkü denetim ve cezalar çok güçlü. En basit restoranın bile tuvaletleri pırıl pırıl, tuvalet kağıdı, sabun vs aramak gerekmiyor.

Hesaplı bir yere gittiğinizde aksayan servise laf etmek aklınıza bile gelmiyor. En baba ve marka restoranda çatlayana kadar yiyip, sarhoş olana kadar içseniz de adam başı 40 Avro’dan fazlasını ödemiyorsunuz.

Hani biz ne kadar yapılaşmasına takılıp eleştirsek bile, Bodrum her şeye rağmen memlekette görülmeyen standartları korumayı beceriyor ya… Hani en azından az katlı, beyaz, mavi, begonvil ya… Hani bu konuda önder ya… Hani Bodrum ya…

Demem odur ki; Bodrum şu hizmet sektöründe de bir öncülük yapsa. Standartlar belirleyip, ne pahasına olursa olsun inatla bunların yerleşmesi için canla başla çalışsa. Türk kahvesi, Türk Rakısı vermeyene ruhsat vermese, bunları da menüde bu şekilde yazmayı zorunlu tutsa. Denetim sistemini oturtsa, kimsenin gözünün yaşına bakmasa.

Biz de hem tadını çıkarsak, hem de gurur duysak .

Hadi Bodrum, sen yaparsın bunu da.

 
Toplam blog
: 36
: 1240
Kayıt tarihi
: 25.10.08
 
 

Fransa ve Türkiye'de on sene kadar turizmcilik yaptıktan sonra iletişim alanına yönelmiştir. İnte..