Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Şubat '08

 
Kategori
Blog
 

Bugün benim doğum günüm

Bugün benim doğum günüm
 

Tek mumlu pasta


Bizim zamanımızda yoktu efendim; internet de yoktu, cep telefonu da yoktu, kirpik kıvırma makinesi de yoktu. Çocukluğunu televizyon seyretmeden geçirmiş en son kuşaktır benim talihsiz kuşağım. Bizler “radyo” çocuklarıydık. Saz eserleriyle, Yurttan Sesler Koro’sunun türküleriyle ve ajans haberleriyle büyüdük.

Akşam haberlerinin hemen ardından başlayan “arkası yarınlar” ve Cuma geceleri saat 22’45’de yayınlanan “radyo tiyatrosu” tek tutkumuzdu. Büyük usta Halit Kıvanç’ın radyodan anlattığı maçları da hiç kaçırmazdık. Eve her gün bir, Pazar günleri de üç gazete birden girerdi ve önce kim kapmışsa onun elinde kalırdı.

Devir değişti tabii; teknoloji tavan yaptı, aldı başını gitti. Yetiş yetişebilirsen.

Şimdi kimileri çıkıp insafsızca “Bak şu Culduz’a, nostalji yapıyor!” diyebilirler ama yanılırlar. Bizi biraz erken doğurdu diye anamızdan şikâyetçi değiliz. İyi niyetliyiz ve çağımızın teknolojik gelişmelerinden yararlanmak istiyoruz.

Ne yalan söyleyeyim, cep telefonu denen merede alışmamız bile iki senemize mal oldu hâlâ öğrenebilmiş değiliz. Tamam, mesaj çekebiliyoruz ve gelen telefonlara cevap yetiştirebiliyoruz ama “Oynama şıkıdım şıkıdım “ türküsünü zil sesi yapmaktan aciziz çep telefonumuza. Bethoowen’in 9. şeyi ile idare etmemiz bu yüzden. On yaşındaki yeğenlerimizin yardımına muhtacız. İki çıt çıt yapıyorlar, ” Yaaa, yüz defa gösterdik, işte böyle yapçen dayı yaaa!” diye insanı aşağılıyorlar. Bu lafa “Yaa” diye başlayıp “Yaaa” diye bitirmeyi de Türk televizyonlarındaki dizilerden öğrendiler.

Ah bu zamane çocukları ah! Yedikleri hormonlu domatesi domates sanıyorlar. Ne yaparsınız, hayatlarında bir kez olsun tozlu yollarda yalınayak yürümemişler ki! Çağla ağaçlarının tepesinde sincaplar gibi dolaşıp, çam ağacından mamul lastikli sapanlarla cam çerçeve indirmemişler ki! Çelik çomak oynarken kafalarını yardırıp, misket oynayıp ütülmemişler ki’ Hepsinden önemlisi; bütün bu hergeleliklerin üzerine analarından günde üç posta (eşek sudan gelinceye kadar) dayak yememişler ki!

Dijital çağın göbekli çocukları bunlar(Bakın yine sinirlendim işte)! Yerler, içerler ama internetin başından ayrılmazlar. Ne halt ettiklerini bilmeyen anaları, babaları da bunların ders çalıştığını zanneder. Bizim zamanımızda Teksas’ları, Tom Mix’leri ve Zagor’ları matematik kitabının arasına saklayarak okurduk. Okurduk ama iki kere ikinin de kaç ettiğini bilirdik.

Her neyse fendim, Olimpia marka emektar daktilomuz iki sene önce “Benden buraya kadar” deyip malulen emekliliğini isteyince, önce Berlin’i bir araştırdık. Ne dükkânlarda, ne eskicilerde, ne de bitpazarlarında “Türkçe klavyeli” bir daktiloya rastlayabildik. Sorup akıl danıştıklarım ise ağız birliği etmişçesine “ Ne yapacaksın daktiloyu, bir bilgisayar alsa” diyorlardı.

İstemeye istemeye elden düşme bir bilgisayar aldık sonunda. Sadece açıp kapamasını öğrenmem bir ayımı aldı. Yeğenlere verdiğim teşvik primi bütçemizi bir hayli sarstı. Kasa kasa kolalar, koca koca pizzalar ve çok katlı hamburgerler taşıtıp durdular bana. Helali hoş olsun ama bana öğretebildikleri tek şey, yazıyı yazıp baskı makinesinden çıkartmaktan ibaret. İnternet, minternet hak getire. Sizin anlayacağınız, milletin “çet çet” yaparak “düzeyli birliktelikler” kurabildiği bu şeytan icadı aleti biz “daktilo” niyetine kullanmaya başladık.

Geçenlerde yazı gönderdiğim gazetenin Frankfurt’taki mutfağından bir telefon geldi. “Ümit Bey, hazır yazılarınızı bilgisayarda yazmışken faksla değil de E-Posta ile gönderseniz daha iyi olmaz mı?” diyen editör arkadaşa verecek cevap bulamadım. Resmen rezil oldum. Öğrencilik yıllarımızda bu tür soruları “Biz daha oraları okumadık” der savuştururduk.

On senedir kahrımızı çeken editör arkadaş da haklı tabii… Zamana karşı yarışıyor. Yazıyı bizim evin altındaki tütüncü Helmut’un faksından değil de E-Posta aracılığınla göndersem işi kolaylaşacak… Varsa eğer imlâ hatalarımı düzeltecek. Satır başlarını büyük harf yapıp, araya nokta, virgül, soru işareti, efendime söyliim parantez marantez serpiştirecek. Yazılarda suç teşkil edebilecek (Ben biraz sert yazarım) bazı ifadeleri yumuşatacak(ki mahkemelerde sürünmeyelim). Uzun ve meşakkatli bir iş yani.

Şubat ayı bütçemizi zorlayarak güçlü bir bilgisayar için ödenek çıkarttık. Uzun süre devre dışı kaldığımızdan bizim elden düşme makine mızıkçılık yapıyordu. İyice daktilolaşmış sayemizde. E- Posta falan anlamıyor, 5. katta oturmama rağmen yeterli ölçüde çekmiyordu. Almışken büyüğünü alayım diyordum ve aldım. Gazeteyle aramdaki sorun bitti.

Bitti ama bu sefer de Milliyet Blog’a giremiyoruz. Ne dedilerse yaptık. İki yazı arka arkaya gönderdik. “Yazılarınız yazı kurulu tarafından incelenecek, siz yazı göndermeğe devam edin” diye bir cevap geldi. Aha, bu da üçüncü yazı, yarın da dördüncüsünü göndereceğim artık.

Yaaa, böyle işte… Bizim zamanımızda internet minternet yoktu ama telgrafın tellerine de kuşlar konardı yani.

Bilenler bilir:

Not: Milliyet Blog'a 10 Şubat 2007 tarihinde üye olurken gönderdiğim ilk yazı. O günkü duygularımı ifade etttiği için editörlerimizin anlayışına sığınarak tekrar yayına veriyorum, değişik bir başlıkla tabii. Selamlar, sevgiler.

 
Toplam blog
: 312
: 1658
Kayıt tarihi
: 10.02.07
 
 

Önceleri konuşurdu insanlar, "yazmak", sonraların işi... Duygu ve düşüncelerimizin yanı sıra gözl..