Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Nisan '10

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Buluşmak/ buluşamamak...

Buluşmak/ buluşamamak...
 

Günler öncesinden başlarsınız da hani, büyük heyecanlar yaşarsınız ama… Ama hiç aklınızda olmayan, hatta bire bir sizinle hiç ilgisi olmayan bir şey oluverir ve… Ve olanları bir kadın ille de insan olarak içselleştirip yaşadığınız o büyük öfke, kızgınlık yerini yavaşça ince bir sızıya bırakır ve ne etseniz onu yok edemezsiniz ya hani… Hani, kahkaha atarken bile bir buruksunuzdur da kimseler bilmez.

Kaç gün önce planladığımız gibi buluşup bazen de buluşamayıp nasıl geçirdik şu üç günü bilmiyorum. Her şeyi planlamamıza rağmen yine de bazıları olmayacak gibiyken nasıl da oluverdi bir bilseniz! Hele en son bir Mikrop bulaştı ki, sormayın!.. Gece yarısı Coşkun Bey’i garaja gitmek üzere Üçkuyular’a (Fahrettin Altay) bıraktığımızda, hala o bulaşmışlıkla “Can Hatice’m” i söylüyorduk.

Ve en son bu öğleden sonrasında onları geride bırakıp arabalı vapura doğru, kalkış saatinin belli olmasının ve yeterli zaman oluşunun verdiği bilinçle hiç telaşsız yürürken, yine telaşlanacak bir şey buluverdim. Vapurda gevrek ve peynirle çay keyfi yapmayı planlamıştım ve ortalıkta hiç simitçi görünmüyordu! Kendi kendime “Vardır canım, hiç olmaz mı her iskelede var” diyerek yürümeye devam ettim ve kalkış saatlerini bekleyen otobüsleri geçtiğimde, her sabit simitçide olduğu gibi camekanlı, alt kısmı kırmızı boyalı simitçi arabasını görüverdim. E, sevindim tabi de hiç gevrek yoktu sanki. Varmış:)

Vapura çıktığımda, ileri doğru yürüyüp diğer taraftaki merdivene bakan ama deniz tarafındaki banka oturmayı seviyorum. Biraz yan oturunca gideceğiniz yere doğru dalgalarla birlikte yol alıyorsunuz. Üst kata çıktım, kalabalıktı, yine telaşlandım, o bank doludur diye, neyse ki boştu. Bir daha sevindim. Oturdum, çantamı, elimdeki içi hediye; mutfağımın rengine uygun kırmızılı-yeşilli tuzluk-karabiberlik dolu poşeti ve ceketimi bir kenara koydum ki, “Taze sıkılmış portakal suyu” diyen garsonun sesini duydum. “İsabet” dedim kendi kendime ve gevreğimin yarısını portakal suyu eşliğinde bitirdim. Kalanını da çayla. Hem de, hani üzerinde sarı yaldızdan çizgileri olan cam bardakta ikram edilen çayla. İkinci bardak keyif çayıydı. Esiyordu hava, keyfim bozulmasın diye ceketi sırtıma aldım. Tam önümüzden bir şilep geçti o sıra, onlarca konteynır doluydu. Bütün sıkıntımı ona yükleyiverecektim ama yükü ağırdı. Yüzümü okşayan rüzgar ne güne duruyordu, yele verdim hepsini bitti gitti. Ah bir de özlemim vardı, günlerdir, aylardır kavuşamadığım. Onu da maviye kattım, yitti gitti.

Bitirip, yitirirken iskeleye yanaştı vapur, ben hafiflemiş, ben dingin ben bu şehre bir daha vurgun… indim.

Kıyı boyunca yürürken konuştum arkadaşlarımla, mavilerimi onlara da bulaştırmasam olmazdı. Ve onca yol ne zaman bitti anlamadım. Ve bu akşam ne çabuk geçti onu da anlamadım. Bir pazar keyfi tadında, yeni yazmaya başladığım zamanlarda olduğu gibi yazmak isterken bu saati buldum. Buldum ama uyuyup onu kaybetmek vakti gelmiş.

Yeni bir günde, yeniden bulmak dileğiyle…

 
Toplam blog
: 210
: 3227
Kayıt tarihi
: 29.03.07
 
 

Yazmak... Öyle güzel, öyle hoş ve öyle derin bir eylem ki!.. Olmazları bile oldurabiliyorsun. "Ke..