- Kategori
- Şiir
Bugün de ölmedim anne...

....
http://www.youtube.com/watch?v=o02UBfGVv3E
(Dardayım, yalanım yok...)
Onunla, Ahmet Kaya’nın o yürek titreten şarkısı “Dardayım”da, yine Ahmet Kaya’nın seslendirdiği o nefis şiiriyle tanışmıştım:
“BUGÜN DE ÖLMEDİM ANNE
Yüreğimi bir kalkan bilip sokaklara çıktım
Kahvelerde oturdum çocuklarla konuştum
Sıkıldım, dertlendim, sevgilimle buluştum
Bu gün de ölmedim anne.
Kapalıydı kapılar, perdeler örtük
Silah sesleri uzakta boğuk boğuk
Bir yüzüm ayrılığa, bir yüzüm hayata dönük
Bu gün de ölmedim anne.
Üstüme bir silah doğruldu sandım
Rüzgâr, beline dolandığında bir dalın
Korktum, güldüm, kendime kızdım
Bu gün de ölmedim anne.
Bana böylesi garip duygular
Bilmem niye gelir, nereye gider?
Döndüm işte; acı, yüreğimden beynime sızar
Bu gün de ölmedim anne.
Ahmet ERHAN”
Ahh.. usta ah… Nasıl yaktı milyonlarcamızın içini, yüreğinden süzdüğün dizeler yıllar yılı bir bilseydin keşke. Umutsuzluğa dair tek kelime bile yazmak istemem genelde. Ama oturunca klavyenin başına; gelir işte bana da böylesi duygular… İnsanız be usta, en basit hallerimizle, tüm acziyetimiz ve zaaflarımızla insanız… Sen ki ne güzel anlattın yıllarca bu hallerimizi dizelerinde…
Lise ikinci sınıfta, ilk kez bir şeyler yazıp bir kâğıda, şiir niyetine okuduğumda çok sevdiğim ve beni de sevdiğinden emin olduğum bir büyüğüme; yüzüme bakıp bana tedirginlikle: “Şairler çok acı çeker evlat; ya veremden ya kanserden ölürler; yazma bir daha böyle şeyler” dediğini hatırlıyorum. O zaman anlamadığım bu sözleri; büyüdükçe(!), yıllar içinde kalbime batan çiviler sayesinde çok iyi anladım.
Şair, ozan, sanatçı Ahmet Erhan ellibeş yaşında hayatını kaybetti. Kanserden. O, Türkiye’nin, Türkçe’nin, ülkemizin en iyi şairlerinden biriydi.
“Sevda epeydir sevgiyi söylemektir zannediliyor” diyen kocaman bir yüreğin sahibiydi. Bu sözleriyle; çok yalın ve çarpıcı bir şekilde eleştirdiği; popüler kültür denen zırvalığın gereksiz kalabalığında çok göze çarpmıyor gibi dursa da; bilenin iyi bildiği; “Alacakaranlıktaki Ülke (1981) - Behçet Necatigil Şiir Ödülü, Deniz, Unutma Adını! (1992) - Yunus Nadi Armağanı, Çağdaş Yenilgiler Ansiklopedisi (1997) - Cemal Süreya Şiir Ödülü, Halil Kocagöz Şiir Ödülü, Şehirde Bir Yılkı Atı (2005) - Behçet Aysan Şiir Ödülü, Sahibinden Satılık (2008) - Melih Cevdet Anday Şiir Ödülü” gibi; ülkenin en prestijli şiir ödüllerinin hemen hemen hepsini almış; şiirleri Ahmet Kaya, Yeni Türkü, Selda Bağcan, Teoman… gibi birçok sanatçı tarafından bestelenmiş ya da seslendirilmiş olan bir ozandı o…
Çağına, çağının sıkıntılarına, insana, insanın hikâyesine, insanın acılarına, trajedilerine, yıkımlarına duyarlı, kalbini ülkesine ve halkına vermiş; kendini şiire adamış bir ozandı. Bir ozan olmanın tüm sorumluluklarını alnının akıyla taşıyan, ozan olmanın hakkını sonuna kadar veren gerçek bir sanatçıydı o.
Şimdi susmak zamanı usta; senin o güzel hatırana saygıyla şiirler okumak zamanı… Senin; kalbinden süzdüğün şiirleri, senin; yıldızlardan toplayıp dizdiğin şiirleri okumak zamanı…
Şimdi, kelimelerin acının içinde birer tüy gibi uçup gittiği; bizi terk ettiği; susmak zamanı…
OĞUL
http://www.youtube.com/watch?v=GHMqesSXqWU
Anne ben geldim, üstüm başım
Uzak yolların tozlarıyla perişan
Çoktan paralandı ördüğün kazak
Üzerinde yeşil nakışlar olan
Anne ben geldim, yoruldum artık
Her yolağzında kendime rastlamaktan
Hep acılı, sarhoş ve sarsak
Şiirler çırpıştıran bi adam
Kurumuş kuyunun suyu, incirin
Sütü çoktan çekilmiş
Bir zamanlar dünya sandığım bahçeyi
Ayrık otları, dikenler bürümüş
Kapıdaki çıngırak kararmış nemden
Atnalı ve sarımsak duruyor ama
Oğlum, mektup yaz diyen
Sesin hala kulaklarımda
Anne ben geldim, ağdaki balık
Bardaktaki su kadar umarsızım
Dizlerin duruyor mu başımı koyacak?
Anne ben geldim, oğlun, hayırsızın…
Ahmet ERHAN
KALIRSA BİR SORU
http://www.youtube.com/watch?v=yqJKxY6NDaA
Kalırsa bir soru kalır benden
Yanıtı var mıdır bilmem
Denizine, göğüne, toprağına
Uçanına, kaçanına bu dünyanın
Kalırsa bir soru kalır benden
Ölüm gelir, gün akşama kavuşurken
Kalırsa bir soru kalır benden
Yanıtı var mıdır bilmem
Yazar elim upuzun bir şiir
Söyler dilim içli bir türkü
Kalırsa bir soru kalır benden
Gökte yıldızdır o, toprakta gömü
Kalırsa bir soru kalır benden
Bir de üç beş şiir, iyi kötü…
Ahmet ERHAN
GÜLŞİİR
Gece yarısı, karanlık bir bozkırda
Işıklar içinde akan bir tren kadar yalnızım
İçinde onca insan, içinde dünya...
Soluk soluğa, demirden bir ırmağa mahkûm
Ve bilmeyen sonsuzluk nedir,
Haklı olan kim bu kargaşada?
Ateş ve su, yaşam ve ölüm, irin ve şiir
Ucu bucağı olmayan bu çığlığın
Ortasında nasıl barışılabilir?
Anlamak isterim, hangi yasa
Bir beşikle bir darağacını
Aynı ağaçtan, ne adına var edebilir?
Sorular sormak için geldim şu dünyaya
Yasım acıların yasıdır
Boynumu üzgün bir çiçek gibi kırıp da
Yollara düştüğümde, başımda denizköpüklerinden
Ya da sabah yellerinden bir taçla
Yürüdüğüme inanırdım - yanılırdım
Geceyi günle, acıyı sevinçle kardığım
Bu söylencenin bir yerinde durakladım
Ve anlatamadım, konuşamadım bir daha.
Acını ödünç ver bana, gözyaşlarını
Damarlarında uyuyan sevinci ödünç ver
Yitirdim çünkü onları da…
İlenmiyorum, el çırpmıyorum artık
Ne aklımda yaşadıklarım üstüne düşünceler
Ne de geleceğime dair bir tasa.
Gelirken çan çalmıyor yalnızlık
Bir adam, bir sokak, bir ev
Yüzle, gülüşler, susuşlar boyunca
Soruların vardı senin, ne çok soruların
Gözlerin dünyayı eleyip dururdu boyuna
Bir fısıltı gibi başladı sevgim
Çığlık oldu, kâğıtlarda çiçek açtı sonra
Sonrası... Mutlu bile olduk bazı
Artık sen yadsısan da ne kadar
Ya da ben bilmiyorum mutluluk nedir
Anlatsın yollar, yollar, yollar...
Şimdi gece, soluğumu verdim içime
Az önce kâğıtlara gül kuruları serptim
Dolaplardan kekik, nane kokuları çıkardım
Öylece serptim, seni yazacağım diye
Sen ki, deniz görmemiş bir denizkızısın
Aklımın almadığı bir yerde, öylesin
Şimdi gece, iki kişilik bu yalnızlık
Bize artık yeter de artar bile...
Dünyanın ölümünü gördüm, suyun toprağın
En yakın dostlarımın birer birer
Vakitsiz açan çiçeklerin, vakitli doğan çocukların
Ölümünü gördüm, ama kimse
İnandıramaz beni öldüğüne sevgilerin!
Yaşam ki bir kum saatidir usulca akan
Dolan sevgilerimizdir biz boşaldıkça
Yaşımız biraz da sevgilerimizin akranıdır
Vereceğimiz tek şey budur dünyaya.
Şu dağılgan yüreğimi, şu köpüklere imrenen
Yüreğimi bir gün yollara atarsam
Bir gün bir nehir yataklarına dolarsam, korkarım
Suyumun çoğu senden yana akacak
Bütün sözcüklere adını ekleyeceğim
Güldeniz, Gülekmek, Gülyağmur, Gülsarap
Gülaşk, Gülşiir, Gülahmet, Gülerhan
Ey gül yaşamım, yitip giden düşlerim!
Gecelerdi, solgun - sessiz tüterdi yüzün
Yatağımda bir kımıltıydın, dilimde türkü
Uykusunda konuşurken sesini öptüğüm
Varmak için beyninin kıvrak dağ yollarına
Kokundu, bedenimi saran o ince buğu
Esintisinde usul usul yürüdüğüm
Ki değişmem yaseminlerle, portakal ağaçlarıyla..
Sanki bir kız yürürdü yollarda
Evimin sokağına girer, paspasa ayaklarını silerdi
Kapımı açardı gümüş bir anahtarla
Sanki hep gelirdi, sevişirdik bazı, konuşurduk
Tozlu kitapların yığıldığı odalarda
Kalırdı duvarlarda gülüşünden bir tini
Yatağımda bedeninden bir oyuk.
Benimse ellerim titrerdi, alnının aklığından
Saçlarına saçlarına doğru titrerdi
Şimdi kâğıtların üstünde gidip gelen ellerim
Titremiyor artık, yolunu biliyor şimdi
Gece yarılarını çoktan geçti
Bu şiir bitmeyince var olmayacak ellerim
Ellerim uykusuz, ellerim geberesiye yalnız
Süzülüp alçalıyor karanlığa doğru.
Bütün yaşamım seninle geçiyor belleğimden
Seninle var ve seninle sürüp gidecek artık
Bir Akdeniz kentinde limon koklayan
Ve hep ufkun ardına bakan çocuk
Acıyı buldu sonunda, kanayan bir gülden
Çaldı yüzünü bir yaşamlık
Geçer şimdi dumanlı bir kentin sokaklarından
Şaire çıkar adı - az buçuk kaçık.
Yeryüzünden silinmiş ırkların sonuncusuyum ben
Oturup da şimdi aşk şiiri yazmam bundan
Gülsün köpek sürüsü, lime lime edip
Bu dizeleri, satsınlar haraç-mezat
Doğru, benden sonra da tufan kopmayacak
Ama haykıracağım laflarını tuzla kesip
Yitip giden bu aşkı, nefesim tükenene dek.
Beynime bir sarkaç gibi vuruyor sorular
Neresinde yanıldık biz bu yaşamın?
Hangi el bozdu büyüyü, hangi yazı
Acılara hüküm verdi, soldan sağa taşarak?
Kalbimde yıllardır kabuk bağladı yaralar
Ödüm kopuyor, bir gün hepsi birden kanamaya başlayacak diye
Yenilmeyeceğim, boyun eğmeyeceğim hiçbir şeye
Hep direnen bir yanım kalacak
Adımın soluk izi, acının seyir defterinde.
Şimdi gece, bindokuzyüzseksenikiyle
Üçyüzaltmışbeşi çarp - oradayım işte
Yorgun değilim, umarsızım yalnızca
Geçmişle geleceğin öpüştüğü yerde bir nokta
Gibiyim ve çoktan dürüldü defterim
Uçurumlar üstünde uçuşur dizelerim
Onlara köprü olacak bir beden yoksa da..
Bu benim yalnızlığım, dalsızlığım benim
Kana kana içtiğim çeşmelerden susayarak ayrılmak
Titreyen bir ışık karanlıklarda
Onu kim görebilir, kim tanıyabilir?
Sonunda hep bir soruyla karşı karşıya kalmak
Boynumun borcu bu, ödenmedi yıllardır.
Her aşktan böyle bir şiir kaldı bende
Yaşamımın bir dilimini özetleyen
Unutuşun çiçekleri bunun için hiç açmıyor
Donuyor bir gülüş tek bir dizede
Yaşanmış yüzlerce anı, buruk bir özlem
Çivileniyor beynimin bir yerlerine
Geride -hayır- acılar filan da kalmıyor
Bir boşluk yalnızca, uçurumlara özenen.
Nefret ediyorum ve seviyorum seni
Girdiğin bütün kapıları açık bırak
Birazdan git diyebilirim çünkü..
Çağım yalnız bırakmıyor beni, ellerini
Tutuşumda, usulca öpüşümde dudağını
Çağım aramızda çekilen kanlı bir bayrak
Uzayan, akan bir irin yolu gibi.
Sözcükleri güden çobanları var kalbimin
Beynimin yaşamı saran kıskaçları
Bitsin dediğim yerde bunun için başlıyorum
Yitirdiğim her şeye dönüp de bakmam bundan
Sensin yalnızlığa uzanan yolların düğüm yeri
Ama şu anda içimde öyle çoğulsun ki
Böyle irkilmezdim dünyayı kucaklasam.
Çapraz yalnızlıklar astım göğsüme
Yollarda bir savaşçı gibi yürüdüğüm doğrudur
Gözlerle, dillerle kuşatılmış bir ülke
Kalbimdir ona tek sınır
Susmayı bunun için severim bir çığlık gibi
Donup kalır sesim kendi göğünde
Onu ne anlayan, ne de duyan bulunur.
Yaşamım sonsuz bir hac yolculuğuna dönüşüyor burada
Kendi içimde ya da uzak yollarda
Bulduğum ve yitirdiğim bütün varlıklar
Bir mozaiğe biçim veriyorlar sessizce..
Bende dünyanın acısıyla sevinci öpüşüyor
Irmakların birleştiği o nokta benim
İtilip tekmelendiğim bütün kapılarda
Bana atılan her taş şimdi çiçek açıyor.
Bir gün anlarsın beni neden suskunum
Dünya içimde konuşurken böyle
Bedenimi aşıyor yorgunluğum
Karşında oturduğum masalardan dökülüp saçılıyor
Bu öyle bir çığlık ki, susuşlar kalıyor geride
Ondan öte her söz bir saçmalığı büyütüyor.
Adını çoktan unuttun yüzün aklımda
Ve bu şiiri neden sana adadığımı bilmiyorum
Ama her güzellik nasılsa kendi adını bulur
Bunun için ben “Gül” dedim sana…
Yine de bir çiçeğe bunca yağmur yağarsa
Kökleri toprağı saramaz olur
Üstüne titrediğim her şeyi yitirmeyi öğrendim çoktan
Söylenecek bir tek sözüm kalmazsa
Çizerim yüzünü kuşların kanatlarına
Her çırpınışta gökyüzüne dağılır
Yüzün, hücrelerine varana dek uçuşur.
Kâğıtların aklığına aşkın tortusu çöküyor
Parklar, sokaklar, söylenmiş ya da söylenmemiş sözler
Yazdıkça biraz daha unutuyorum seni
Ve her yerde düş tacirleri, şiirseviciler
Bir şeyleri yorumlayıp duruyorlar aptalca
Büyüteçlerle inceliyorlar şu yitik ömrümüzü
Ben aşkın son hasatçısı, son peygamber
Gülünç, soyu tükenmiş bir varlığı oynuyorum boyuna.
Sana artık bir sığınak olsun bu şiir
Noterlere ver onaylasınlar - her hakkı saklıdır
Düşün, kalemimi sen tuttun yazarken
Yeni okula başlayan bir çocuğa yardım eder gibi
Öyle acemilikler yaptım ki ben
Hiç kalır bu şiir onların yanında ve
Nasıl ayaktayım diye şaşıyorum bazen.
Görüp göreceği son şey bu şiirdir dünyanın
Çığlığımdan arta kalan bunlar olacak
Aklımın son kırıntılarını da burada harcıyorum
Bundan böyle ibreler hep eskiye vuracak
Yakınmıyorum, yerinmiyorum hiçbir şeyle
Kalırsa odalarda unutulmuş birkaç şiir
Bir yeniyetmenin altını çizeceği dizeler benden
Senin adın nasılsa bir gün hepsini tamamlayacak...
Ahmet ERHAN
Mekânın cennet olsun usta, şiirlerle karşılasın seni melekler…
Sen erkenden gittin ama; daha yüz yüze oturacaktık seninle; daha sana; “Sevdadan ölünür mü be usta; ben ölüyorum da galiba…?” diye soracaktım…