- Kategori
- Blog
Büyükada Macerası

Biraz gecikmeli de olsa Büyükada buluşması hakkında bir yazı da ben yazayım istedim. Adaların ayrı bir önemi var bende. Üniversiteden mezun olduktan sonra öğretmen olarak ilk göreve başladığım yer Heybeliada'daki Deniz Lisesi oldu. 3 yılımı adada geçirdim. Şu an ilk öğrencilerim teğmen çıktılar bile. Ada'ya ilk ayağımı bastığımda 15 yıldır İstanbul'da yaşıyordum ve onca sene adalara sadece uzaktan bakmış, hiç ziyaret etmemiştim. İstanbul'a bu kadar yakın ama bir o kadar İstanbul'dan farklı bir yer daha yoktur herhalde. Bambaşka bir dünya. Havası, kokusu, insanı, herşeyi başka adaların. Oradan ayrıldıktan sonra bir kaç kez gitme fırsatı bulabildim. Burnumda tüter olmuştu. Heybeliada'nın benim için önemi çok büyük aslında. Sevgili eşim Serhatt'ı tanıdığım, aşık olduğum yer. Ada bana sevdiğimi vermişti anlayacağınız. Herneyse geçelim buluşmaya.
Sevgili Sema Şener'in adalarda piknik fikrini duyunca tam manasıyla atladım. Adalar'a gitmek için benim yaratamadığım fırsat olacaktı bu. Gerçi çoluk çocuk hesapta yoktu ama zaman öyle gerektirdi. İyiki de öyle gerekmiş. Biliyorsunuz hala oldum ve çocukları anneme bırakamadım. Yeni gelen torunla haşır neşir olmaları gerekiyordu. Büyükada buluşmasını da kaçıramazdık. Topladım çoluğu çocuğu çıktık yola.
O özlediğim motor seyahatinden sonra adaya ayağımızı bastık. Fayton durağına gidip bir faytona bindik ve "Yörükali Tesisleri lütfen" dedik. Oğullarım Arda ve Yankı ilk kez biniyorlardı. Onlar için çok keyifli bir deneyim oldu. Kısadan biraz uzun bir yolculuktan sonra Yörükali'ye ulaştık. Sema ablam karşıladı kapıda. Buluşmaya gelenlerin hemen hemen yarısı deniz ve ada manzaralı bir terasa kurulmuş sabah mahmurluklarını atmaya çalışıyordu. Gece kalan ekip hesap kapatma derdindeydi. Hemen aralarına katılıverdik. Öpüşmeler, kucaklaşmalar... Buluşmaların en sevdiğim kısmı bu. Önceden tanıdıklarımız ve tanımadıklarımızla aynı samimiyetle merhabalaşıyor ve kucaklaşıyorduk. İlk kez karşılaştıklarımızla biraz şaşkın ama isimleri duyunca değişik nidalarla bir daha kucaklaşıyorduk. Masaya kurulduk. Ben malum veletlerin peşinde koşturdum ilk başlarda. Mekanı tanıtmak gerekiyordu. Yavru bir köpekcik vardı ve onunla oyalandılar bütün gün. O hayvancık olmasaydı işim zordu doğrusu.
Hava inanılmayacak derecede sıcaktı ve insanlar denizde yüzüyordu. Bizimkiler güneşin altında oturmuşlar yandıklarının farkında değillerdi. Bir saat geçmedi ki masaları terastaki büyük çardak şemsiyesinin altına çekmek zorunda kaldık. Ahali kalkın beyninize güneş geçecek dediğimi hatırlıyorum. Ben çoluklu çocuklu bir kadın olarak temkini elden bırakmıyorum tabi.
Aramıza katılan sayısı çoğaldıkça terasa dar gelirdik olduk. Fallar bakıldı, resimlerden ve diğer arkadaşların yazdıklarından ayrıntıları alabilirsiniz. Bir keşif gezisine çıkan Sema Şener ve Neşe Evrim plajın güzelliğinden bahsederek hepimizi toparlayıp aşağıya götürdüler. Giderken çalışanlara yemeğin hazır olması gereken saati de sıkı sıkı tembihlemeyi de ihmal etmediler.
Plaj oldukça doluydu. Ada'da denize giren insan sayısı hiç de az değil. Ben şahsen tercih etmiyorum. Heybeli'de yaşarken bir kez girmişliğim var okadar. Her neyse bizim ekip yayıldı masalara. Aramızda tavla turnuvası yapalım dedik. Tavla turnuvası bir köşede sürerken diğerleri Neşe ve Sema abla organizatörlüğünde sessiz sinemaya kanalize olmuşlardı. İçkilerimizi içtik, denize karşı güldük eğlendik derken yemek saati geldi. Bu arada belirtmeden geçemeyeceğim, tavlada benim karşıma Matilla düştü. Sevgili Matilla beni 4-1 yendi. Hani başkasından duymayın diye söylüyorum. Ona da sıkı sıkı tembihledim kimselere söyleme diye. Her neyse bu son yazdıklarımı unutsanız da olur. Hafızada yer tutacak şeyler değil:)
Yukarıya terasa çıktık tekrar. Rüzgar esmeye başlamıştı. Tüm gün sevgili Ali Gülcü'nün kulakları çınlatıldı. Haftasonu yağacak olan sağnak yağmur nedense adaya uğramamıştı. En başta da dedim ya İstanbul'a bu kadar yakın ve bu kadar farklı bir yer yoktur diye. Rüzgar esmeye başladı ve hava yavaş yavaş karardı. Yağmur hafifçe yağmaya başlamıştı bile. Yağmur çiselerken resimlerde gördüğünüz şahıslar pistte dans ediyordu. Siz düşününün ne kadar sağnak yağıyor:) Resmen bir yaz yağmuruydu ve yağdığı gibi geçti gitti. Yağmur bittikten sonraki manzarayı görmenizi isterdim. Gökyüzü pırıl pırıldı. Yukarıdan denize bakınca içindeki balıklar tek tek sayılabiliyordu. Tertemiz deniz ve toprak kokusu birbirine karışmıştı. Yani anlayacağınız sarhoş edici bir güzellikti. Yanlış anlaşılmasın içtiklerimizden dolayı değildi sarhoşluğumuz:))
Ya işte böyle. Birer ikişer ayrılmaya başladık adadan. Erken ayrılanlar oldu. Sırayla adayı terk ettik. Yine bir fayton sefası ve motorla İstanbul'a varış.
Bu yazımda üç kişi hariç isim kullanmak istemedim. Hem unuturum diye çekindim hem de sayfalar dolusu yazarım da kimse okumaz diye endişe ettim. Bir buluşma ve kaynaşma daha sona erdi. Çocuklarımıza göstermiş olduğunuz ilgi ve sevecenlik için de çok teşekkür ederiz. Bir dahaki buluşmada görüşmek üzere.
Sevgili Sema Şener'in adalarda piknik fikrini duyunca tam manasıyla atladım. Adalar'a gitmek için benim yaratamadığım fırsat olacaktı bu. Gerçi çoluk çocuk hesapta yoktu ama zaman öyle gerektirdi. İyiki de öyle gerekmiş. Biliyorsunuz hala oldum ve çocukları anneme bırakamadım. Yeni gelen torunla haşır neşir olmaları gerekiyordu. Büyükada buluşmasını da kaçıramazdık. Topladım çoluğu çocuğu çıktık yola.
O özlediğim motor seyahatinden sonra adaya ayağımızı bastık. Fayton durağına gidip bir faytona bindik ve "Yörükali Tesisleri lütfen" dedik. Oğullarım Arda ve Yankı ilk kez biniyorlardı. Onlar için çok keyifli bir deneyim oldu. Kısadan biraz uzun bir yolculuktan sonra Yörükali'ye ulaştık. Sema ablam karşıladı kapıda. Buluşmaya gelenlerin hemen hemen yarısı deniz ve ada manzaralı bir terasa kurulmuş sabah mahmurluklarını atmaya çalışıyordu. Gece kalan ekip hesap kapatma derdindeydi. Hemen aralarına katılıverdik. Öpüşmeler, kucaklaşmalar... Buluşmaların en sevdiğim kısmı bu. Önceden tanıdıklarımız ve tanımadıklarımızla aynı samimiyetle merhabalaşıyor ve kucaklaşıyorduk. İlk kez karşılaştıklarımızla biraz şaşkın ama isimleri duyunca değişik nidalarla bir daha kucaklaşıyorduk. Masaya kurulduk. Ben malum veletlerin peşinde koşturdum ilk başlarda. Mekanı tanıtmak gerekiyordu. Yavru bir köpekcik vardı ve onunla oyalandılar bütün gün. O hayvancık olmasaydı işim zordu doğrusu.
Hava inanılmayacak derecede sıcaktı ve insanlar denizde yüzüyordu. Bizimkiler güneşin altında oturmuşlar yandıklarının farkında değillerdi. Bir saat geçmedi ki masaları terastaki büyük çardak şemsiyesinin altına çekmek zorunda kaldık. Ahali kalkın beyninize güneş geçecek dediğimi hatırlıyorum. Ben çoluklu çocuklu bir kadın olarak temkini elden bırakmıyorum tabi.
Aramıza katılan sayısı çoğaldıkça terasa dar gelirdik olduk. Fallar bakıldı, resimlerden ve diğer arkadaşların yazdıklarından ayrıntıları alabilirsiniz. Bir keşif gezisine çıkan Sema Şener ve Neşe Evrim plajın güzelliğinden bahsederek hepimizi toparlayıp aşağıya götürdüler. Giderken çalışanlara yemeğin hazır olması gereken saati de sıkı sıkı tembihlemeyi de ihmal etmediler.
Plaj oldukça doluydu. Ada'da denize giren insan sayısı hiç de az değil. Ben şahsen tercih etmiyorum. Heybeli'de yaşarken bir kez girmişliğim var okadar. Her neyse bizim ekip yayıldı masalara. Aramızda tavla turnuvası yapalım dedik. Tavla turnuvası bir köşede sürerken diğerleri Neşe ve Sema abla organizatörlüğünde sessiz sinemaya kanalize olmuşlardı. İçkilerimizi içtik, denize karşı güldük eğlendik derken yemek saati geldi. Bu arada belirtmeden geçemeyeceğim, tavlada benim karşıma Matilla düştü. Sevgili Matilla beni 4-1 yendi. Hani başkasından duymayın diye söylüyorum. Ona da sıkı sıkı tembihledim kimselere söyleme diye. Her neyse bu son yazdıklarımı unutsanız da olur. Hafızada yer tutacak şeyler değil:)
Yukarıya terasa çıktık tekrar. Rüzgar esmeye başlamıştı. Tüm gün sevgili Ali Gülcü'nün kulakları çınlatıldı. Haftasonu yağacak olan sağnak yağmur nedense adaya uğramamıştı. En başta da dedim ya İstanbul'a bu kadar yakın ve bu kadar farklı bir yer yoktur diye. Rüzgar esmeye başladı ve hava yavaş yavaş karardı. Yağmur hafifçe yağmaya başlamıştı bile. Yağmur çiselerken resimlerde gördüğünüz şahıslar pistte dans ediyordu. Siz düşününün ne kadar sağnak yağıyor:) Resmen bir yaz yağmuruydu ve yağdığı gibi geçti gitti. Yağmur bittikten sonraki manzarayı görmenizi isterdim. Gökyüzü pırıl pırıldı. Yukarıdan denize bakınca içindeki balıklar tek tek sayılabiliyordu. Tertemiz deniz ve toprak kokusu birbirine karışmıştı. Yani anlayacağınız sarhoş edici bir güzellikti. Yanlış anlaşılmasın içtiklerimizden dolayı değildi sarhoşluğumuz:))
Ya işte böyle. Birer ikişer ayrılmaya başladık adadan. Erken ayrılanlar oldu. Sırayla adayı terk ettik. Yine bir fayton sefası ve motorla İstanbul'a varış.
Bu yazımda üç kişi hariç isim kullanmak istemedim. Hem unuturum diye çekindim hem de sayfalar dolusu yazarım da kimse okumaz diye endişe ettim. Bir buluşma ve kaynaşma daha sona erdi. Çocuklarımıza göstermiş olduğunuz ilgi ve sevecenlik için de çok teşekkür ederiz. Bir dahaki buluşmada görüşmek üzere.