- Kategori
- Gündelik Yaşam
Budik kanarya
Bostancı Tren istasyonunda akşama doğru. Yolum düşmüş, bir tanıdığa bilet alacağım. Ortam, devlet kurumu olduğu belli olsun diye düzenlenmiş. Gri duvarlar, rengi solmuş posterler, insan kuyruğu. Üç gişenin biri açık. Sanki bir film seti gibi; ayaklarını sürüye sürüye , düşüne düşüne yürüyor insanlar.
Turnikelerin başında oturan, sapsarı saçlı, esmer bir bayan. Sarı renk, öyle bir sarı ki kanarya'ya benzemiş. İnsanlar bir yandan jeton atıp turnikeden geçiyorlar. Derken, arkadan peşmurde; akşamdan kalma, şarapçı olduğu her halinden belli , normal olmayanlara has sürekli tebessümü ile birisi çıktı geldi. Turnikeye bakıyor bir yandan... Bir adam geldi jeton atmadı, kanarya görevli turnikeyi açtı ona. Bizim ki arkadan seyirtti, turnike ona açılmadı, o da altından süzülerek geçti karşıya. Kanarya biletçi bağırdı ardından- Bileeeett... Ne bileti dedi bizim ki? o verdimi ki?
-O doktor,seni ilgilendirmez, sen jeton atacaksın dedi sarı kanarya. Ben de kalp hastasıyım ya, ona yetişicem bırakırsan dedi berduş.
Herkes kahkahayı koyverdi. Kontrolü kaybetmiş bir memure, kaybedecek bir şeyi olmayan hazır cevap kahramanımızla konuşurken renkten renge giriyor. Berduş, gişedeki kanaryaya arada bak Hemşire hanım diyor, kadın iyice çıldırıyor ne hemşiresi manyak herif diyerek. Bizim berduş sinirlendi en sonunda. Kaç para lan bu jeton dediğin? dedi elini cebine atarak. İki milyon canım, hadi acele et dedi bizim kanarya. Bizimkinin cebinden ya yüzbin ya ikiyüz bin çıktı. Bize dönüp bozuğu olan var mı? dedi. Herkes gene kahkahayı koyverdi. Hepimiz bozuk paraları şangırdattık, eline verdik. İki sokak öteden duyulacak bir sesle paraları önüne koyverdi kanaryanın , bizimki bir ince edayla. Sonra kapıdan ayaklarını sürüyerek çıktı, kayboldu gitti karanlığın içinden ...
O gidince canım sıkıldı. Cebinde yüz bin lira ile gecenin karanlığında, İstanbul'da nereye gidilir? Susasan 1 milyon isteyecekler senden, ne yaparsın? Sonra düşündüm sol şeritte 180 ile gitmekten, ihtiyacımızdan fazla almaktan, doymaz iştihımızdan, tanrılara has kibrimizden ne zaman sıkılacağız? Güzellikleri yok edip , güzelliklere ağıt yakmak, sevdalanmak da ne ki? Ağaçları kesip, ormanları yakıp , ondan sonra hafta sonu iki ağaç bulmak için Poloneze akın eden bizler delimiyiz? Dört katlı villada oturup, el kadar kaniş köpeğini, kışın buz betonlerın üstüne barınağa bırakan insanlar tanıyorum daha ne olsun? Tanrım aklımızı koru, delirmek an meselesi kulların için.
Aşkı ve sevdayı skora dökmüş kavmin insanları yaşıyor bu şehirde... Yalnızlıktan duvarlara şarkı söyleyen insanların bilinmezliği saklı araba camlarında. Sokakları, trafik ışıklarını, iş yerlerinin önünü bir sürü kara çocuk basmış. Paçandan, ayağından, ceketinden çekiyor abi ekmek parası... Herkes , bir bilgisayar oyunundaki gibi , alışmış , fiske vurup geçiyor ellerine çocuğun. Ben çocuğun suratına bakıp sorular soruyorum içimden. Çocuğum senin baban yok mu? Varsa nerede? Okulun yok mu? Neden okulda değilsin bu saatte? Vali olsam, bi şey olsam, bir tanesi dilenmez bu çocukların diyorum. Hadi be diyorum sonra. Sanki gösterirlerdi bu çocukları sana diyorum. Ya da görecek gözün kalırmıydı o zaman ? Beş milyona adam sürüklüyorlar yerde. Hayat, bugün kaderimde ne var? organizasyonu. Canım sıkılıyor. Bir kaç kedi bulup sevmeliyim. Ofisteki yavru kedilere yer bulmalıyım. Garajdaki yeni kediyi yakalamalıyım. Sefil köpekler var arka bahçede, onlara bir yer bulmalı? Hakkari'li Süleyman'a koli yollamalı. Bu sene Orta 1'e gidecek.
Tanıdığım insanların çoğu mutsuz. Marketten bir kilo mutluluk alıp dağıtmalıyım. Normal insanların Dünyasında normal olmamak ne güzel. Sırrına erelim hayatın. Gerisi kocaman gereksiz bir boşluk olsun...