Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Temmuz '07

 
Kategori
Spor Eğitimi
 

Bu dalga bizi nereye götürür?

Metrelerce derinliklere dalmak ve gün ışığının, dibe ulaşmak için yapılan her bir hamlede arkada kalıp masmavi sularda etkisini yitirişine tanık olmak ne büyük bir tutkuydu. Kulaklarımda uğultu, şakaklarımda beliren sancı katlanılamaz bir hal alıncaya kadar sürerdi bu dibe iniş yolculuğu. Nefesimi kontrol etmek ve daha kısa zamanda daha derinlere ulaşabilmek için baş aşağı doksan derecelik dik bir açı oluşturmam gerekirdi. Ve öyle bir an gelirdi ki, biyolojik ritim devreye girerek “tamam yeter artık bu iniş yukarı dönme zamanı geldi artık” diye uyarırdı beni. Böylece kendiliğinden refleks bir hareketle yüzeye doğru tırmanışım başlardı. Bulunduğum yerden yüzeye bakar ve nefesimin, aradaki mesafeyi kat edinceye kadar yetip yetmeyeceğini düşünürdüm. Yüzeye ise hep zamanında ulaşırdım, ne bir saniye önce nede bir saniye sonra. Tam zamanında! Bu dengeyi saniyelerle ölçülen bir zamanlama hatasıyla kursam bedelini ne ile ödeyeceğimi gayet iyi bilirdim. Yüzeye ulaştığımda önce derin bir nefes alır ve suda sırt üstü yatardım. Ciğerlerim körük gibi işler, yüzeydeki deniz kokan havayla dolup boşalırdı. Bu şekilde üç beş dakika geçirip üstümdeki ağırlığı attıktan sonra toparlanır, dalgalarla sürdürdüğüm oynaşa devam ederdim. Dalgalarla birlikte önce yükselmek ve hemen ardından hızla eski konuma geri dönmek çok keyifli olurdu. Sörf yapar gibi hissederdim kendimi. Bazen peş peşe gelen iki dalga arasında kalarak karayı gözden yitirdiğim zamanlarda olurdu. Bunlar, kavisli ve geniş açılı ritmik dalgalar olduğunda endişelenmez yüzmeye devam ederdim. Ama ne zaman deniz yüzeyinin buruştuğunu ve asimetrik küçük dalgacıkların oluşarak bunların sağda solda kırılıp kayboluşunu gördüğümde vakit geçirmeden geri dönme zamanının geldiğini anlardım. Gözlerim önce deniz fenerini arardı ufukta. Onu gördüğümde konumumu belirler ve kilometrelerce sürecek geri dönüşe başlardım. Attığım her bir kulaç, beni sahile yaklaştırırken gelirken geçtiğim sıcak ve soğuk su akıntılarına ulaştıkça kalan mesafeyi tahmin edişim kolaylaşırdı. Denizi kulaçlamam, yorgunluktan kollarımı kaldıramadığım âna kadar sürerdi. O vakit tekrar dinlenir ve karaya ulaşıncaya dek periyodik dönüşümler halinde kulaçlama ile dinlenme evreleri peş peşe yer değiştirir dururdu. Sahile ulaştığımda çoğunlukla sersemlemiş olurdum. Sudan düşe kalka çıkar, hemen ilerideki plaj havlusuna sırt üstü yığılır kalır, hasır şapkamı yüzüme örterek kısa bir uykuya dalardım. Yüzmek bir tutkudur benim için. Denizin o çarşaf gibi dümdüz yüzeyini gördüğümde dalmadan duramam. Soğuk şubat günlerinde bile eşi benzeri yaz günlerinde görünmeyen o güzelim sükûneti ve berraklığı bulduğumda; beni ısıtmaya yetmeyen paltomu bir çırpıda çıkarır üzerimden hemen o billur kristallerinin arasına dalarım. Beni davet edip etmemelerine aldırmam bile. Ama yakamoz şavkı bile beni gece karanlığında suya sokamaz. Aydınlıkta kendisine gençliğimi sunduğum bu doğal güzellik beni nedense geceleri hep korkutmuştur. Allah’ım ülkemin geleceğini aydınlık, insanımın çilekeş yazgısını müreffeh kıl.
 
Toplam blog
: 177
: 1268
Kayıt tarihi
: 09.03.07
 
 

1965 Almanya doğumluyum. Atatürk üniversitesi İlahiyat fakültesi mezunu olup, öğretmen olarak çalışm..