- Kategori
- Siyaset
Bu ülke sahipsiz değil
Yardımcı Doçent Doktor H.Ömer Budak'ın her satırı ders dolu kitabından bazı bölümleri daha buraya alarak, bir milli duygu oluşmasına katkıda bulunmak istiyorum.
Ülkemizin her köşesinde mucizeler ortaya koyan kahramanlar var. Sessiz sedasız büyük işler başarmaktadırlar. Köylerde, okullarda, hastanelerde,kışlalarda, karakollarda,ilçelerde, kentlerde,gurbet ellerde, fabrikalarda, atölyelerde, iş yerlerinde, üniversitelerde, evlerde, yuvalarda... Bizler, büyük çoğunluğumuz sabah işe akşam eve gidip gelirken ve emekli olduğumuzda da tamamen boş kalırken bazıları var ki son nefeslerine kadar bu ülke için çalışmaktadırlar. Mesela Konyalı emekli Matematik öğretmeni Rahim Demirbaş, tek başına koca bir kıraç alanı ormana dönüştürmüştür. Bir incelemeye başlasak daha kimler ve ne büyük başarılı insanlar ve başarılar çıkar karşımıza.
Kitapsever biri olarak tesadüfen H.Ömer Budak'ın çok önemli bir eseri olan "Türkiye'nin Dünya Ülkeleri Açısından Jeopolitik Önemi ve Avrasya'daki Yeri" kitabına ulaşma şansını elde ettim. Şimdi andığım bu kitaptan bazı bölümleri buraya alacağım.
"Ülkeler bütünü veya bazı bölümleri ile büyük jeostratejik önem ve değer taşıyabilirler. Ancak kuvvet ile savunulmadıkları takdirde, coğrafi değere sahip bölgeler durumuna düşerler. Bu bölgelerin birer jeopolitik güç kaynağı olmaları, ancak silahlı kuvvetlerin oralarda yeterli bir savunma sağlamasıyla mümkün olur.
Türkler, en iyi ve en güvenli coğrafi bütünlüğe, Anadolu'ya yerleştikten sonra ulaşmıştır. Osmanlı Devleti'nin büyüyerek Viyana kapılarına kadar yürümesinin sebebi budur. Türk tarihinin en önemli hadiselerinden birisi olan Yavuz Sultan Selim'in Mısır seferi ile Osmanlı Devleti'nin güney yanı tamamen emniyete alınmıştır. Asırlarca güney yanından bir sorun çıkmamış, dört taraftan birisi böylece emniyete alınmıştır. Çaldıran Savaşı'nın kazanılmış olmasına rağmen İran'ın işgal edilmemesi, Osmanlı Devleti'nin doğu yanını tarihi boyunca kanayan bir bölge halinde bırakmıştır.
Türkiye bir kenar devleti olmasına rağmen üç tarafındaki denizlerden özellikle Karadeniz, gelişen teknoloji ve araçlar sebebiyle hava yastıklı ve diğer araçlarla su üstünden, helikopter ve her türlü uçakla havadan bir baştan bir başa durak ihtiyacı olmadan geçilebilecek durumdadır. Füzeler bir sahilden diğer bir sahili etki altına alabilirler. Karadeniz'e komşu olan ülkelerden Rusya Federasyonu, bu kabiliyetlerin tamamına, Romanya ve Bulgaristan ise bir kısmına sahip bulunmaktadır. Ege Denizi, Karadeniz'den daha geniş değil, ayrıca Anadolu'nun, çok yakınına sokulmuş adalar ve bunların Karasuları ve kıta sahanlığı sorunları ile kuşatılmış durumda bulunmaktadır. Akdenizi ise Kıbrıs'ta gerçekleştirilen durum sebebi ile daha güvenli bir engel durumundadır. Kıbrıs korunabildiği sürece, Akdeniz kıyıları en güvenli hududumuz olmaya devam edecektir.
Görüldüğü gibi Türkiye coğrafyası, büyük değerlerle birlikte zorluklarla da çevrilidir. Politika; olanakları, hatta zorlukları kullanarak zor olanı elde etme sanatıdır. Ancak ilk önce zorluklar bilinmelidir.
Türkiye, bütün bu komşuların niyet ve amaçlarını, uzak evrensel güçlerden kaynaklanan tehditleri karşılayacak güvenlik gücüne sahip olmak zorundadır. Türkiye, coğrafyasının en zayıf yönünü oluşturan kara ve deniz sınırları her anlamda güçlü tutulmalı, olumsuz dış etkilere ve sızmalara kapalı olmalıdır. Yakın geçmişte sınırlarımızı yeterince koruyamamanın büyük sıkıntıları çekilmiştir ve günümüzde de çekilmektedir.
Coğrafi gücü, jeopolitiğin diğer değişen unsurları ile birlikte dikkate almak gerekir. Sosyal, ekonomik, askeri, politik değerlerle birlikte coğrafi değerler; Milli gücümüzü oluşturur. Jeopolitik değerlendirme, bütün bu unsurları birlikte dikkate alır ve karşılıklı destek sağlayacak uyumlu gelişmenin yollarını belirler.
Ülkemizin komşu sayısı fazla, sınırlarımızın güvenliği yetersiz, ayrıca kenar kuşak devleti özelliği ile birlikte kıta içi devleti özelliğini de eklemek gerekir. Bu sebepten dolayı komşularımızla mevcut olan veya sonradan çıkacak olan sorunları pasif tutumlarla çözüme ulaştırmamız zorlaşmaktadır. Gerek komşularımızla, gerek onları çeviren ülkelerle, canlı bir politik ilişki izlemek ve ekonomik, kültürel ağırlıklı yakınlaşma içerisinde olmak durumundayız. Örnek: Azerbaycan ve etrafındaki ülkeler, Suriye ve etrafındaki ülkeler, Yunanistan-Bulgaristan ve etrafındaki ülkeler (Balkanlar, Avrupa), Irak ve etrafındaki ülkeler vs.
Türkiye bir çok sorunu, bir kısmı birbiri ile çelişkili olan güçlükleri aynı zamanda çözmek durumu ile karşı karşıyadır. Bu sebeple Türkiye'de yaşamak, Türk olmak herkes için zordur.
Ülkemizin durumunu daha iyi değerlendirebilmemiz için Rusların tarih boyunca sıcak denizlere inme niyetlerini, bu niyetlerini gerçekleştirebilmek için de defaten Osmanlı İmparatorluğu ile savaşı göze almalarını, İstanbul ve Boğazları ele geçirmek istemelerini göz ardı etmemek gerekir. Ayrıca Batılı devletlerin başta İstanbul olmak üzere Boğazlar ve Anadolu'ya hakim olabilmek için düzenlemiş oldukları Haçlı Seferleri, devamında Birinci Dünya Savaşı (Her ne kadar Birinci Dünya Savaşı dense de gerçekte Haç'ın Hilal'e üstünlüğü anlamına gelen Batılı güçlerle Rusya'nın birlikte Osmanlı'yı yani Türkleri tarih sahnesinden silme planıdır) daha sonra Mondros'la Osmanlı Devleti'nin teslim oluşu ve bu teslimiyet sonunda, Sevr Paylaşımı ile elde kalan Anadolu'nun Fransa, İngiltere, İtalya, Yunanistan ve Ermenistan arasında paylaşılması da yine Türkiye'nin durumunun değerlendirilmesi açısından önemlidir. Ancak Anadolu'yu paylaşırken bile kendi aralarında anlaşamamış olmaları, Anadolu'nun gerçek sahiplerinin işine yaramıştır.
Bölgedeki jeopolitik çıkarlardan dolayı bazı ülkeler, Türkiye coğrafyasında kendi amaçlarına uygun düşmeyen güçlü bir ülke yerine, Anadolu ve Boğazlar üzerinde etkisiz küçük devletler oluşmasını istemektedirler. (Bu anda Anadolu'nun parçalanmasını isteyenlerin Kürt Meselesini ortaya çıkarmaları, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde bir Ermeni devleti oluşturmak istemeleri gibi.)
Türkiye'nin, bulunduğu konum itibariyle kendi sınırları içerisinde tutunabilmesi için, büyük mücadele vermesi gerekir. Bu bölgede Türkiye ne kadar barışçıl davranışlarda bulunursa bulunsun coğrafya, onun, mücadelesini zorunlu kılar.
Türkiye, bütün bu özelliklerine rağmen, kendi başına davranabilen bir ülke konumunda değildir veya o avantajını kaybetmiştir. Örnek olarak, IMF, Dünya Bankası gibi kuruluşlar veya Avrupa, ABD gibi ülkelerden alınan bireysel borçları gösterebiliriz. Türkiye'nin ekonomik olarak kötü durumda olması, Avrupalıların ona bakışını olumsuz etkilemektedir. Orta Doğulular ise Türkiye'ye tarihten gelen husumetleriyle şartlanmış olarak yaklaşmaktadırlar. Orta Doğu'da etkili ve güçlü olamayan Türkiye, Batı'dan güç alamamaktadır. Batı'da güç bulamayan Türkiye, Kafkaslar'da da gücünü ortaya koyamamaktadır.
Bildiğimiz gibi her devletin bütün katmanlarıyla varlığını koruyabilmesi ve insanının refah ve huzurunu sağlaması en temel görevidir. Bu görevini yerine getiren ülke, bütün kaynaklarını harekete geçirir ve her alan için ise ayrı ayrı stratejiler belirler. (İthalat, ihracat, kültür, edebiyat, tarih ve teknoloji ile ilgili yeni buluşlar, turizm vs.) Eğer bir ülke, söz konusu bu fonksiyonlarını birlikte harekete geçiremez, sadece bir kaçı ile hareket ederse, tarih sahnesinde istediği yere ulaşamaz, insanlarının huzur ve mutluluklarını tam olarak sağlayamaz. Buna örnek olarak, geçmişte SSCB'ni gösterebiliriz. Günümüzde ise -çok acı da olsa- ülkemizi, Türkiye'yi gösterebiliriz.
Türkiye savunma stratejisini belirlerken/oluştururken zaman boyutu içindeki tarihi birikimini ihmal etmemelidir. Buna örnek olarak Türkler gibi imparatorluk kurmuş olan İngilizler'i verebiliriz. İngilizler, asırlarca sömürgeler elde etmiş ve dünyada söz sahibi olmuşlardır. Günümüzde de İngilizce bir dünya dili haline gelmiş ve kültürel hakimiyet ABD'nin desteği ile sağlanmıştır. Bu konuda başarılı olmalarının en önemli sebebi ise tarihlerini unutmamalarıdır. Türkler de İngilizler gibi, hatta onlardan çok daha fazla tarih sahnesinde yer almışlardır. Dolayısıyla Türkiye de sıradan bir ulus devlet değildir. Buna örnek olarak ise Osmanlı Devleti'nin Avrupa karşısında doğrudan hakimiyet kurmasını gösterebiliriz. Osmanlı Devleti'nin kurmuş olduğu hakimiyet, Avrupa'yı yeni ticaret yollarının keşfi için dünyaya açılmak zorunda bırakmıştır. Osmanlı'nın Kanuni döneminde ulaşmış olduğu zirve 1699 Karlofça Anlaşması ile geri dönüş sürecine girmiştir. Yani Osmanlı Devleti müdafaa stratejisini uygulamaya başlamıştır. Osmanlı Devleti'nin uluslararası konumunu belirleyen diğer iki olay ise 1774 Küçük Kaynarca Anlaşması ve 1853-1856 yıllarında meydana gelen Kırım Savaşı'dır. Osmanlı, Kırım Savaşı ile birlikte Avrupa içi ihtilafları kullanmaya başlamış, II. Abdülhamit döneminde ise bu siyaset had safhaya ulaşmıştır.
Türkiye'deki nüfusun iki misli tarihi vatan coğrafyasında yaşamaktadır. Bu münasebetle Asya'da kalp-gâh coğrafyasının gerçek sahibi Türklerdir. Bütün dünya Türk nüfusu 250 milyona ulaşmış bulunmaktadır. Bu nüfus, dünya siyasetinde her zaman ağırlığını hissettirmektedir.
1923 Lozan Barış Antlaşması ile Türkiye, Avrupa'nın bütün güçlü devletleri ile hukuken komşu durumuna gelmiştir. Şöyle ki, Sovyetler Birliği yine eskisi gibi kuzey ve kuzeydoğu bölgelerinde Fransa, Suriye mandasıyla; güneydoğuda İngilizler Irak ve Kıbrıs vasıtasıyla, Akdeniz'de Türkiye'nin sınırdaşları olmuşlardı. Ancak Türkiye politik ve stratejik önemine kavuşmuş bir Türkiye Cumhuriyeti olarak tarih sahnesindeki yerini almıştı.
Türkiye su potansiyeli yönünden sanılanın aksine, geniş ve zengin su kaynaklarına ve su fazlasına sahip bir ülke değildir. Günümüzde Türkiye, yeterli su kaynaklarına sahip gibi görünüyorsa da bu yanıltıcıdır. Su kaynaklarının ve yıllık yağış miktarının coğrafi dağılımındaki dengesizlik ve bölgeler arası su aktarım projelerinin maliyetinin bu gün için çok yüksek gözüktüğü dikkate alındığında Türkiye'nin su kaynaklarının sürekli artan nüfusuna ancak yeteceği sonucuna ulaşılmaktadır. Bu meyanda henüz sulu tarıma açılmamış yaklaşık 21.3 milyon hektar tarım arazisinin varlığını da dikkate almak gerekir. Teknik veriler de bu durumu doğrular niteliktedir.
Öncelikle Suları ortak su, müşterek su, sınır aşan su, sınır oluşturan su ya da uluslararası su olarak sınıflandırmak mümkündür.
Türkiye'nin jeopolitik değerini artıran Fırat ve Dicle, en önemli iki nehrimiz durumundadır.
Fırat demek, güç demektir; baraj demek elektrik, dolayısıyla sanayi ve teknoloji demektir. Fırat gibi Dicle de aynı gelişmelerin kaynağını oluşturmaktadır. Fırat ile Dicle kalkınmış bir Türkiye demektir. Bu da Türk düşmanlarının korkusu demektir.
Görüldüğü gibi, Türkiye'nin dağlarından, yaylalarından kopup gelen Fırat ve Dicle Nehirleri, anlamsız akan iki su kaynağı değil; bu coğrafyaya sahip olan milletimize güç katan ve bu toprakları önemli kılan güç kaynaklarıdır.
Siyasi arenada güçlü olmak isteyen devletler kendilerine mutlaka bir etki alanı yaratır ve bunu sürekli genişletmeye çalışırlar. Politik etkileriyle arttırmak için de önemli gördükleri her coğrafyada kontrollerini devam ettirmeye gayret ederler. Kendileri bu sistemi devamlı uyguladıkları halde, sıra başka devletlere gelince farklı tavsiyelerde bulunurlar. Mesela, Kıbrıs'ın Türkiye için ne kadar stratejik öneme haiz olduğunu bildikleri halde sırf Kıbrıs'ı bir bütün olarak Avrupa Birliği'ne alabilmek için Türkiye'den ve Türkler'den sürekli taviz istemekte, Türkler'i fedakarlık yapmaya teşvik etmekte ve Türk halkına psikolojik baskı uygulamaktadır. Türkiye'ye sadece 45 mil uzaktaki bu adanın Yunanlaşmasına çalışmakta ve bunu da "barış gayretleri" çerçevesinde gizlemektedirler. İşin enteresan yanı ise, Türkler'e bu telkinlerde bulunan ülkelerin kendilerinin, okyanuslar ötesi topraklarda hak iddia etmeye devam etmeleridir. Mesela İngiltere'nin Güney Amerika sahillerindeki Falkland adalarında hak iddia etmesi gibi.
Her güçlü ülke Orta Doğu'da etkili olmanın en önemli kısımlarından birinin Kıbrıs Adası'nın stratejik amaçlarla kullanılabilmesine bağlı olduğunu bilmek zorundadır.
İngiltere de Kıbrıs'ın bu stratejik önemini bilmesinin bir sonucu olarak, dünyadaki birçok üssünü kapatmış olmasına rağmen halen Kıbrıs'taki Dikalya ve Akrotiri Üsleri'ni kapatmamıştır. Kıbrıs'taki bu üsler, anlaşmalar gereği İngiliz hükümranlık haklarının devam ettiği bölgelerdir.
Türkiye açısından Kıbrıs Adası'nın güvenilir ellerde olması stratejik açıdan son derece önemlidir. Çünkü Kıbrıs Adası, gerektiğinde hava kuvvetleri için çok önemli bir üs, gerektiğinde askeri bir yığınak bölgesi olarak kullanılır ve bu amaçlar için kullanan ülkeye büyük avantajlar sağlar.
Kıbrıs tarih boyunca en uzun süre (307) yıl Türkler'in hakimiyetinde kalmıştır. Ayrıca ada tarih boyunca bir çok medeniyetin bir arada yaşadığı bir yer olmuştur." (Yardımcı Doçent Doktor H.Ömer Budak. "Türkiye'nin Dünya Ülkeleri Açısından Jeopolitik Önemi ve Avrasya'daki Yeri" Bilge Yayınları, Ankara, 2006)
Türk Milleti'nin her ferdinin sadece kendi şahsi, bağına bahçesine, gelirine sahip çıkması; yurttaşlık görevi ve bilinci açısından yeterli değildir. Yurdunun bir tek çakıl taşına, ağacına, yaylasına, suyuna, kıyısına, bucağına sahip çıkması gerekir. Aynı şekilde milletin tamamının huzur ve refah içinde yaşaması şarttır. Hiçbir yurttaşımız bencil duygularla yaşamayı kabul etmemelidir.
Akarsularımızın önemi nedir, bilecek, kafa yoracak. Denizlerimizin ülkemiz için önemi nedir bilecek, koruyacak. Yaylasını, dağını, köyünü, tarlasını, bağını, bahçesini, ağacını, ormanını koruyacak; çoğaltıp geliştirecek. Terk edilmiş köyüne dönüp yeniden bereketlendirecek, şenlendirecek ocağını...
Okyanusu aşıp irili ufaklı devletlere kafa tutan güç unsurlarının amacını bilecek ve Kıbrıs'ın geleceğimiz için önemini çok iyi bilecek. Kıbrıs hiçbir aymazlığa kurban edilmeyecek; ettirilmeyecek. Yurttaşlık bilinci, tarih bilinci ve kültür erimliği ile anlam taşır.
Ülkemiz ve milletimiz ile maddi ve manevi varlığımızın sürdürülebilmesi için canlaırnı feda etmekten asla çekinmeyen Ordu'muz üzerindeki oyunları bilecek; bu oyunlara set olacaktır. Bu asırların oyunudur.
İsmet Paşa 11918'de başlayan ve 1922 zaferi ile sonuçlanan aradaki haklarımızı, hukukumuzu korumak ve geleceğimizi teminat altına almak için Batı ile cebelleşirken; bir de bakar ki 200-300 yıllık hesaplarla karşısına dikilmişlerdir. Adamlar yüzyılların gerisinden başlayarak, üzerimizde, bize zarar verecek büyük planlar ve hesaplar yapmaya da devam etmektedirler.
Ekonomik alanda ve her alanda çok ama çok güçlü olmak; hem tarihimize hem de vatanımıza ve hem de gelecek kuşaklara olan borçtur bizlere...
Bu ülke sahipsiz değildir... Her yurttaş bu bilinçle yaşayacak, ülkemizin hayrı için elinden gelenin fazlasını yapacaktır.
Sahip çıkılan vatan; vatandır!.. Hem vatanımızı hem de birbirimizi çok seveceğiz.
Evimizde destelerce tarih kitabı olmalı ve bu kitaplar her gün onlarca, yüzlerce sayfa okunmalıdır. Edebiyatımızın ve kültürümüzün gelişmesine katkıda bulunan sanatçı ve yazarlarımızın hem kendilerine hem de eserlerine sahip çıkılmalıdır. Okur-yazarlık edebiyattan, sanattan, kültürden haberdar olmak demektir. Rahmetli Durmuş Hocaoğlu "Türkler bir millet midir?!.." diye soruyordu acı acı... Vatanına, sanatına, edebiyatına, kültürüne, tarihine, maddi ve manevi varlığına, geleceğine sahip çıkılamadığını gören Hoca'nın kaygıları, hüznü bu soruyu sorduruyordu kendisine...
Hemen bu günden tezi yok şu soruyu soralım kendimize ve bir tarih adımı atalım: "Evimizde Birinci Dünya Savaşı'na dair bir tek kitap dahi var mı?!.." Varsa çok iyi...Yoksa ne yapıp edip, bulup, edinip mutlaka okumalıyız...
Uyanık bireyler olmak ve tarih bilinciyle yaşamak bizler için bu coğrafyanın bir yükümlülüğüdür.
Tarihini bilmeyen ve tarihten ders almayan milletler; tarih boyunca yaşadıkları acıları tekrar tekrar yaşarlar.