Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Eylül '21

 
Kategori
Deneme
 

Bölgemizde Tersine Rönesans

Günümüz Türkiye’sinde her Türk ve hatta Kürdün hatta Türkiye vatandaşının en büyük şansızlığı inanç dinin başka bir dil, bilim dilinin bambaşka bir dil olmasına ilave olarak tek avantajı eğitim dilinin Türkçe olmasıdır ki sıradan bir Türk ile Kürt arasındaki fark da bu kadardır. Osmanlı’nın son yüzyılında aynı tarafta kalan bu iki halk özünde bir sorun yaşamamaları gerekirken, içeriği boş kimlik çalışması neticesinde karşı cephelere savrulmuştur.

Bölgeye yüzyıllar önce çöreklenen böl parçala yönet kültürü sadece emperyalizmin tuzağı değildir. “Böl parçala yönet,” “böl parçala yut”  her strateji uzmanının kullandığı bir yöntem olmuştur. İnsanlar da diğer canlılar gibi tuzağa düşmeye hazırdır. Her an dost görünen ancak durumun da her an değişken olduğu gerçeğini bilen akıllılar her zaman karşılarındakilerin zayıf noktalarını bulmuş ve onları istedikleri kıvama getirmesini bilmişlerdir. Bir önceki kısımda da değindiğimiz gibi bölgesel kimlik çalışması yapılmış aynı bölgede yaşayan, aynı atalardan gelen insanlara “Hutu, Tutsi” gerçeğini okuyanlar nedense kendi bölgelerinde aynı çalışmaların yapılmış olduğunu akıllarına getirmezler. Şüphe etmemek hele de bu bölgede yaşadığı halde şüphede bulunmamak, buna mukabil her yalana, hileye iman etmek bu bölgede yaşayan insanları refah içinde yaşatmaktan çok uzaktır. Bu durum bölgemizde kökü, kökeni dışarıdan gelen ve hedefi dışarıya menfaat, kazanç aktarmak olan görüş ve grupların açık oyun alanı haline dönüşmüştür. Günümüzde buna karşı koymak zordur çünkü gerekli ortam yoktur. İnsanlar düne nazaran bugün daha az düşünmektedirler. Dünya artık daha hızlıdır ya da insanlara öyle gelmektedir. Bu yanılsama hali hemen her insan için geçerli olsa da kendi menzilinde yaşayan insan içinde durumda bir değişkenlik, durumunda pek bir farklılığa sebep olmasa da kendi menzilinin dışında kalanları çok uzaklara, hedeflediği hiçbir noktaya asla ulaşmamasına neden olabilir. Bu bölgede zamanla konuşma, dertleşmenin, sohbet etmenin yerine bilinçli olarak inşa edilen ayrışma, tartışma ve kavga kültürü birbirinin aynısı olan grupları bile birbiriyle konuşamaz hale getirmişse, bölgede tersine aydınların, tersine ilim adamlarının etkisinin büyük olması nedeniyledir ve bu durum ise ancak ne yaptığını bilen karşı devrim öncülerinin bir plan dahilinde bir bölgenin birden fazla halkın ufkunun bilinçli olarak karartılması sebebiyle olsa gerektir. Tersine aydınların menzilinde olan aydınların etkisinde eşit oranda kalan bölge Hutu, Tutsileri elbette nüfus yoğunluğu bakımından Türkler ve Kürtler, dini açıdan bakıldığında ise Sünniler ve Alevilerdir.

Tersine göç, tersine mühendislik, tersine devrim, tersine evrim olabiliyorsa bir veya birden çok milletin de tersine çalışan aydınlanma süreci olabilir. Bu son derece mümkün. Hele de kendi diliyle inanmayan, kendi diliyle bilim yapma hakkına sahip olmayan halkların kütüphanelerindeki en küçük bilgi kırıntısına ulaşmak için Londra, Paris, New York, Moskova, Almanya-Berlin kütüphanelerinde ulaşılabiliyorsa, bilinçli karartma için ortam son derece müsait demektir.

**

*

Her iş için bir hazırlık süresi, düşünsel zihinsel faaliyetler sonucu planlama sonrasında bir plan dâhilinde çalışma, kaynakları birleştirme ürünleri ortaya çıkararak işleme ve geliştirme süreci ve bu sürecin konu bir millet olduğunda asırlar boyunca devam eden ilim, bilim ehlinin bir etki baskı altında kalmaksızın düşünmesi, gelişmesi, serpilip büyümesi gerekir. Bu bölgede bu fikri gelişme olmuş mudur? Bir aşamaya kadar olduysa bile bu düşünce akımlarının kısa süre sonra kesintiye uğradığı kesindir.

Her grubun hayatta kalabilmesi için, yeterli iklim, az sayıda tehdit unsuru ve gelişme için ekonomik güç gerekir. Ekonomik güç kişi ya da grupta kendi bilgisi, emeğiyle olabiliyorsa, toplum yaptığı üretimi ve bilimsel gelişmeyi sürekli olarak artırabiliyor ve bu gücü ile ayakta kalabiliyor ve gelişebiliyor yok olmuyor ve de sürekli güçleniyorsa birbirini tamamlayan doğru zincirin halkalarını birbirine ekleyebiliyorsa kendi varlığını sürdürebilmesi adına önemli şeyler yapmış hayatta kalmış olur. Aksi halde başkalarının tehdidi altında doğru bildiği yolu, çeşitli nedenlerden ötürü terk etmek zorunda kalabiliyorsa bu durumda geçmişten geleceğe uzanan halkalar kopar. Halkları kopan zincir bir işe yaramaz, daha sonra paslanıp yok olur. Bu bölgede kültürel bilimsel bağların nesillerden nesillere geçtiğini iddia edebilir miyiz? Osmanlı’yı İstanbul ve Avrupa’dan ibaret sayanlar için sorun yok! Bugünlerde de hep İstanbul, hep batı, daha çok batı diyenler her şeyin merkezine parayı koyup diğer şeyleri paranın hizmetine verenler elbette kendileri için haklı olabilirler. Ancak her bölge kendi içinde bir bütündür. Bu tıpkı çay bitkisini Rize’den fındığı Ordu’dan alıp İç Anadolu’ya dikmek ve verim almayı ummakla eşdeğerdir. Aynı şekilde Ege ve Akdeniz’de yetişen zeytini, portakalı alıp üç dört ay yazı olan Doğu Anadolu’da yetiştirip ürün almayı hayal etmeye benzer. Her iklimin yetiştirebileceği sebze meyve, hayvan türleri farklıyken insanlarının farklı olması olağandır. Her soru, her sorun, her problemin çözümü o problemin o sorunun kökünün doğru analiz edilmesiyle çözülebilir. Her sorunun cevabı sorunun kendisinden başlar. Fikri anlamda birbirinin devam olmayan zincirin halkalarının yarattığı, kültürel karmaşa, zihinsel bunalım burada, bu coğrafyada iyi bir örnektir. Tüm Anadolu’ya ait fikir adamı anlamında yüzyıllar boyunca bir iki, üç bilim adamı, biraz daha az ya da fikir adamı çıkarılması bu bölgede bir kıtlığın olduğuna mı dalalettir yoksa bozkırın insanı tıpkı toprağı gibi yavan bıraktığına mı işarettir ya da bozkırı bozkır yaparak doğaya bir şekilde zarar veren insanın yoksa doğanın intikam alma şekli midir anlamak için çok fazla fikir jimnastiği yapılması gerekir.  Bizde moda olan görüş bir yolda ilerlerken yolda bir zorlukla karşılaşıldığında geri dönmek, tekrar geri dönmekten ibarettir ki iki ileri bir geri durumu sürekli hareket halindeki dünyada sürekli bir noktada kalmak bir adım ileri gitmemek, ileri gitmeye razı olmamak durumunun ilim ve din adamlarınca da uzunca bir zaman diliminde desteklenmesi fikri geliştirmede düşünenlerin baskı altında kalmaları, başkasına muhtaç olmaları, başkasının korumasına ve himayesine muhtaç kalmaları ile açıklanabilir. Ahi Evran bir zincirin halkası ise, diğeri Hacı Bayram Veli, diğeri Nasreddin Hoca, diğeri Hacı Bektaş-ı Veli, Mevlana Celâlettin Rumi, diğeri Yunus Emre başka… Bu fikri adamların kıtlığı iki asır öncesinde bu denli Türk ve İslam coğrafyasında bu derece fazla iken ciddi anlamda dünya çapında bilim adamı, fikir adamı neden bir zaman sonra kesintiye uğramıştır? Bunun cevabı yoktur. Pek de merak edilmez. Bağımsız, kendi rızkını kazanma gücünden mahrum kalan düşünürlerin öyle başkalarını rahatsız edebilecek fikirler ortaya sürme lüksleri dün de yoktu, günümüz şartlarına bakıldığında bugün de bu coğrafyada durumun değiştiğini görebildiğimiz söylenemez.

Fikirsel bağlar, birbiriyle bağlı sanılan fikirler birbirlerinin zehri ise hele de günümüzde uluslar üstü güçlerin hemen her şeyi kontrol ettiği düzende küçük ülkeler değil, büyük ülkeler de büyük bir bunalım içindedirler. Bizdeki durum dünyadan neden farklı olsun denilebilir? Bizdeki farklılık yapay durumları kullanarak kendisine makam mevki devşiren, bunu sanatçı ustalığında yapmaya devam eden aktörlere her zaman fırsatlar sunan tersine Rönesans çalışması nedeniyle olsa gerektir.

 
Toplam blog
: 2271
: 163
Kayıt tarihi
: 15.10.14
 
 

Bugünün doğrusu yarının eğrisi, dost görünenler düşman ve herşey aslında zıddı olabilir. Büyük ih..